İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
İnsanlık bugün çeşitli ideolojilerin kapanına kısılmış yığınlar gibi… Ve gene insanlık, yatağından taşarak akan bir derenin kuvvetiyle selin içinde sürüklenen kütükler gibi cehenneme sürüklenirken, bizim o derenin kenarında oturup seyretmemiz, cehenneme gidenlere bakıp güneşlenmemiz veya onlara sitem etmemiz, vicdan sahibi bir insan için kabul edilebilir değildir. Bu sözlerimden bizim kurtuluşa erdiğimizi iddia ettiğim zannı çıkmasın. Söylemek istediğim La İlahe İllallah Muhammedün Resulullah hakikatine iman etmiş olmaktır. Yoksa ne bizim son nefeste imana garantimiz vardır ne de onların akıbetinin cehennem olduğunu söylemeye haddimiz. Lakin bizler cari durumu nazar-ı itibara almak zorundayız.
Gelelim inkâr deresinin kenarındaki Müslümanın neler yapması gerektiği sorusuna. Bu soruya yüzlerce farklı cevap verilebilir, hepsi sonuca götürücü ve hakiki olabilir. Bütün bu cevaplar içerisinden benim bu yazıda ele almak istediğim ise “Medeniyet inşası ile tebliğ”, diğer bir ifadeyle Medeniyetin cazibesi ve bu cazibenin insanları ilahî hakikatlere vasıl etmedeki rolü…
Resulü Kiram Efendimiz (sav) ehli küfrün hakimiyetindeki ismi Yesrib olan kenti İslam ile müşerref kılınca adını Medeniyetin kökü olan ‘Medine’ yaptı. Ve orda mimarisiyle, ahlakıyla, çarşı-pazarıyla, adaletiyle ve yaşantısıyla yeni bir ’Medeniyet’ kurdu.
Ecdadımız Selçuklu ve Osmanlı Diyar-ı Rum’u Anadolu yaparken, Diyar-ı Rum’un şehirlerini de Konya, Diyarbekir, Erzurum, Sivas ve Bursa yaparken yine aynı yolu izledi. Anadoluyu huzurun, güvenin, adaletin ve ticaretin merkezi yaparak aynı zamanda Yorgoları ve Hansları da İslam’a özendirdi.
Ertuğrul bey Söğütte kuyu kazdırıp içme suyu sorununu çözünce Gayri Müslimlerin topluca Müslüman olmasına vesile oldu. Fatih Sultan Mehmet, galata beyannamesi ile Gayri Müslimlere eman verdi. Dönemin Gayrı Müslim ahalisinin kardinal külahı yerine Türk sarığını görmek istemelerinin nedeni İslam medeniyetinin huzur veren nefesiydi. Fatih’ten sonra gelen sultanlar da İstanbul’u medeniyetin başkenti yaptı ve bu yolu sürdürmeye devam etti.
Zaman geçti, devran ve nesil değişti. Medeniyetin yüzü bu topraklarda kabuk tuttu. Batıda, Avrupa medeniyeti(!) inşa edildi.
Tanzimat sonrasında zirveye ulaşan batı hayranlığı rüzgarlarının Osmanlı’nın ruh köküne bigâne sözde Osmanlı entelijansiyası üzerinde sert estiği dönemlerde Ziya Paşa der ki:
“Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler kaşaneler gördüm.
Dolaştım mülk-ü İslam’ı, bütün viraneler gördüm.”
Ahlaksız da olsa batı medeniyetinin madde planındaki terakkisi insanlara cazip göründü. Ne cazibe ki en az 150 yıldır cezbe halindeyiz.
Şimdi yatağından taşmış dereye geri dönelim. O dere etrafında öyle bir Medeniyet inşa edelim ki yüzme bilmeyenler kıyıya doğru kulaç atsın, medeniyetimizin cazibesi boğulanlara umut olsun.