İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Üstad Necip Fazıl’ın o zaman ki zorluklara binaen kaleme aldığı Sakarya Türküsü adlı şiirindeki şu mısra günümüzü ne de güzel anlatıyor. Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu… Dünya nerede, insanlık nerede, Müslümanlar nerede? Ellerini Mevla’ya açmış biçare çocuklarımız, namuslarından emin olamayan, korkmuş gözleri ölüme mıhlı bacılarımız… Düşünelim günler ve gecelerce... Şu, Müslümanlar için bir şey ortaya koyamayıp mücadeleye yaklaşmayan, sosyal medyada fotoğraftan fotoğrafa eğlenceden eğlenceye akan ellerimiz, başımızı bir mengene misali alsın da arasına sıkıversin, en derin sorgularda bir cevap bulabilmek için sorularımıza. Biz bu hallere nasıl düştük?
Hani hep anlatılır ya bir mektubuyla Fransa’da yıllarca dansı yasaklatmış bir ecdadın torunlarıyız diye. Biz miyiz o ecdadın torunları? Düşünelim bunu kardeşlerim, iyi düşünelim. Nerede o ecdat ve nerede biz? Bir gün olsun sorgulayalım kendimizi bugün Allah için ne yaptım? Bugün Müslümanlar için ne yaptım? Bugün Allah’ın adını yüceltmek için ne yaptım? Cevabımız ‘’hiçbir şey’’ değil mi… Ne yazık ki biz o ecdadın torunları sayılamayız. Böyle vurdumduymaz bir hayat yaşayıpta bunu söylemeye ve savunmaya hakkımız yoktur. Evet, belki kanımızda onların kanı var soyumuz da onlara dayanıyor lakin ahlakımızda onların ahlakı, tavrımızda onların tavrı yok maalesef… Allah için öfkelenen Allah için seven o şanlı ecdat nerede, her yerine dünya kokusu sinmiş biz sefiller nerede? Ağır mı geldi bu ifadeler? Kaçmak kolay… Peki ya binlerle prototipiyle cemiyette arz-ı endam eden, kaçışın sefil perdesiyle gizlenmiş, ruhunda ve bedeninde yaşadığı ve bir o kadar da gizlemeye çalıştığı, her yanından haçlı soluğu tüten sefil hayattan kaçmak? İşte bu zor…
Büsbütün yüzleşeceğiz, yağmurlu bir sabaha uyandığımızda hissettiğimiz o müthiş, tertemiz toprak kokusu gibi kokan hayatımızı kimler, nasıl ve ne şekilde kokuşturdu, mahvetti ve bizi hayvandan aşağı taklitçiler konumuna indirgedi? Değer yargılarımızı kimler, ne şekilde değiştirdi? Ne sevgisi sevgiye benzer ne öfkesi öfkeye benzer her şeyiyle eksik bu topluluk nasıl oluştu? Hani mayasını sahabe mayasından alan Allah için seven Allah için din kardeşlerine yardım eden Müslümanlar nerede? Ya neden bu çağda göremiyoruz öfkesinin nişan aldığı hedef tahtasında yalnız ve yalnız Allah düşmanları olan şanlı yiğitleri? Nerede “Ölsek de ravzanı ruhumuz bekler.” diyen Fahrettin Paşa ve fedaileri? Nerde Yavuz’larımız? nerede Fatih’lerimiz? Ve nerede celladına aşık müslümanlar? Ve nerede sapık ideojilerin peşine düşmüş, savrulmuş gençliğimiz?
Evet, unutturdular aslımızı, neslimizi, ahlakımızı, tavrımızı ve daha birçok şeyimizi… Bizler zamana ve çağa ayak uydurup, böyle gelmiş böyle gider, buna bile şükür gibi saçma ve basit bir yük hafifletme işine gidemeyiz. Bir vazife ile kendimizi vazifelendirmeliyiz. Bizlere düşen vazife, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşına elimizle değil büsbütün gövdemizle destek olup onu gediğine oturtmaktır. Bizim vazifemiz, Müslüman Anadolu genci olarak mazlumlara umut olmaktır. Bizleri baba bilen, şanlı bayrağımızı görünce gözlerinin içi parlayan Suriyeli yetimlere sahip çıkmaktır. Namuslarını bizlere emanet eden bizlere güvenen bacılarımızın haklarını korumaktır. Çeçenya’da Şeyh Şamil’in yolunu devam ettiren mücahitlere destek olmaktır. Şairin, “Tükmen oğlu kesme ümidi Hak’tan / Ecdat mirasıdır bu güzel vatan” dediği Türkmen Dağı’na vefalı olmaktır. Doğu Türkistan’da türlü işkencelere maruz kalan kardeşlerimizi küresel çıkarlarla çelişse bile unutmamaktır. Bosnalı kardeşlerimizin katliamının hesabını sormaktır. Velhasıl Müslüman Anadolu gençliği olarak nerede bir zulüm görsek dimdik karşısında durup sağımıza ve solumuza bakmadan “O gariplerin arkasında ben varım, çekin o alçak ellerinizi kardeşlerimin üstünden!” diye haykırabilmektir, bizim vazifemiz. Bunlardan da evvel bir vazifemiz vardır ki mücadelede bize ilk hareketi tahsis edecek ve yol boyu tetikleyici gücümüz olacaktır. Bu vazife, bizlere aslımızı unutturan, bizleri hayvandan aşağı taklitçiler kılmak isteyen, ‘Türk’ü madde planında kurtardıktan sonra ruh planında helak etmek’ isteyenlere karşı öfkemizi her daim diri tutmaktır. Allah için bu öfkeyi diri tuttukça bu öfke de bizi diri tutacaktır. Hasreti iliklerimizde mürekkebi ciğerlerimizde mahfuz olan bu şanlı öfke, günü geldiğinde hesabını soracaktır.
Hal böyleyken bir kez daha duyuralım; herkes iyi bilsin ve işitsin ki halehazırda öpülegelen ‘Osman’ı boğan eli’ biz öpmedik, öpmeyeceğiz! Kemalistleşmeyeceğiz! Çağrımız; en güzel çağlarında fikirleri iğdiş edilerek sindirilmek istenen, bunun hesabını soracağı günü kollayan, nihayetinde de en güzel çağı Allah için açacak olan şanlı yiğitleredir:
Yükselt maveranı, düştüğün yerden
Hakkı yüceltmenin arsası olmaz.