İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Aile müessesemizde gün geçmiyor ki yeni krizler ve derin çatlaklar meydana gelmesin. Süresiz nafakayla koca adaylarının evlilikten soğutulması ve ticari evliliklerin çoğalması…Kocayı evden uzaklaştırmak için kadının beyanının esas kabul edilmesiyle birlikte iftiraya maruz kalan kocaların yaşadığı mağduriyetler ve psikolojik sıkıntılar akabinde şiddete başvurup işi içinden çıkılmaz hale getirmesi… 18 yaşından önce yapılan evliliklerin suç kabul edilmesiyle, bu kanundan habersiz evlenenlerin çoluk çocuk sahibi halleriyle birlikte bir de tecavüz suçundan yıllar süren hapse mahkum edilmesi… Ve daha neler neler… Bu hızla gidersek aile yapımızın Avrupa’nın herhangi bir ülkesindeki herhangi bir aileden hiçbir farkı kalmayacak. Bu felaketle karşılaşmamızın sebeplerinden en önemlisi şüphesiz ki modernizm/çağdaşlık belası ve bu belanın Müslümanlar üzerinde oluşturduğu psikolojik ve sosyolojik baskılardır. Müslümanlarda ilmî ve fikrî mukavemet gücünün olmayışını fırsat bilen aydın ve entelektüel geçinen Müslüman yazar, çizer tayfası tarafından, İslam’ın kadın ve aile hakkında vaaz ettiği hususların ulusal kanallarda türlü hokkabazlıklarla tevil edilip hakikatinden koparılmaya çalışıldığına şahit oluyoruz. Halbuki, İslam’ın kadın, erkek, çocuk ve aile hususundaki tebliğ ve telkinlerinin her asırda makbul ve muteber oluşunun hikmetlerine kafa yorup, bu çalışmayı inkarı kabil olmayan ilmi ve ahlaki kaidelerle delillendirip kamu oyunun gözü önüne sermek öncelikli vazifelerimizden birisi olmalıdır. Ama gelin görün ki yazılı ve görsel medyamız, İslam’ın aile hususundaki telakkisini 21. yüzyılın global dünyası tarafından zorla oluşturulmaya çalışılan evrensel aile modeline uydurmaya çalışan kılkuyruk yazar, güdük aydın ve efemine entelektüel tipler tarafından işgal edilmiş durumda. Sanki de bu tipler ve oluşturmaya çalıştıkları yeni kadın, erkek ve aile modeli, üzerinde yeteri kadar kafa yorularak sinsice ve kurnazca kurgulanmış bir projeden ibaret… “Sanki de” si fazla, bu gerçekten böyle bizce… İslam’ın sinsi ve kurnaz muarızı da biliyor ki, İslam’la mücadele etmenin olmazsa olmazı, Müslümanın, emeklemeden yürümeye, konuşmadan okuma yazmayı öğrenmeye kadar bütün faaliyet toplamının kendisinde gerçekleştiği aile ortamı bozulursa eğer, parçalanmış ve bölünmüş ailenin fertleri şahsında bütün İslam âlemi de yutulması kolay bir parça haline getirilebilir. Hazreti Ali’ye atfen söylenen sözü burada zikretmemiz lazım: “Parça, bütünün habercisidir…”
•
Aileden sorumlu devlet kurumlarımızın asıl vazifesi “Ağyarını mani, efradını cami” bir ölçüyle aile hususunda gereken bütün adımları operatör hassasiyetiyle yerinde ve zamanında atmaktır. Ama gelin görün ki bu kurumlarımız da az evvel sözünü ettiğimiz kesimin tesiri altındadır. Gerek bu kesimin tesiriyle gerekse televizyon programları, internet, yazılı ve görsel medya, sosyal medya fenomenleri tarafından mukaddes ve mübarek aile müessesemizin temeline mayın döşenmektedir de kimin haberi? Bu tahrif ve yıkım manzarası karşısında mağdur ve mazlum bir Müslümanın itirazına karşılık da bahsettiğimiz ucubelik panayırından koro halinde şöyle bir böğürtü gelmektedir:
“Basın hürriyetiii!.. İfade özgürlüğüüü!..”
Dünyanın hiçbir yerinde, devleti ayakta tutan çekirdek yapı olan aileyi hedef alan organizasyonların faaliyetlerine “Basın hürriyeti ve ifade özgürlüğü” gerekçe gösterilerek göz yumulmaz… Gece vakti kapıdan değil de pencereden girerek altınlarımızı çalan bir hırsızın kanun nezdinde suçluluğu kesindir de evimizin en işlek odasının en münasip kısmında 24 saat boyunca erişime açık olan televizyonlardan, aile müessesemizin maddi ve manevi bütün kıymetlerini hırsızlayıp yetmedi bir de bunu sübliminal mesajlarla normalmiş gibi yansıtarak yayın yapan programlar neden suçsuzdur? “Elma çalma” suçu sabit olan birisinin 14 yaşında olduğuna bile bakılmaksızın kanun mekanizması hemen işletilmeye başlanır da 14 asırlık geçmişi, birikimi bulunan mübarek ve muazzez aile ocağımızı göstere göstere söndürmeye çalışan organizasyonlara karşı yaprak kımıldatacak kadar olsun bir tepkiye bile yeltenmeden neden üç maymun rolüne bürünülür? Neden, neden, neden?... Bizce belli olan ama organizatörleri açısından saklı ve peçeli yürütülen bu projenin nedenini biz söyleyelim… Umumiyetle bir asırdır, hususiyetle de son yıllarda hayata geçirilmeye çalışılan bu projenin düşünsel anlamda ilk olarak şeytanın kafasında belirdiğinden ve tohumunun ekilip meyvesinin alınması için de Avrupa kıtasının pilot bölge olarak seçildiğinden, verimli olduğu görülünce de bütün dünyada uygulanmaya konulması kararı alındığından, hele hele bu projenin İslam dünyasında hayata geçirilmesinin çok elzem görüldüğünden, bunun için de merkez ülke olan Türkiye’nin ameliyat masasına yatırılması için insan üstü şeytanî bir çaba harcandığından zerre kadar şüphemiz yoktur!..
•
“Ev hanımlığından ne haber?” diye hiç sormayın... Zira “Ev hanımlığı” kurtuluş savaşını vermektedir… Eğer kurtulamazsa, çok değil bundan yaklaşık elli yıl sonra kendisine ibretle bakılacağı ve kerih görüleceği müzelerde yerini alacaktır. Ev hanımlığı müzelik olacaktır yani... Kadının ev hanımlığından iş hayatına transferinin hızla arttığı günümüzde ev hanımlarının gördüğü muamele, Türk filmlerindeki zengin ve sosyete ailelerin köşklerinde çalışan, içtimai hayattan ve toplumsal meselelerden anlamaz gözüyle bakılan ve ancak temizlik yapmaya layık(!) görülen başörtülü kadınlar gibidir...
Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’in kadın hakkında ortaya koyduğu şu ölçü bizce İslam’ın mukaddes ve mübarek kadın telakkisinin de bir yansımasıdır:
“Bu inkılâbın kadınları, esasta, muazzez ve münezzeh ev kadrosunun ve aile çerçevesinin sultanı olacak, hayatın yırtık seciye emredici iş sahalarından hiçbirinde görünmiyecek; buna rağmen İslâmî ölçülerin yasak etmediği ve kendisine icap gördüğü sahalarda da şerefle içtimaî faaliyet etmekten kaçınmıyacaktır.”
İslam’da ev, cemiyet ve devlet küheylanını dörtnala koşturmakla mükellef olan süvarilerin yetiştirildiği saraydır ve o evin hanımı da o sarayın sultanıdır. Çocukların eğitimi okul sıralarında değil anne karnında başlar. Her biri fetanet, zerafet, edep ve haya timsali olması gereken kadınlarımızın sultan olduğu mübarek yuvalarda ve o yuvanın mübarek sultanı olan kadınların ellerinde yetişmeyen nesillerden ne din ne devlet ne millet ne de istikbal adına hiçbir müspet beklenti içine girilemez!..
•
Türk İstatistik Kurumu’nun verilerine göre 2016 ve 2017 yılında gerçekleşen evlenme ve boşanma verileri içler acısıdır. Bu tablo, acilen önlem alınmadığı takdirde aile müessesesinin ilerleyen yıllarda intihar edeceğinin ihtarıdır. 2016 yılında evlenen çift sayısı 594 bin iken bu rakam 2017 yılında 569 bine gerilemiştir. Nüfusun artışı da göz önünde bulundurulduğunda hem evlenme sayısında hem de evlenme hızında bir düşüş olduğu görülecektir. 2016 yılında boşanan çift sayısı 126 bin iken 2017 yılında ise bu rakam 128 bine yükselmiştir. Evlenme oranlarına nispeten her geçen yıl hem boşanma sayısında hem de boşanma hızında artış görülmektedir. Evlenme sayısında ve hızında her yıl artışın olduğu, boşanma sayısında ve hızında da her yıl azalmanın olduğu verileri elde edinceye kadar, gerek devletin gerekse sivil teşekküllerin kafa kafaya verip uykuyu dahi kendilerine haram addedercesine bu işe kafa yormaları gerekir. Aksi takdirde mukaddes ve mübarek ailenin hayat hakkı tehdit altındadır ve içinde yaklaşık 15 milyon mürettebatı (ailesi) bulunan bu geminin bu gidişle batması mukadderdir.
Çok yüksek, karlı bir dağ düşünün… Dağın, eteklerine kadar karla kaplı olduğunu… Bu dağa günlük yağan karın kütlesinin de her geçen gün azaldığını ama bu dağdan eriyen günlük kar kütlesinin de her geçen gün arttığını… Ve kendinizi, dağı bütün çıplaklığıyla görebileceğiniz bir yere konumlandırın… Günler geçtikçe şahit olacağınız manzara şu değil midir? Karla kaplı olan kısımla karanın birleştiği sınır çizgisinin her geçen gün dağın zirvesi istikametine doğru çekilişi… Ve dağ suyundan beslenen ovaların ve şehirlerin kuraklık sebebiyle çekmek zorunda olduğu türlü sıkıntılar… Mevzumuz anlaşılmıştır... Aile ve o aileyi ayakta tutan kadın, millet ovasının ve ormanının hayatta kalmasını sağlayan su gibidir… Bu suyu aslî mecrasında akıtmayarak israf etmek ise cinayetlerin en büyüğü...
Aile, tohumdur! Tohumu bozuk olan toplum da her sahada bozulmaya mahkumdur!..