İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Veli zatların, batıcı doktrinlerin yetiştirmesi olan içimizdeki Brütüsler tarafından hedef tahtası olarak kabul edilip bütün eleştiri oklarının gerilerek mübarek zatların üzerine ok tufanı gibi atıldığı, zamanın en necis dönemlerinde, küfre kalemle, fikirle mukavemet edebilmek ve mürşidi kamillerin, küfür kuduzlarının lanse etmek istediği tabloya zerre taalluk etmediğini açıklamak imanımızın gerekliliğidir. Kendimize bu yükümlülüğü borç kabul ederek tasavvuf, mürşid, mürit gibi mefhumların asli hüviyetlerini gücümüz nispetince açıklamalıyız. Yine o büyüklerin himmetleriyle, küfür kuduzlarının dalaverelerine ve oluşturmaya çalıştıkları algıya, Anadolulu hüviyetine sahip insanlarımızın, muhtelif dalaverelerin güdücüsü küfür kuduzlarının düşmanlıklarını görünce düşünmeksizin “Hadi ulen dalavereci!” kıymet hükmünü yapıştırması için mürekkep tüketeceğiz… (Anadolu insanına bütün mürekkepler feda olsun!)
Tasavvuf, Ehli Sünnet’e mugayir ve lakayt davranışlardan bigâne olmak, kalpleri gafletten ayıklamak ve İslam’ın nuru ile doldurmak ve her an murakabe hali üzere kalmaya gayret göstermektir. Bu vasıfların yekûnunu ifade eden mefhum “Tasavvuf”dur. Tasavvuf yolunda olanlara ise “Sofi/Sufi” denir. Sofi kelimesi ise, “suf” kelimesinden türemiştir. Suf ise yün demektir. Yünün tevazuunun remzi olduğu için kullanıldığına dair rivayetler vardır.
Mürşid-i Kamil, terim anlamı olarak Sırat-ı Müstakim’i (dosdoğru yol, yani İslam’ı) gösteren, dalaletten hidayete sevkeden kişidir. Mürşid-i Kamil, tasavvufta seyr-i sülûkunu tamamlayıp, irşada ehliyetli ya da icazetli olan kişiler için kullanılan bir tabirdir. Şeyh ile aynı manaya taalluk eder. Müntesiplerini eğitmekle mükelleftir.
Bu mefhumların ilk tebellürü de hicretin 2. asrının sonlarına doğru olmuştur.(700-750 yılları) İlk sofi “Ebu Haşim Sofi”dir. Aslen Kufe’li olup, Şam’da irşatla iştigal olmuştur. Ebu Haşim Sofi Hz’lerinden önce de, ümmette bazı büyük zatlar vardır. Fakat Ebu Haşim Sofi Hz’leri kendi zamanında; zühd, takva, hassasiyet, muhabbet ve tevekkül gibi işin mahiyeti olan mefhumları tatbik etme açısından emsallerini aşmıştır. Ondan evvel kimseye “sofi” denmemiştir. Hülasa; “Sofi ve Mürşit” künyelerini ilk boynuna takan zat, Ebu Haşim Sofi Hz’leridir.
İlk dergâh ise Şam’da, Remle denilen muhitte Ebu Haşim Sofi için inşa edilmiştir. Yani, dergâh mefhumunun ilk tecessüm ettiği muhit, Şam/Remle’dir. Bu dergâhın inşa edilişinin sebebi rivayetlere göre şöyledir: Devrin emirlerinden biri avda iken, Ebu Haşim’in gönül ehlinden bir kişiyle buluşup birbirlerinin ellerinden tutarak, derin bir sevgi ve muhabbetle görüşüp söyleştiklerini ve hemen oracıkta ellerinde bulunan yemeği birlikte yiyip vedalaştıklarını görür. Onların, böylesine hasbi ve candan muamele içinde bulunmaları, Emir’in hoşuna gider. Ebu Haşim Hz’lerine arkadaşının kim olduğunu sorar ve “Bilmiyorum!” mukabelesini alır. “Nereli?” sorusuna da verilen mukabele de aynıdır. Emir hayretler içinde kalır ve böyle hasbi ve candan görüşmelerinin sebebini sorunca; “Bu bizim meslek ve yolumuzdur. Böylece emrolunmuşuz!” mukabelesini görür. Bunun üzerine Emir bir toplanma yerlerinin olup olmadığını sorar; buna da, “Hayır.” cevabını alır. Emir; “Öyleyse, size bir yer yaptırayım da orada toplanır ve görüşürsünüz.” dedikten sonra, Şam’ın Remle muhitindeki “Hankahı Tekkesi”ni inşa ettirir. İşte gönül, muhabbet, takva, hassasiyet sultanlarına yapılan ilk tekke/dergâh burasıdır. İlk sofi, mürşid mefhumunun mana kazandığı zat ise dediğimiz gibi Ebu Haşim Sofi Hz’leridir.
“Dağları iğne ile kazımak, kalplerden kibri kazımaktan daha kolaydır!” cümlesi ise O’nun büyük sözlerinden… Çağdaşı Süfyan-ı Servi Hz’lerinin; “Ebu Haşim Sofi olmasaydı, ben ilahi incelikleri öğrenemezdim. O’nu görmeden, tasavvufun ne olduğunu da bilmiyordum’’ cümlesi de Ebu Haşim Sofi Hz’lerine ithafen serdedilmiştir. Süfyan Hz’lerinin bu sözlerini, aynı zamanda bazı konularda Ebu Haşim Sofi Hz’lerinin rahle-i tedrisinden geçtiğine de tahvil edebiliriz.
“Helal lokma yemedikçe (maneviyat yolunda) maksat hasıl olmaz!” diyen Şah-ı Nakşibendi Hz’leri, “Ve yol, Alemlerin Fahri’nin tebliğ ettiği Şeriat’e bütün saffet ve asliyetiyle uymaktan ibarettir!” diyen İmam-ı Rabbani Hz’leri, “Ey zavallı! Sana fayda vermeyen şeyler hakkında konuşmayı bırak. Dünya ve ahirette sana fayda verecek işlerle uğraş. Boş işlerle uğraşmayı bırak! Kalbinden dünya düşüncelerini çıkar. Çünkü yakında dünyadan alınacak, ahirete götürüleceksin! Dünyada rahat ve hoş bir hayat arama! Resul-i Ekrem (SAV); “Hayat, ahiret hayatıdır.' buyurdu.” diyen Abdulkadir Geylani Hz’leri, “Dünyada menfaat için sevgi gösterisinde bulunan insanlar kadar alçağı yoktur!” diyen Şeyh Şamil Hz’leri, “Hiçbir amelime güvenmiyorum, lakin Allah Teâla’nın düşmanlarına düşmanlığım var!” diyen Abdulhakim Arvasi Hazretleri, bu yolun meşhur ve büyük mana komutanlarıdır.
İnsan ruhunu yüceltmek için müntesiplerinin irşadına vesile olan, müntesiplerine usullerle, aşamalar katettirerek maksuda eriştirmeye çalışan büyük insanlar… Maksut Resulullah ve Allah… Mürşid-i kamiller fenafillah makamından bekabillah makamına geçmiş büyük insanlar… İnsanlara bir takım vecibeler vererek istikamet üzere tutmaya çabalayan büyük insanlar… Bu dünyada yaşarken ötelerde cevelan eden büyük insanlar... Servet Turgut’un bir şiirindeki muazzam tabirle ifadelendirecek olursak; “Can vermeden cennetini, bu dünyada gezen” büyük insanlar… Nefs ve şeytan sultasına hem kendi karşı koyan hem de müntesiplerine karşı koyma usulünü öğreten büyük insanlar… Cemiyetin insan kalbine kirden huzmeler akıttığı şu dönemde, insan kalbine nurdan huzmeler akıtmakla iştigal olan büyük insanlar… İnsan ruhunu nefs ve şeytanın keskin kılıcından kurtarıp, “Bezm-i Elest”teki ruh-u revanına tahvil etmeye çabalayan büyük insanlar… Bunları yaparken de Şeriat ve sünnetten zerre taviz vermeyen, zerre taviz verecek olursa o makamdan aşağı düşüleceğinin idrakinde olan büyük insanlar…
Teşbih tuvaline fırçamızı vurup mürşid-i kâmilin mükellef olduğu işin, idrakimizin yettiği nispette portresini çizmeye çalışalım. İnsanın bir bahçesi olduğunu havsalamızda tasavvur edelim. İnsan bahçe bakımı ile ilintili meselelerin ilmine vakıf değilse bahçesini sulayamaz, ayrık otlarını budayamaz, haşaratı ilaçlayamaz. Bu durumda bahçenin hali ne olur? Solar, otlarla dolar, kurur ve kıraçlaşır… Bahçesi bu halde olan mülk sahibi, bahçe bakmanın ilmine vakıf, ömrünü bu muhtelif işlerle geçirmiş, işin ehli bir insana danışıp ondan yardım istese, bahçenin o hali müspet yönde değişir değil mi? Bahçesinde çiçekler açar, dallarda kuşlar cıvıldar, oluklardan akan sular bahçedeki bitkilerin ihtiyacını karşılar, bahçe göz alıcı canlılığa kavuşur ve yeşilliklerle dolar. İnsanın içi de bir bahçeye benzer. Nefs ve şeytan ikilisinin oynaştığı, Ehl-i Sünnet itikadına mugayir fikirlerin kaynaştığı, haram işlere hizmet eden düşünce minyatürlerinin dolaştığı, ruhu doyurmaktan çok ruhu batırmaya yönelik işlerin cirit attığı bir iç bahçemiz olsa, bahçemizin hali akabinde bizim halimiz nasıl olur? Kalbimiz kararır, gönül frekansımız bozulur, aklımız çığırından çıkar ve ahsen-i takvim üzere yaratılan insan esfel-i safilin çukuruna doğru yuvarlanır. O halde insanın iç bahçesini bu halden kurtarmanın yolu nedir? Nefs ve şeytanla mücahadenin en çetinlerini yapmış, Allah aşkını ruhunun ve kalbinin derinliklerine kadar yaşamış, yaşamakla kalmayıp insanların kalbine de nakşetmenin usulünü öğrenmiş bir insana teslim etmek… Kıraçlaşan iç bahçemizi verimli bahçelere tahvil etmeyi bilen insana teslim etmek… Ehil ellere vermek… Üstadımız Necip Fazıl’ın “Bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız; Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!” mısralarıyla işaret ettiği zatlara teslim etmek…
Tarifini verdiğimiz insanlar, büyük insanlar, büyük zatlar; Mürşid-i kamiller… Batınını, kötü olarak nitelendirilen türlü hasletlerden temizleyebilmek şanına ermiş insanlar… Usullerle vusulü sağlamak için vesile olan büyük insanlar! İşte Anadolu ahlakını ahsen-i takvime tekâmül ettirmekle uğraşan büyük insanların görevi! Hem Anadolu aslanı olup hem Anadolu insanını aslanlaştıran zatlar! Kuduz küfür sinekleri, Anadolu aslanlarının anca yelesine konarlar ve aslanların ufak kımıldanışı ile havada vızıldayarak kaçmaya başlarlar. Ama kuduz küfür sinekleri kaçtıktan sonra yine gelecek. Sineklikleri icabı… Canları çıkmadıkça vızıltı çapında rahatsızlık vermeye devam edecekler. Onlar sinekliklerini yaparken Anadolu aslanlarının dizlerinin dibinde oturarak aslanlıktan pay almaya çalışan bizler de, dizlerinin dibinde oturduğumuz aslanların Resulullah’a taalluk eden usarelerini korumak aşkıyla, ellerimizdeki sinek öldürme aparatları ile onların canını çıkarmaya uğraşacağız!
Aparatımız kalem ve fikir! Allah’tan güç ve büyüklerden himmet dileyerek kuduz küfür sineklerinin canını çıkartmak için gecemizi gündüzümüze katalım! Ehl-i Sünnet’in su yolunun önüne bent olmuş bu sapık zihniyeti yıkmadan hep tıkanıklık peyda olacağını idrak edelim! Yıkalım ki, o mübarek su, tarih olarak eski ama ruh olarak daima yeni ihtişamıyla akmaya devam etsin!
Son söz sadedinde, manevi apoletlerin hepsini göğsüne takmış zatların, manevi kahramanların, bâtın fetihçilerinin, irfan sahiplerinin, takvâ komutanlarının, Resulullah'a (SAV) bağlılığın misalini âbideleştirenlerin, güzel ahlak portresini, dünyaya zerre miskal değer vermeyerek çileleriyle çizenlerin, gönül sultanlarının ve gönül kurtaranların 13 asırdır intisaplısıyız!.. Servet Turgut’un mısralarından mülhem, küfür sineklerine ve putların cirit attığı cemiyete nidamız:
“Çöle inen Nur’un (SAV) (varisleri) için hem vurur hem vuruluruz, küfrün darağaçlarında Hakk’a divan dururuz!”