31 Mart Vakası

Yazan: 23 Nisan 2024 223

31 Mart vakası, 13 Nisan 1909’da II. Abdülhamid Han’ın tahttan inişi ile sonuçlanan askeri ve toplumsal olaylardır. Yaşanan olaylar Rumi takvime göre 31 Mart 1325 yılında başladığı için bu ismi almıştır. Vaka ‘Hadise-i İrtica’ olarak da adlandırılır. İrtica kavramı Türk siyasi tarihine bu olay ile girmiştir. Sebepleri tam olarak bilinmemekle birlikte planlı olup olmadığı da kesinlik kazanmamıştır fakat kesin delillerle bunu kanıtlayamasak da akıl yürüterek bu vakanın planlı bir organizasyon olduğunu anlamak çok zor değildir.

31 Mart vakası sanılanın aksine II. Abdülhamid Han’a karşı yapılan bir ayaklanma değildir. 31 Mart vakası İttihat ve Terakki cemiyetine karşı yapılan bir isyandır.

23 Temmuz 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet sonrası sanılan olmamış, ülkedeki sorunların çözümlenmesinde demokrasi de yarar sağlamamıştır. Meclis içerisindeki kargaşalar İttihat ve Terakki Fırkası’nın baskıları sonucu değişen hükümetler merkezi otoriteyi daha da zayıflatmış bu siyasi istikrarsızlık ve otorite boşluğu 5 Ekim 1908’de Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edilmesi ve Bulgaristan’ın bağımsızlığı. 6 Ekim 1908’de Girit’in Yunanistan’a katılması ile sonuçlanmıştır. Bu durum üzerine hem meclis hem medya hem de halk içerisinde İttihat ve Terakkiye karşı muhalif tutum giderek güçlenmeye başlamıştır. İttihat ve Terakkiyi eleştiren gazetelerin ve hatta bu gazeteleri satan bayilere yapılan saldırılar, İttihat ve Terakki muhaliflerine yapılan faili meçhul cinayetler, İttihatçılar tarafından alınan sert önlemler işe yaramamıştır. Bu gelişmeler sonrasını kendilerini güvende hissetmeyen İttihatçılar Üçüncü Ordu’ya bağlı avcı taburlarını Selanik’ten İstanbul’a getirtmişlerdir. 14 Şubat 1909’da nihayet hükümeti ele geçiren İttihatçılar muhalefeti ise dindirmekte başarılı olamamıştır. 7 Nisan 1909’da sıkı bir İttihat Terakki muhalifi olan Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi’nin öldürülmesi 31 Mart olaylarının başlangıcı olarak kabul edilebilir.

Hasan Fehmi’nin cenazesinin İttihat ve Terakki muhalifleri tarafından bir tepki gösterisine dönüşmesi ve eylemlerde yapılan propagandalar 4. Avcı Taburuna bağlı askerleri ayaklandırdı. 13 Nisan gecesi başlayan bu ayaklanma ile 13 gün sürecek olan 31 Mart vakası başlamış oldu. Ayaklanan askerler subaylarını hapsettiler. Yanlarına katılan nizamiye askerleri ve Beyoğlu Topçu alayındaki askerler ile Ayasofya Meydanı’na geldiler. İttihat ve Terakki muhalifi bazı fırkaların, medya mensuplarının ve halkın da desteği ile sayıları dört bini bulan isyancılar; hükümetin istifası, Kâmil Paşa’nın sadârete, İsmâil Kemal’in Meclis-i Meb‘ûsan reisliğine getirilmesi, İttihatçı subayların değiştirilmesi ve ordudan tasfiye edilen alaylı subayların geri dönmesi, İttihat ve Terakkî’nin ilgası, şeriat hükümlerinin tamamen uygulanması ve hadiselere katılanlar için af ilân edilmesi şeklindeki taleplerini Meclis-i Meb‘ûsana sundular. Yeterli çoğunluluğa ulaşmadığı halde toplanan meclis, bütün taleplerini kabul etti. Telgraf yoluyla saraya yollanan talepler Abdülhamid Han tarafından da onaylandı. Sadrazam aynı gün istifa etti ve yerine Hariciye Nazırı Ahmed Tevfik Paşa sadrazam oldu. İsyanın İttihat ve Terakkiye karşı değil de meşrutiyete karşı, Abdülhamid Han yanlısı bir tutuma dönüşeceğini fark eden Ahrar Fırkası ulemayı Cem‘iyyet-i İlmiyye-i İslâmiyye adı altında birleştirdi ve ulemanın isyanı desteklemediği ilan edildi.

Olaylar sırasında İstanbul’dan kaçan İttihat ve Terakki mensupları, meşrutiyetin korunması için balkanlardan getirilen askerler ile Hareket Ordusu denilen öncü birlikler oluşturmaya karar verdi. 22 Nisan günü başında Mahmut Şevket Paşa ve Hüseyin Hüsnü Paşa’nın bulunduğu Hareket Ordusu Yeşilköy’e gelerek burada bazı mebuslarla görüştükten sonra İstanbul’a isyanı bastırmak üzere hareket etti 24 Nisan da isyanı tamamen bastırıldı. Birçok kişinin idamı ile sonuçlanan isyandan Abdülhamid Han’da sorumlu tutuldu. Abdülhamid Han’ın isyanda dahlinin bulunup bulunmadığına yönelik tahkikat yapılması yönündeki talebi reddedildi ve 27 Nisan günü II. Abdülhamid Han tahttan indirildi.

Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki hem askeriye hem de halk nazarında İttihat ve Terakki’ye karşı duyulan öfke, yine İttihat ve Terakki tarafından manipüle edilmiş ve Abdülhamid Han tarafından meşrutiyeti kaldırmak gayesi ile organize edilen bir isyan olarak gösterilmiştir. Padişahın meşrutiyeti kaldırma yetkisi bulunmazken, meclis kapatma yetkisi de koşullar dahilinde ve 3 ay içerisinde yeniden seçim yapmak zorunluluğu ile verilmiş olduğu bir durumda, padişahın bir isyan ile meşrutiyeti kaldırması mümkün değildir. Nitekim isyan da meşrutiyete karşı çıkmamıştır. Bu isyan daha öncesinde çıkan irili ufaklı isyanlarla birlikte İttihat ve Terakki’ye karşı; askeriye içerisindeki alaylı-mektepli tartışmaları, İttihatçıların halka uyguladıkları baskı, İttihat muhalifi birçok kimsenin cinayete kurban gitmiş olmaları gibi sebeplerle çıkmıştır. İsyancıların şeriat isteriz diyerek slogan atmalarının sebebi ise İttihatçıların askeriye de namazı yasaklamış olmalarıdır. Bütün bunlara rağmen Abdülhamid Han kendisine apaçık muhalif bir güruha karşı çıkarılmış olan bu isyanı desteklememiş ve hatta Hareket Ordusu’na direniş gösterilmemesi yönünde talimat vermiştir fakat isyan ortada hiçbir delil olmadığı halde Abdülhamid Han’ın üzerine yıkılmıştır. Konu ile ilgili araştırma dahi yapılmamış ve ittihatçıların 30 yıllık mücadelesi zaferle sonuçlanmıştır. Abdülhamid Han’ı indirme mücadelesi. Bu mücadelenin tek sebebi ise Abdülhamid Han’a karşı duyulan nefrettir. Ulu hakan 33 yıllık saltanatının daha 9.ayında Ali Suavi’nin başarısız darbe girişimi ile karşı karşıya kalmıştır. Saltanatı boyunca birçok darbe ve suikast girişimi ile karşılaşan Abdülhamid Han bu girişimlerde bulunanların birçoğunu tespit ettiği halde hiçbirini idam ile cezalandırmamıştır bununla birlikte üzerine atılan kızıl sultan iftirasından da kaçamamıştır. İttihatçılar ve o dönem kendisine nefret duygusu besleyenlerin hepsi olmasa da birçoğunun bu nefretinin sebebi İslam’a olan nefretleridir. Başta İngiltere olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin, Afrika ve Asya özelinde sömürge faaliyetlerinin karşısındaki en büyük engel olan Abdülhamid Han’ı ve onun özelinde Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak istemesi pek tabidir. Bu sebepledir ki başta ittihatçılar olmak üzere o dönem Osmanlı içerisinde Abdülhamid Han’a muhalif kim varsa onları fiilen desteklemişlerdir. Abdülhamid Han bu durumla ilgili şu sözleri yazdığı rivayet edilir: ‘Bir gün tarih kendilerine ‘’Jön Türkler’’ dedirten kimselerin neden Mason olduklarını elbette araştıracak ve ortaya koyacaktır. Benim tahkik ederek öğrenebildiklerimin hemen hepsi Masondur ve yine hemen hepsi, ‘’İngiliz Locasına’’ bağlıydı. Bu localardan maddi yardım görüyorlardı. Bu yardımların insani mi yoksa siyasi mi olduklarını tarihçiler elbet bir gün öğrenecektir.’

İttihatçılar, sultanı demokrasiye düşman diyerek eleştirdikleri halde. Hatta 31 Mart isyanı çıktığında balkanlarda bulunan askerlere meşrutiyet elden gidiyor diyerek telgraflar çektikleri halde 1913 de Bâb-ı Âli Baskını ile demokrasi dedikleri teraneyi sadece kendilerinin iktidar olduğu bir yönetim biçimi olarak gördükleri ortaya çıktı.

Yani ne oldu mayasında İslam olan bir devlete mayasızlar musallat oldu. Kendi yeğeni ve eniştesi tarafından dahi sırtından vurulan. Çevresindekileri liyakat şöyle dursun, vatan haini olup olmadıklarını göre görevlendirmek zorunda olan bir koca sultan yalnızlığa itildi fakat tek başına kaldığı halde koca bir devleti 33 yıl ayakta tuttu. Bir sırtlan gibi başına üşüşmüş Avrupa’ya pabuç bırakmadı. Bu 33 yıllık mücadelenin ardından vatan ömürlerini devlete hizmete değil de sultanı indirmeye adamış bir güruhun ellerinde yitip gitti. Dönemin İngiltere başbakanının ‘O bastonunu Karadeniz’e sokar Akdeniz’i karıştırırdı.’ Dediği Abdülhamid Han’a hakaret düstur oldu. Şimdi o pek ünlü video kaydını gözünüzün önüne getirin. Birbirine hakaret eden o iki şarlatandan biri yediği onca hakarete rağmen sakinliğini bozmuyor ta ki Abdülhamid Han’ı savunduğu yönündeki iddia ortaya atılınca. O an canlı yayında olduğunu umursamadan hakaretler savurmaya başlıyor. İşte Abdülhamid Han özelinde Osmanlı’ya ve İslam’a duyulan bu öfke bugüne dek bu topraklardaki Müslümanların yaşadığı bütün sıkıntıların, bütün musibetlerin sebebi. 28 Şubat’ın, Türkçe ezanın, sakal yasağının bütün bu sıkıntıların sebebi bu nefrettir. Bu nefret koca bir imparatorluğu yıktı, koskoca bir milleti 783.562 km² kareye mahkûm etti. Yine bu nefret bu topraklarda Abdülhamid Han’ı, Osmanlıyı ve İslam’ı seven bir kişi dahi kalmayana kadar sürecek.

kızıl sultan

Kızıl sultan deyip türlü hakaretler ettikleri Cennet mekân Sultan II. Abdülhamid Han’dan aldıkları bakiyeyi 10 yıl dahi idare edemeyen bu zihniyetin uşakları halen Ulu Hakana karşı aynı kini ve nefreti diri tutmaktadırlar. Lakin şunu bilmeli gerekir ki bu düşmanlığın hesabı ya bu dünya da ya da öte dünya da sorulur onlardan öncekilere sorulduğu gibi. Vesselam.

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi