İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Anadolu’daki gayri-Sünni çevreler nasıl teşekkül etmiştir ve bu zümrelerin “heteredoks” terimi ile ifade edilmesi uygun mudur?
Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın 11.yy’da Bizans’ı yenerek Türklere Anadolu topraklarını açmasıyla ve ardından 13.yy’da Moğol baskısı sebebiyle, Anadolu’ya şehirli, konar-göçer, yarı göçebe gibi farklı kültürlerden birçok Türk zümresi gelmiştir. Bu Türk topluluklarının çoğu özellikle konar-göçer bir yaşam tarzı sürdürenler Müslüman olsa da bir kısmının İslam anlayışı genel kabul görmüş anlayışın dışında yer almaktaydı. Bu durum İslam ile tanışmış bazı konar-göçer Türk kabilelerinin imkanlarının yetersizliğinden ve zor yaşam koşullarından dolayı İslam’ı tam anlamıyla idrak edemediklerinden mülhemdir. İslam inancını Medrese müderrislerinden kitabi olarak değil şifahi olarak öğrenen bu topluluklar doğal olarak eksik kalan noktaları kendi eski inançları ile tamamlamışlar ve böylece Şamanik ve Tengrici ögeler içeren senkretik bir inanç sistemi ortaya çıkarmışlardır bu da bahsi geçen Anadolu’daki heteredoks zümrelerin temelini oluşturmuştur. İslam’ı yeni kabul etmiş bahsi geçen bu zümrelerin senkretik inançlarına Kazak Kırgızlarının “yog” adıyla bilinen cenaze törenleri örnek verilebilir Abdulkadir İnan bu törenlerin birine bizzat katıldığını zikreder ve kaleme aldığı makalede bu törenden bahseder.[1] Bu tören esnasında İnan’ın aktardığı üzere hocalar ve hafızlar Kuran okurlarken bir yandan da ölünün mezarına kımız saçılır, et parçaları atılır, kesilen hayvanın yağlarından parçalar alınıp “tiyebirsin” (ölüye değsin) diyerek ateşe atılırmış. Kuran’ı kerim okuyan hafızlar ile ağıt yakan kadınların sesleriyse birbirlerine karışırmış.
Peki bu toplulukların heterodoks olarak ifade edilmesi ne kadar doğrudur? Ahmet Yaşar Ocak’a göre “hetorodoksi” teriminin anlamı konusunda Türkiye’deki bilim çevrelerinde iki yanlış dikkati çekiyor birincisi Türkçe ’deki sapkın (heretik) kelimesi ile karşılanmasıdır ki hetorodoksi kelimesinin böyle bir anlamı yoktur ikincisi ise bu terimin Şiilik ile irtibatlandırılmasıdır ki Ahmet Yaşar Ocak’a göre bu da yanlıştır çünkü bu terim sadece İslam’ın önceki inançlar doğrultusunda yorumlanış ve anlaşılış biçimini betimler. Zaten 16.yy’daki Şah İsmail’in Anadolu topraklarındaki propaganda faaliyetlerine kadar bu topraklarda Şii unsurlardan bahsetmek birçok araştırmacının ortaya koyduğu üzere mümkün değildir. Bu sebeple heterodoksi terimi şu anlık bu topluluğu ifade etmek için kullanılan en nötr ifadedir. Anadolu’daki heterodoks yapıların bir diğer karakteristik özelliği ise Mehdici inançlarıdır bu inançla birlikte ezilmiş dışlanmış zümrelerde ilahi yetkiler ile donatılmış karizmatik bir liderin bir kurtarıcının geleceği inancı önemli bir yer tutmaktadır. Bu sebeple bu inancın hâkim olduğu topluluklarda sürekli bir kurtarıcı bekleyişi hali görülür. Bu inanç büyük ihtimal ile bu zümrelere Zerdüştilik, Maniheizim ve Mazdekizim gibi eski İran dinleri vasıtası ile geçmiştir. Bu inanışı 1240 yılında zuhur eden Babailer İsyanının ortaya çıkmasının etkenlerinden biri olarak da görebiliriz. Elbette bu isyanın ortaya çıkmasında bir çok etken mevcuttur örneğin II.Gıyaseddin’in kötü yönetimi sonucu bozulan ekonomik durum bu isyanı ortaya çıkaran iktisadi sebeplerden biridir. Nihayetinde bu gibi durumlar heterodoks kitleleri oldukça rahatsız etmiş ve Baba İlyas isimli bir Vefai şeyhinin İlahi yetkilerle donatılmış bir mehdi kimliği ile yaptığı propagandalar sonucunda etrafında toplanan farklı heterodoks zümreler devlete karşı ayaklanarak bu isyanı başlattılar. İsyan zor da olsa devlet tarafından bastırılmış ve Babailer kıyımdan geçirilmişlerdir fakat kurtulanlar Anadolu’nun çeşitli yerlerine yayılarak bundan sonraki bütün Gayri-sünni ayaklanmaların tabanını oluşturmuşlardır. Babailer İsyanı Ahmet Yaşar Ocak’a göre siyasal amaçlı toplumsal bir ayaklanma olup kesinlikle heterodoks İslam’ın Sünni İslama karşı giriştiği bir din savaşı değildir. Bunun en büyük kanıtı isyanın hedefi olarak Sünni halkı değil yalnızca Selçuklu yönetimini gözetmiş olmasıdır.
Peki Ehli-sünnet inancında Mehdi inancı yok mudur? Ehli-Sünnet hadis alimlerince Mehdi ile ilgili olan hadisleri mütevatir hadis olarak belirtmiştir yani aslında Ehl-i Sünnet’e göre de bir Mehdi inancı söz konusudur[2] lakin Ehl-i Sünnet ’teki Mehdi inancı ile daha önce bahsi geçen Mehdi inancı arasındaki temel fark şudur Ehl-i Sünnet bir Mehdi’nin geleceğine inanır ama bir Mehdi beklemez.
Sonuç olarak, kısaca heterodoks toplumların nasıl ortaya çıktığını ve heterodoksi teriminin bu toplumları ifade için kullanılmasının ne kadar doğru olduğu bu şekilde izah edebilir. Ayrıca bizce bu zümrelerin hepsini bir çatı altında değerlendirmek ve aynı inanç doktrinlerini savunduklarını söylemek yanlış olur. Her ne kadar kaynaklarda bu zümrelerden namaz kılmayan, içki ve esrar kullanan zevk-ü sefaya düşkün topluluklar olarak bahsedilse de yine aynı kaynaklar Barak Baba gibi bir Vefai Şeyhi’nin namaza oldukça önem verdiğini ve namaz kılmayan müritlerini cezalandırdığını söyler yine Otman Baba şeklinde anılan ve özellikle balkanlarda faaliyet gösteren başka bir Vefai Şeyhi ‘nin de namaz konusuna önem verdiğini ve imamlık ederek müritlerine namaz kıldırdığını da biliyoruz. İmam Gazali ise “Faysal’üt- tefrika beyne’l -İslam ve z’endaka (İslam’da Müsamaha)” isimli eserinde Mutasavvıf oldukları iddiasında olup Allah indinde ulaştıkları derece sayesinde, namaz kılmak, içki içmemek, günah işlememek ve padişah (devlet)’in malını yememek gibi şeylerle kendilerinin mükellef olmadıklarını söyleyenlerin öldürülmesinin vacip olduğu hükmünü vermekte ve böyle birini öldürmenin 100 kafir öldürmekten daha iyi olduğunu çünkü böylelerinin dine olan zararlarının daha büyük olduğunu bunların bir daha kapatılamayacak ibahe kapılarının açılmasına sebep olduklarını eklemektedir. Yani bu heterodoks diye ifade edilen toplulukların ve tarikatların hepsini aynı kefede değerlendirmemek gerekir.
Heterodoks yapıların Anadolu’daki İslamlaşma faaliyetlerine nasıl etki göstermişlerdir?
Anadolu toprakları tarihsel süreci boyunca birçok farklı kültüre ve dine ev sahipliği yapmıştır. Hristiyanlık Anadolu topraklarında hâkim olmadan önce bu toprakların din anlayışını çeşitli paganist inanışlar oluşturmaktaydı daha sonra Roma İmparatoru Constantinus’un Hristiyanlığı himaye altına alması ve ondan da sonra Theodosius’un Hristiyanlığı devletin resmi dini haline getirmesiyle bu din Anadolu topraklarında yayılma imkânı buldu. Yalnız Anadolu’da Hristiyanlığı yaymakta olan bazı “heterodoks” Hristiyan rahipleri (Daha önce de belirtildiği gibi bu kelime genel kabul gören inanç sisteminin dışında kalan bir inanışa sahip toplulukları belirtmek maksadıyla kullanılmıştır) halka bu dini daha kolay kabul ettirebilmek için eski pagan kültüründeki imgeleri ve tanrıları kullanmışlardır ve böylece bu eski paganist kavramlar ile Hristiyan inanışları kaynaşarak ortaya senkretik bir halk Hristiyanlığı çıkmıştır. Bunu anlatmamın sebebi Anadolu’nun İslamlaşma sürecinde de bu olaya benzer bir sürecin görülmesidir. Anadolu’ya gelen ve özelikle gayri-Sünni bir yapı ihtiva eden bazı tarikatlar nasıl Anadolu’nun
Hristiyanlığa geçiş sürecinde pagan tanrılarını Hristiyan azizi kimliğine dönüştürerek Hristiyanlığa geçişi kolaylaştırmışlar ise bu Müslüman tarikatlarında bu yöntemi kullanarak bu sefer Hristiyan azizlerini Müslüman evliya kimliğine büründürdüklerini görmekteyiz bunun sonucunda Hristiyanlar ve Müslümanlar ortak ziyaretgahlara yani mezar ve türbelere sahip olmuşlardır. Mesela, Ürgüp çevresinde Aziz Harlambos, Hacı Bektaş kültü ile Amasya civarında Aziz Teodoros Aziz George kültü Baba İlyas kültü birleşmiştir.
Selçuklu devletinin bu topraklardaki Hristiyan ahaliye karşı hoşgörülü tutumunun da İslam’ın yayılmasında elbette büyük katkısı vardır. Bizans ve Ortodoks kilisesi tarafından ötekileştirilen bu heterodoks Hristiyan topluluklar Türklerin Anadolu’ya gelmesi ile onları kendilerinin kurtarıcısı olarak görmesi ve Türklerle mücadelesinde Bizans’ı yalnız bıraktıkları görülmektedir. Ünlü mutasavvıf Muhyiddin’i Arabi I. İzzeddin Keykavus’a yazdığı bir mektupta “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olan sultan İslam’ın namus ve şerefini yükseltmeli, kafirlere tam tahakküm etmek için çalışmalı, Müslümanların hakim olduğu şehirlerde kiliseleri yıkmalı, yıkılmayanlarda çanlar çok hafif sesle çalınmalı, Hristiyanlar eyerli ata ve merkebe binmemeli, silah taşımamalı Müslümanların geçtiği yerde saygı ile durmalı, Müslüman kıyafetleri ile dolaşmamalı ve Arapça mühür kullanmamalıdırlar” demekteydi. Muhyiddin’i Arabi’nin bu mektuptaki tavrını incelerken onun Magripli olduğu ve burada Müslümanlara karşı yürütülen “Reconquista” hareketini müşahede ettiğini atlamamak gerekir.
Sonuç olarak Anadolu’daki Hristiyan kültürü ile İslam kültürü arasındaki kültür alış-verişinde bu iki zümrenin de uç noktalarında gezen ve heterodoks ismi ile anılan zümrelerin birbirleri ile olan etkileşimlerinin büyük etkisi olmuştur demekte bir sakınca yoktur.
[1] 1 Abdulkadir İnan, “Müslüman Türklerde Şamanizm Kalıntıları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı:4 (1952), sf:19-30
[2] 2 Mehdî ben (im neslim) dendir. O açık alınlı ve ince burunludur. Dünyayı zulümle dolduğu gibi adaletle dolduracak ve yedi sene hüküm sürecektir."
Ahmed b. Hanbel II-291, 111-17. Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/403-404.