İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Sene 2019… Batı dünyasında ve Batı ruhlu doğu topraklarında, ışıklar, çiçekler saçan, zengin ve zalimler ordusu… Doğusunda, hakiki doğusunda; zulüm, açlık, savaş, sefalet topluluğu… Ortasında bir boğaz mesafesinde, ayaklarının üstünde durmaya çalışan, dizlerinin bağı çözülmemiş, halen teknolojide batıya yetişememiş, Batı hayranlığıyla Batılaşmış, sahte hürriyet tutkunu, demokratvâri, “Evrensel İnsan Hakları” zulmüne sadık, ideoloji içinde liberalizm, sosyalizm, bilmem ne ‘izm’ lerden kurtulamamış, kendi inancını evrensel görüşlere bağlamış, “Sosyalist Müslüman” , “Liberal Müslüman”, “Feminist Müslüman” ve daha ne Müslümanlar ülkesi Türkiye…
Dünyanın daha dün gibi hatırladığı Batı buhranı, Katolik baskısı ve genelde Doğu’nun, özelde İslam dünyasının ruhuna aç, ilmine aç, inancına aç, teknolojisine aç, Batı toplumunun açlığını giderememekten, Necip Fazıl Kısakürek’in deyişiyle:’’ Nerede hastalık varsa tedavisinin, nerede cennet hayali varsa hakikatinin İslam’da olduğunu…’’ gösterememekten, Batı’ya ilaç olamamak bir yana; büyüklükten mülhem kibriyle, güçlülük tutkusuyla, ilerilik düşüncesiyle, Batı’yı topyekûn takip edememek şöyle dursun, kıyısından köşesinden, genel anlamda teknolojik gelişmelerine uzak ve madde planında eksik kalmış İslam dünyasının, dünün günahı olan bugünü…
Hâsılı, batı dünyası madde planında buhranından kurtulmuş, sanayi devrimiyle beraber ortaya çıkan ve zaman geçtikçe hızla gelişen makine, Batı’yı bilim ve teknikte en ileri hale getirmişti. Makine, matematiğe, fiziğe, sanayiye ve onlarca bilim dalına temas etmiş, tamamıyla insanlığın vazgeçilmez bir nesnesi haline gelmişti.
Dün, bilim adamları, sosyologlar, mütefekkirler makine denilen aletin bilimde, fikirde, toplumda faydasını-zararını tartışadururken bugünlere doğru makine makinelikten çıktı. Artık en üst teknoloji gözüyle bakılan, duruşuyla insana benzeyen, hareketiyle makineden farksız; eli, kolu, yüzü olan yazılım ürünü bir tür meydana gelmiştir. Çekçe’ de, hizmetkârlık, angarya ve köle anlamlarına gelen, “rab” kelimesi İngilizce’ ye “robota” olarak geçmiş ve dünyaya adını duyurmuştur.
BATI’NIN ROBOT İHTİYACI
Madde planında buhranından kurtulmuş Batı demişken, ruh planında helâkını hızlandırmış, aramayışı bulamayışlar çerçevesinde haliyle mutlak bir doğru, uğruna yaşanacak bir mana bulamamıştı. Maddenin gelişimiyle, bir yandan sözgelimi bilim ve teknikte çığır açıp materyalist bir anlayışı ideal haline getirirken, bir yandan da, malum ideolojiler vesilesiyle bireyselliğe sürüklenmiş bir toplumdan söz etmek mümkündür.
Büyük saadeti yalnızlıkta sanan bir toplumun asıl felaketi olan bu durumda, çözüm getirmesi beklenen ilk seçenek, yaşanmaya değer hayatı, İslam ruhunu bulmak keyfiyeti iken, ikinci seçenek ise yalnızlıktan çürümeye yüz tutmuş ellerine, yük taşıdığı omuzlarına; ellerinden tutsun, yükünü hafifletsin kabilinden, sahte derdine arkadaş, sahte yoluna yoldaş ve saadet zannedilen felaketin ürünü, makineden kölelerdi. Nitekim Hakk’ı bulamayan toplum, haliyle ikinci seçeneğe yöneldi.
Saadet zannedilen şeyin, yani yalnızlık mefhumundan uzaklaşmak için yapılan bu atılımın, kendini saksıdaki bir çiçeğe adamış kimsesiz nine gibi her sabah “günaydın çiçeğim” le başlarken gününe, her geceye “bugün de bitti sevgili çiçeğim” le biten cümleler kurmaktan ne kadar farkı vardı ki?
Peki, asıl felaket? İnsanın insana olan muhtaçlığını giderebilmek pahasına, aklını biraz daha az, kuvvetini biraz daha hafif kullanmak için kendini bir makineye adamış insanlığın kendine benzer bir mekanizma oluşturmaya çalışırken çaresizliğini, bütün ilimlere rağmen acizliğini idrak edememesi, çaresini yine insanın kendinde bulmak, insan denen mekanizmayı tanısa, onun yaratıcısı olan Allah’ı tanıması da an meselesi olacak bir durumda makineyi putlaştıran kendini tanrılaştıran ve yoğun bir istiğna duygusuna kapılması insanın asıl felaketi değil miydi?
Nihayet bugün… Hakikati İslam’da olan nice öğüt ve nice fiiliyat bugünün rahat düşkünü Müslümanlarının unuttuğu, bilse de bilmezlikten, görse de görmemezlikten geldiği ahlakların birçoğunu hakikatten nasibini almamış fakat batıl olsa da bir şeye iman etmiş insanların alanı içinde olduğu malumdur. Onlardan yalnızca biri Peygamber Efendimiz (sav)’in hadisi şerifi olan: “İki günü birbirine eş olan ziyandadır.” düsturunun özü İslam’da olmasına rağmen, batının batıl imanları için uyguladıkları bir ahlak haline geldiği şüphesizdir.
Bugün tüm insanlığın kulağında ve artık dilinde olan bir ses var. Bu ses, insanlığı “Bu kadar da olur mu?” diyecek hale getirdi. İlk robotu 1954’te icat eden batı, o günden bugüne durmadan, üstüne geliştire geliştire robotu öyle bir seviyeye getirdi ki, artık sahip çıkılamaz bir hale geldi. Artık, asalak bir mekanizma olan, sadece talimatla çalışan ve bozulma ihtimaline karşı örneğin, bilinçsiz çalışmakta olan bir insansız hava aracının emre itaat etmeyen, “başına buyruk” kişilerce kullanılması sonucu günahsız bir bölgeye saldırabilme ihtimali üzerinde durulduğunda, bu aracın veya bir robotun muhtaç olduğu bir şey vardı ve robotların bu çığlığına kulak veren hayırsever bilim adamları isteklerini karşılıksız bırakmadı.
İşte bugün… Somut adımları görülen, insanlık için bir merak ve bilmece konusu olan, ekonomiden, siyasetten daha fazla konuşulur hale gelen bir ses… Bilgisayımsal zekâ teorisini savunan Thomas Hobbes’un, Descartes’in hayali… Robota akıl, robota fikir, robota zekâ… Batılının deyişiyle Yapay Zekâ…
Müthiş derecede istiğna duygusu pohpohlayan bu gelişmelerin, ateizmin önünü daha da fazla açacağına inancım tam... Peki ya, Allah (C.C)’ın diğer varlıklardan en üstün yarattığı insanı, diğerlerinden ayıran en mühim özelliği aklı ve ruhudur değil mi? Söz gelimi, ruhu reddeden bir dünya için robota zekâ verme düşüncesi, kuru mantık ve aşağılık materyalist anlayışın insandan farkı olmayan bir varlık oluşturabilme isteği, materyalizm davasının ulaşabileceği en uç noktası olsa gerek… Batı dünyasının ulaşmak amacında olduğu en son noktada, Allah’ın yarattığı ve onların kabullenmediği, hakiki aklımız ve ruhumuzla, bekliyor olacağız.
Tam olarak bu noktada, Doç. Dr. Ebubekir Sifil hocamızdan aldığım bir cevabı burada belirtmek yararlı olacaktır:
- İnsan kendisinden daha zeki bir varlık ortaya koyarsa bu yine insanın zekâ, yetenek ve maharetiyle olacağından, Allah Teâlâ’nın insana ne üstün bir mevki bahşettiğinin delili olur. Buradan “şirk” çıkarmak olsa olsa insanı ve onun yaratıcısını hakkıyla takdir edememekten kaynaklanan bir “arızalı” bakışın marifeti olur.
Bence, bahiste asıl üzerinde durulması gereken nokta, bu meselenin yol açacağı teolojik neticelerdir.
Eğer insan kendini ve Rabbini unutur da kendisine “bahşedilen” yetenek ve zekâyla vardığı ve varacağı zirveler sebebiyle kendinde ulûhiyet vehmederse, asıl felaket işte o noktada ortaya çıkar. Nitekim insanoğlunun bilimde ve teknolojide kat ettiği gelişmelerin altında yatan ve seviye yükseldikçe ağırlığı artan “istiğna” duygusu şimdiden ürküntü verici yönelimlere kapı açmış durumda.
Bu işin bir “ahlakı, ilkesi, kırmızı çizgisi” var mıdır? Asıl soru budur.
ANLAYIŞA TOPYEKÛN RED, TEKNOLOJİYE İSTİKAMET
Evet, bu işin bir ahlakı, ilkesi, kırmızı çizgisi var mıdır? Asıl sorumuz, hakiki manada asırlardır çizgisini koyamadığımız, bu minvalde, İslam’da esas olan itidal meselesini bu sahada tatbik edemediğimiz, teknolojinin batının elinde gelişmesi ve bize öğretilmesinden mülhem, İslam manasında ahlak, ilke ve kırmızı çizgisinin gözetilmemesi, son noktada, İslam’ın ve toplumun hizmetine sunulması gerekirken, batının amaçlarına hizmet noktasında teknolojinin rol üstlenmesi asıl sorunumuz değil midir ki zaten?
Dün, insanlığın her işini yaptırmak istediği, yükünü hafiflettiği, insan ne isterse istediğini ona verecek bir yapay cennet hayaliyle yanıp tutuştuğu besbelliydi. Ölümü, bir son olarak gören ve her şeyin bu hayat olduğuna inanan bir toplumun hayali, insanın hiçbir iş için uğraşmadığı, evinde oturup dünyayı gezdiği, internetine bir saniyeliğine açıp istediği bilgiyi kazanması ve daha nicesi cennet hayalinde büyük atılımları olduğu şüphesizdir. Bu anlayışın mahsulü olarak karşımıza çıkan yeni teknoloji ürünlerin üreticileri ve onları dört gözle bekleyen ‘’madde bağımlısı’’ takipçileri, insanlara hizmet noktasında zirveye ulaşmış olan “Yapay Zekâ Yardımcılar Ordusu” ndan maddi planda insandan farksız olmasını ve hayatın her alanında bilgi, deneyim, pratikte insana ihtiyacı olan hiçbir müessese kalmamasını hedefliyorlar ve bu amaçlarını dünyanın her yerinde kulak zarlarımızı yırtarcasına bağırıyorlar.
O vakit, Batı dünyasının geliştirdiği bu ‘’insan dostu’’ teknolojik gelişmelerin ahlakından, ilkesinden, manipülesinden sıyrılmakla beraber, onlara: “Biz sizin ahlakınıza, felsefenize, topyekûn olmayan mana ve anlayışınıza karşıyız!” ihtarını verdikten hemen sonra, insana ve İslam’a hizmet edici, bütün müesseselerin asıl ihtiyaçlarına, insanımızın yegâne maddi sorunlarına inerek, bugünkü bilimi, teknolojiyi en iyi şekilde takip edebilmek, yazılımı geliştirebilmek, bugün artık geri kalmamayı, yarın önüne geçmeyi hedefleyen, fikir, irfan, ihsan sahibi bir Müslüman mühendisler takımı nerededir? Asıl olan, bütün veçheleriyle, Allah’ın en üstün varlık olarak yarattığı insanın, “dünya ahiretin tarlasıdır” anlayışıyla, genelde bilimi, teknolojiyi; özelde, robotu, yapay zekâyı sahiplenmesi, ahlakını ve hududunu belirlemesidir. Hakiki manada insana, Allah için hizmet etmek hedefiyle, bütün “arızalı bakış” lardan sıyrılarak, İslam İstikamet sınırları içinde, Teknoloji istikameti…
YAPAY ZEKÂNIN ADALETİ Mİ, ADALETİN FELAKETİ Mİ?
Nihayet hayatımızın her alanına temas eden yapay zekâ, adalet ve hukuk dalına el atmak durumunda kaldı. Çünkü bütün bilgi yükü ve beyniyle yapay zekâya hukuk kanunları yüklendiği vakit, unutmayan, çözümleyen, olayın matematiğini yapan bir varlığın karşısında, unutan, hata yapan, tembellik yapmaya meyilli, uyuyan, insanı kayıran, rüşvet alabilen, devlet ve hükümetin baskısında olabilme ihtimali olan bir insan duruyordu. Tabi ki hukuk düzeni ve insanlık bu kötü özellikleri üzerinde taşıyan, kanun papağanlığı yapan bu hâkim sınıfına karşı, yapay zekânın adaletine güvenecek durumuna gelmişti bile.
Şimdi bir dünyada ses getiren ve bir de Türkiye’de ses getirmeyen iki habere göz atalım:
Yapay zekâda son aşama: 'Robot yargıç'
İngiliz bilim adamlarının yapay zekâ teknolojisi ile 'robot yargıç' geliştirdi. Yapay zekânın son ürünü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) görülen davalardan yüzde 79'unun hükmünü doğru tahmin etti.
Londra'daki UCL Üniversitesi ile Sheffield Üniversitesi'ndeki bilgisayar mühendislerinin geliştirdiği algoritma, davaları hem yasal hem ahlaki boyutlarıyla inceleyebiliyor.
Algoritmayı geliştiren ekip, yapay zekâsı olan bir bilgisayara AİHM'de görülen 584 davayı yükledi.
Bilgisayar da ortada bir insan hakları ihlali olduğunda; bazı ifadelerin veya bilgilerin dava metinlerinde daha sık kullanıldığını tespit etti.
'Robot yargıç' 600'e yakın davanın hükümleriyle ilgili tahminlerde bulundu.
Neredeyse her beş karardan dördü doğru tahmin edildi
'Kolaylık sağlayabilir'
Araştırmayı yöneten UCL'den Dr. Nikolaos Aletras, "Yapay zekâ üzerinde büyük bir ilgi var ancak (yapay zekânın) yakın bir gelecekte yargıçların veya avukatların yerine geçebileceğini düşünmüyoruz. Yine de yapay zekâ davaların yapısını daha hızlı algılayacağı için kullanışlı olabilir. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne göre hak ihlalinin yaşandığı davaları bulmakta kolaylık sağlayabilir" dedi.
Uzmanlar 60'lı yıllarda, gelecekte makineler sayesinde dava sonuçlarının tahmin edilebileceğini öngörmüşlerdi.
Araştırmanın bir sonraki aşamasında ise uzmanların sisteme daha fazla veri yükleyecekleri belirtildi.
"Sistemin tanıklardan ve avukatlardan gelen ifadeleri de algılayabilmesi için bir engel yok" dedi.
Ankara Barosu Yasa İzleme Enstitüsü bünyesinde Yapay Zekâ Hukuk Merkezi kuruldu. Merkez bu alanda bir ilk olma özelliğini taşıyor.
6 ŞUBAT 2019 tarihinde kurularak faaliyetlerine başlayan Yapay Zekâ Hukuku Merkezi, yapay zekânın hukuka ve yargılama sistemine uygulanmasına ilişkin mevzuatın altyapısını oluşturacak, nisan ayından ilk çalıştayını yapacak. Çalıştayda, “Yapay Zekâ hali hazırda hangi alanlarda kullanılıyor? Kullanılan bu alanlarda mevzuat dayanağı var mı yok mu? Yoksa nasıl bir mevzuat olmalı” sorularına yanıt aranacak. Ankara Barosu Yasa İzleme Enstitüsü Yapay Zekâ Merkezi, bu alanda bir ilk olma özelliğini taşıyor. Hürriyet’in sorularını yanıtlayan merkezin Başkanı Avukat Ali Altay, özetle şu bilgileri verdi:
DİNLİYOR, HÂKİME RAPOR VERİYOR
“ABD’deki uygulamada, yüklenen algoritma sayesinde yapay zekâ, sanığı hâkimle birlikte dinliyor ve hâkime sanık hakkında ‘suç işleme eğilimi vardır’, ‘doğruları söylemiyor’ şeklinde raporlar veriyor. Ancak hâkim kararını verirken yapay zekânın verdiği bilgileri esas almak zorunda değil. Türkiye’de ise böyle bir uygulama henüz yok. Eğer Türkiye’deki yargılamalarda benzer bir yapay zekâ kullanılacaksa merkezimiz buna ilişkin mevzuatın nasıl olması gerektiğine dönük çalışacaktır.
FELSEFECİ GÖRÜŞ BİLDİRMELİ
‘Yapay zekânın ürettiği adalete, adalet demek mümkün olacak mı’ tartışması, tek başına hukukçuların tartışması olamaz. Burada bir felsefecinin bir şey söylemesi lazım. Yapay zekânın insan–insan, insan–toplum, insan–doğa ilişkilerini kökten değiştirecek olgu olmasıyla ortaya çıkacak yeni sözcükler, tanımlarla ilgili bir felsefecinin görüş bildirmesi lazım.
YAPAY ZEKÂ ŞİRK KOŞMAK MIDIR?
Bazı ilahiyatçılar yapay zekâyı şöyle tartışıyor; ‘Tanrı’nın yarattığı en zeki varlık, insandır. İnsan kendi eliyle kendinden daha zeki bir yarattık ortaya çıkarırsa bu tanrıya şirk koymaktır.’ Bir ilahiyatçı buna bir şey demeli... İktisatçı da var aramızda. Yapay zekâ yakın gelecekte, en geç 10 yıl sonra muhteşem bir işsizlik yaratacak. Ortaya çıkacak işsizler ordusu için Avrupa ‘Her ülke kendi vatandaşına vatandaşlık maaşı bağlansın’ görüşünü savunuyor.
İDARİ YARGIÇA GEREK KALMAYABİLİR
Yapay zekâlı robotların üretimde kullanılması ile bir bolluk meydana getirecektir. Mal bol olacak, ancak işsiz kalan insanlar bunu alamayacak. Peki, ücreti nasıl belirlenecek, nasıl kâr edilecek? Tüm bunları bize ekonomistlerin anlatması gerekiyor. Yapay zekânın ortadan kaldıracağı meslekler sıralamasında ilk iki sırayı tıpçılar ve hukukçular alıyor. Bana göre yapay zekâ adli sisteme uygulanması halinde ilk yok edeceği alan idare hukuku alanı olacaktır. İdari yargıçlara gerek kalmayabilir.”
İlk robot avukat ROSS'tan sonra yeni geliştirilen yapay zekâ yargıç...
Geçenlerde yapay zekâ ve hukuk isimli bir konferansa katıldım. Yüzlerce hukuk öğrencisi topluluk ve karşısında bilişim hukuku alanında profesör olmuş, bir şeyler anlatmaya çalışan yenilikçi abimiz ve ona benzer konuşmacılar... Bir an olsun düşündüm. Bu insanların yapay zekâdan beklentisi nedir? Neyi savunuyorlar? Ne istiyorlar? Ve şu konuşmayla karşılaştım. Yenilikçi profesör abimiz diyordu ki: " arkadaşlar batılı bilim adamları bu işi çözdü. Artık, emir almayan, siyasi parti tutmayan, ailesi, arkadaşı olmayan, dini, rüşveti olmayan, hüküm verirken sürülme korkusu, toplumsal tepkinin neticesi yanlış karar verme ihtimali olmayan ve en önemlisi kanunu unutmayıp, vicdan planında hatası olmayacak adil bir yargı sistemi gelecek." Evet, bunu söyleyen bir Türk hukukçu profesörümüz ve karşısında ona kulaklarını dikmiş, ağzı şaşkınlıktan açılmış adalet aşığı öğrenciler... Kulağa hoş gelen bu söylemler sanki bir filozofun idealar âleminde oluşturduğu bir hukuk sistemini andırıyordu... Peki, tam o anda, bu konuşulanlar neden benim kulaklarımı rahatsız ediyordu? O sözleri duyarken kulaklarımdan, ikinci bir ses olarak, sanki yarını görürcesine, '' bu yapay zekâ hâkimler olmadan biz nasıl adalete karar veriyorduk ya?" diyen hukukçuları görüyordum.
Ve defaatle üzerinde durulan şu söz: "sakın yanlış anlamayın, yapay zekâlar yalnızca bize yardımcı olacak. Bu dediklerimiz sadece idealimizde istediklerimiz ve çok yakın"
Dünü görüp tahlil etmemiş, bugünün derinine inip yarını düşünemeyen bir insan topluluğu için, ne kadar da keyif verici bir haberdi bu... Telefon denen alet yeni çıktığı zamanda, ne kadar faydalıydı insana değil mi? Müthiş yardımcılık... Ve sonunda gelen, ona mahkûmluk da neydi? Nedendi?
Tefekkür cehdi kardeşlerim... Tefekkür cehdinin kıyısından köşesinden geçen bir insan için ne kadar doğruydu hayat... Profesörümüz var, mühendisimiz var, artık yapay zekâmız bile varken, neden mesut etmiyordu hayat bizi? Diye düşünürken bana çözümü gösteren bir yazıyı görmeyi nasip etti Allah. Necip fazılın dilinden dökülen, hesaplaşma kitabından bir bölüm:
Bu profesörler bize çağdışı derler!.. O noktayı atlamıştım, şimdi geldi hatırıma… Çağ dışı! Dedi ve sanki halletti, bitti. Bizi tavuk kümesi gibi bir kümese soktu, aklınca… Bu adamlara evvela sormak lazım: Ya çağ nedir? Sen çağımızı tanıyor musun? Çağımız nedir? Nereden geliyor? Çağ, senin için bir televizyon seyretmektir, bir bilmem nedir, bir şudur, bir budur, filan… Sen çağın buhranını biliyor musun? Bugün, bu çağ felsefesinin(angs-filozofi) diye anıldığından haberin var mı? (Rosenberg)i okudun mu? (Haydeger)den malumatın var mı? (Ekzistansiyalist)leri biliyor musun? (Blondel)i okudun mu? Ya makinenin insanları nereye götürdüğünü? Bir gün elektronik beynin çıkıp da senin beynini deleceğini biliyor musun? Biz senin ne gözünle ne de dürbününle takip edemeyeceğin kadar ileri bir alemdeyiz!... Sen ona, tabii, arkandaki gözle bakınca, geri diyorsun!... (Hesaplaşma Sayfa: 43-44)
Hakiki mütefekkir bakışı ve dünü, bugünü okuyup, yarına hazırlanma duygusu. Sene 1983... Elimizin altında olup kullandığımız bu teknolojik aletlerin en basitinin bile zor olduğu bir zamanda, elektronik beyinden bahsetmek de neyin nesi? Dün onu görüyor olsaydık, belki bugün çözümünü bulurduk.
Adaletin, "ad" ve "soyad" ların tekelinde olduğu bu devirde, rüşvetin kol gezdiği, toplumsal tepki ve bireysel çıkarla işletilen, çözümünü İslam’dan uzaklaşıp batıda bulmaya çalışan bu sistemin yegâne çözümü, insandan habersiz, insanlık duygusundan, vicdandan, merhametten yoksun, aile görmemiş, hayatın suyundan tatmamış bir robotun adaletini dört gözle beklemek. Adaletin felaketi…
Bu kadar bilim ve teknolojiyle meşgul olan insanların, bir yapay zekâ yargıcın yazılımına girilip, "ad ve soyad" a göre karar verilmesi, yazılımcıya rüşvet, tepkiye göre karar, Bireysel çıkara göre hüküm verdirilmesi ihtimalini düşünememesi, kör madde bağımlısının işi değil miydi?
Son söz sadedinde:
Bütün insan yapımı ürünlerin karşısında, her zaman yararının zarara çevrilebilmesi bu kadar kolayken, insanlığın ürünü olan aletlerin " ideal insan tipi " haline getirme çalışmalarına karşı, insanı hakiki insan haline çevirebilen sistemin gelmesi dileğiyle...