Mealciliğin Zarfı Mazrufu: Kuran Bize Yeter mi?

Yazan: 04 Aralık 2021 1290

Evvela iddiamızı baştan belirtelim: Şeytanı filmlerdeki gibi garip bir varlık olarak düşünmeyelim. Şeytan, Hadis-i Şerifte de buyurulduğu üzere, tahtı üzerinde çetesini yöneten bir suç örgütü lideridir. İblis, Adem babamızdan beri insana ve İslam’a çeşitli oyunlar, planlar kurgulamıştır ve el’an kurgulamaktadır. Bunların başında Lutilik, kumar, faiz gibi insanı mefluç eden ve selefi, şii, reformist görüşler gibi İslam’ı tahrif eden projeler mevcuttur. Saydıklarımızın hepsi, insanın nefsinin azdırılması ve kibretmesiyle sonuçlanmaktadır.

Eğer şeytanı bu haliyle kavrayabilirsek oyunlarını görebilir ve üstesinden gelmeye başlayabiliriz.

Şimdi bizim iddiamızdan, mealci (Kurancı) denilen ehli bidat fırkanın iddialarına geçelim. Onlar der ki; insan her şeyi aklıyla kavrayabilir, anlamlandırabilir, anlayabilir ve böylece Kuran’dan içtihad ettiği (çıkardığı) doğruyu uygulayabilir. Onlara göre hiçbir mezhep imamına ve alime ihtiyaç yoktur. Bakalım öyle miymiş.

Kuran’ın Türkçe’ye çevirisinde hiçbir hata yapılmadığını farz etsek dahi meal okumak doğru sonucu vermez. Evvela insan bir metni okuduğunda bu yazıyı yorumlamamak gibi bir lüksü yoktur yani insan nasıl düşünmeden duramazsa bir ayeti okuduğunda da onu kendi zihin dünyası çapında anlamlandırır, anlamak durumunda kalır, anladığını sanar. O ayet meali ise zihnine okuduğu ve anladığı şekliyle yerleşir.

Misalen; Yasin Suresi 12. ayet mealinde geçen “Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz'da) bir bir kaydetmişizdir.”

Ayetini okuduğumuzda Allah’ın ölüleri nasıl dirilttiği, onların yaptıklarını nasıl yazdığı ve Levh-i Mahfuz’un sanki de sayfaları olan bir kitap olduğu kafamızda canlanır. Halbuki bunlar Allah’ın kastettiği şekilde kafamızda canlanmamış olabilir. Çünkü zihnimizdeki diriltme, yazma, kitap gibi kavramlar dünyada gördüklerimizle sınırlıdır. Bu yüzden biz bir ayeti kerimeyi okuduğumuzda o ayet zihnimize Allah’ın rızası şeklinde yerleşmez de insanın anladığı şekilde yerleşir.

Bunlar basit gibi görünse de Kuran anlaşılabilecek ve anlaşılamayacak nice ayetlerle doludur. Onları anlamaya ve açıklamaya da Resulullah (s.a.v) Efendimizin yorumu/tefsiri gerekir. Nitekim ayet-i kerimede “Nitekim, kendi içinizden size âyetlerimi okuyan, sizi (kötü inanç, fikir, söz ve fiillerden) arındıran, size kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bakara/151)

“Sana bu zikri (Kur'ân'ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayâsın, tâ ki düşünüp öğüt alsınlar.” (Nahl/44) buyurulmaktadır.

Ayetlerden de anlaşıldığına göre demek ki bazı ayetlerin tefsirine Resûlü'nün izahı olmadan ulaşmak mümkün değildir.

Tabii ki biz, insanlar Kuran okumasın demiyoruz. Kuran evvela Resulullah (s.a.v), Ashab-ı Kiram, mezhep imamlarımız, alimler ve Allah dostlarının anladığı, tefsir ettiği şekliyle anlaşılsın istiyoruz. Çünkü bu konuda eğer yorum yapılacaksa kendisine bizzat ayet inen Resulullah (s.a.v), ayetlerin nüzulüne şahitlik eden Ashab-ı Kiram ve bu ilimleri iyice öğrenip derleyen mezhep imamlarımızdan öğrenmek aklen de en uygun olanıdır.

3.mealciligin.zarfı.mazrufu.1

Bazılarının zannettiği gibi Kuran bize yeter demenin, daha doğrusu bu cümlenin altında yatan “Kuran bize yeter, biz onu kendimiz anlayıp yorumlayabiliriz, Kuran’ı anlayıp yorumlamada Resulullah’a (s.a.v), Ashab-ı Kiram’a (r.a) ve alimlere (r.h) de gerek yoktur.” cüretkarlığının yanlışlığını Asr-ı Saadet’in hemen akabinde yaşanmış şu örnekle gösterebiliriz:

Efendimiz’in (s.a.v) ahirete irtihalinden sonra Hz. Muaviye’nin hilafetinde, İslam ordusu fetih maksadıyla İstanbul surlarının önündeydi. Savaş uzamıştı ve fetih zorlaşmıştı. Erlerden birisi şecaatle düşman saflarına atıldı, güzel çarpıştı fakat şehit edilmesi gecikmedi. Bunu gören genç mücahitlerden birisi Bakara Suresi’nde geçen, “(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.” ayetini delil göstererek bu hareketin de kendi kendini tehlikeye atmak olduğunu ve Kuran-ı Kerim ile çeliştiğini söyledi. Bu durum çevresindeki topluluk arasında bir görüş ayrılığına sebep oldu.

İstanbul’un manevi mimarı ve Efendimiz’i Medine’de misafir eden sahabesi Ebu Eyyûb el-Ensari Hazretleri de olanları duydu ve hakikati gün yüzüne çıkarmak için söze karıştı, nitekim o devirde Efendimiz’i gören ve yaşayan sayılı sahabelerdendi: “Biz bu ayeti daha iyi biliriz. Çünkü bu ayet, bizler hakkında indi. Resulullah (s.a.v) ile beraber yaşadık. O’nunla beraber çok hallerle karşılaştık. O'na yardımcı olduk. Neticede İslâm galip geldi. Ensar olarak bir araya toplandık. “Allah bize, Resulü’ne Sahabî olmayı, O'na yardımcı olmayı nasip etti. Artık İslâm galip geldi, Müslümanlar çoğaldı. Biz O'nu, çoluk çocuk ve mala tercih etmiştik. Artık savaş bittiğine göre, bahçelerimize, evlerimize, çocuklarımıza dönelim, onlarla yaşayalım.” diye konuştuk. İşte bizler böyle bir halde iken, bu ayet nâzil oldu.” (İbn Kesîr, I, 331; Ebu Davud, Cihad, 22; Tirmizi, Tefsîr, 2/19)

Öyle anlaşılıyor ki, tehlike ileri atılmakta değil, geri kalmaktadır. Yani bu ayet şu kasıtla indirildi; İslam tüm dünyaya hakim olması gereken son dindir ve Müslümanlar da bunu hakim kılmak mesuliyetindedir. Mekke’yi fethetmiş, Arap yarımadasına hakim olmuşken İslam’dan önceki işlerinize geri dönerek cihattan yüz çevirirseniz kendi elinizle kendinizi ateşe atmış, asıl baki hayat olan ahiretinizi yakmış olursunuz!

Örnekte de görüleceği üzere Tabiin’den olan genç mücahit, ayetin tefsirini bilmeden, mealini yorumlamış ve hataya düşmüştür. Hatta öyle bir hata ki iyi niyetle yapılmış olsa da, yanlışlık hemen Eyyûb el-Ensari tarafından aydınlatılmasa İslam’da cihat kurumunun içinin tamamen boşaltılabileceği sonucunu doğurabilir.

Başka bir açıdan bakacak olursak, örneğimizdeki Kuran’ı aklınca yorumlayıp hatalı yorumu yapan genç mücahit efendimiz bir Araptı. Kuran’ı indirildiği dilde konuşup anlayabilmekteydi. Hatta ayeti ezbere bilip okuduğuna göre ilmi dolgunluğa da sahipti. Art niyetli de değildi. Sadece ayetin tefsirini, Allah’ın o ayetteki maksadını, ayetin nüzul sebebini ve Efendimiz’in o ayet hakkındaki yorumunu bilmemekteydi ve yanlışa düştü. Kaldı ki ayetin Arapça’dan Türkçe’ye çevirisinde hakiki manasının bozulması ve ayetin alim olmayan kişilerce yorumunun yapılmasında hata oluşmasın.

Kuranı Kerim’in tefsire ihtiyaç duyduğuna başka bir örnek verecek olursak deriz ki; Bakara 223. ayeti celilesi (Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın...) nazil olduğunda bunu işiten büyük bir Sahabe Efendimiz hanımı ile ters ilişki yoluyla münasebette bulunmuştur. Sonrasında Efendimiz’e gelerek durumu açıklayıp ayetin tefsirini dinlediğinde, ayetin kendi anladığı gibi değil tam tersine, kadınların bir tarlaya benzetilmesiyle; tarladan verim, mahsul alınacağı, mahsul alınamayacak yoldan ilişkinin haram olduğunun anlatılmak istendiğini görmüştür. Yani çocuk doğumuna vesile olacak yoldan münasebet helal görülmüş, ters ilişki yasaklanmıştır.

Ayete zahiren bakıldığında ise tam aksinin anlaşılabilmesi normaldir. Yani görüyoruz ki ayete bizim yetersiz ilimle ve kıt aklımızla bakıp yorumlama yapmamız, kendimizce fıkıh çıkarmamız bizi Allah’ın rızasının dışında bir din anlayışına götürecektir. Günümüzde yaygın olan mealperest sözde hocalar, insanları Kuran meali okumaya (ve kendi akıllarıyla anlamaya) teşvik ettiğinden, toplumu bu fiili ve diğer haramları işlemeye de sevk etmiş oluyorlar.

Halbuki örnek olayda da görülüyor ki insanın kendi aklı, bazı ayetleri daha alim birinden tefsir etmedikçe anlamaya kadir olamayabilir. Hele ki büyük, alim bir Sahabe efendimiz bile ayetin yorumlanmasında yanlış yaptıysa günümüz insanlarının yapmaması kaçınılmaz gibidir. Belki de Allah (c.c) bu hatayı o büyük Sahabe efendimize işlettirerek bize de böyle bir örneklik teşkil ettirmiştir. Yani bu büyük Sahabe efendimiz bile Kuran’ı yanlış anlayabildiyse, Kuran’ın anlaşılmasında bir alime muhtaç ise ahir zaman ümmeti de Kuran’ın anlaşılmasında kesinlikle tefsirini iyi bilen bir alime muhtaçtır.

3.mealciligin.zarfı.mazrufu.2

Sonuç olarak diyoruz ki “Kuran bize yeter” söylemi şeytani bir akıl tarafından kurgulanmış veya bizzat şeytan tarafından bir kulağa fısıldanmıştır. Zahiren doğru, aksini iddia etmek mümkün değilmiş gibi görünse de hadisler Kuran’ı tamamlayıcıdır. Kuran-ı Kerim, Efendimiz’e (s.a.v) indirilmiş ise Efendimizce açıklanmaya muhtaçtır. Aksini iddia eden anlayış itiraf etmese de, Peygamberimiz’i, bize Kuran’ı getiren bir posta güvercini gibi görmektedir. Yanlışlığı ve fitnesi barizdir. Kendileri, sadece Kuran’a tabi oluyoruz deseler de Kuran’a da uymadıkları, onu nefislerine uydurdukları yine Kuran’da sabittir. Nitekim ayeti kerimede buyurulmuştur: “(Ey habibim) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın...” (Al-i İmran/31)

           “Biz sana Kitap’ı indirdik ki, hakkında ayrılığa düştükleri şeyi onlara açıklayasın ve inanan bir kavim için, (o kitap) yol gösterici ve rahmet olsun.” (Nahl 64) Yani evvela ayetlere sonra da hadislere tabi olunarak İslam yaşanabilir, bunun da delili Peygambere tabi olunmasını emreden onlarca ayet bulunan Kuran’ı Kerim’in ta kendisidir.

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi