İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Aza razı olmak, azgın azınlığın bizi yok etmek için ihtiyaç duyduğu motivasyon ateşini körüklemek demektir. İslam’ın “kabul” ve “ret” hususundaki tavrı; ya hep, ya hiçtir! İslam; zerresi eksik olunca, tamamı yerinde olmayan ve kendisine kota konulamaz bir bütünlük dinidir. İslam’ın, modern çağa sert/radikal gelen emir ve yasaklarından feragat edilebileceğini savunan ve böylece küfrün sevgisini kazanacağını uman bir anlayışın öz Muhammedî İslam’dan zerre kadar olsun nasibi yoktur. İslam; zamana uydurulsun diye değil, her zaman kendisine uyulsun diye gönderilen, her zaman ve mekanın temsil hakkını ve tasarrufunu kendisinde bulunduran, bu hususta da en ince hikmet ve irfan sermayesine malik olan bir dindir. Aksi takdirde; her zaman ve mekanın hususiyetine göre şartlarında değişiklik gözlenen, konjonktüre göre revize edilebilen bir din, Allah iradesiyle tesis edilen İslam değil, olsa olsa şeytanın iradesini teslim aldığı Pavlus gibilerin eliyle tahrif edilen ve eklemeler yapılan Hristiyanlık olur.
...
Bir evlat düşünün… Çok terbiyeli, cömert, çalışkan, dürüst, diğergam, anne ve babasının sözünden çıkmaz, namuslu… Ve daha saymadığımız çoğu müspet vasıflara sahip... Bu evladın babasının da bir hasmı var. Barışmaları ve bir araya gelmeleri muhal derecesinde hasımlar… Bahse konu evlat ise babasının hasmını hasım sınıfından görmüyor, icabında onunla aynı ortamda aynı maksat için iş tutmuşluğu da oluyor… Hasmına hasımlık yapmadığı gibi bir de hasmıyla dost olmaya çalışan böyle bir evlattan bir baba razı olur mu sizce? Bu çocuğun terbiyeli, cömert, çalışkan, dürüst, diğergam ve namuslu olmasının bir değeri olur mu babasının gözünde? Lâ teşbih, velâ tenzih… Allah nazarında, düşmanlarına muhabbet besleyen kulunun ibadetinin hiçbir kıymeti yoktur.
Abdülhakim Arvasi Hazretleri “buğz-i fillâh” bahsinde mealen şöyle der:
“Allah’ın düşmanlarına olan düşmanlığım dışında ahirette hiçbir ibadetime güvenmiyorum.”
...
Allah için sevmek ve Allah için nefret etmek hassasının kaynağı Kur’an ve sünnettir. Ayet meali:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın askerleridir. İyi bilin ki Allah’ın askerleri kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Mücadele, 22)
Bu ayetin nüzul sebebi olarak farklı rivayetler aktarılır. Biz burada iki tanesinden bahsedeceğiz. İlki, İslam’ın Mekke döneminde, Hazreti Ebubekir’in babası Ebu Kuhafe’nin henüz Müslüman olmadığı yıllarda gerçekleşiyor… Ebu Kuhafe, oğlu Ebubekir’in yanında Allah’ın Resulü hakkında hoş olmayan ifadeler kullanıyor. Hazreti Ebubekir babasına yumruk atıyor. Bunun üzerine Ebu Kuhafe oğlunu şikayet etmek için Allah Resulü’nün yanına gidiyor. Allah Resulü Ebu Kuhafe’nin şikayetini dinledikten sonra Hazreti Ebubekir’i çağırtıyor. Hazreti Ebubekir yanına gelince babasının anlattıklarının doğru olup olmadığını soruyor. Hazreti Ebubekir de anlatılanları doğruluyor. Allah Resulü, Hazreti Ebubekir’den bir daha böyle bir harekette bulunmamasını rica ediyor. Bunun üzerine Hazreti Ebubekir şöyle diyor:
“Ya Resulallah! Babam sana küfrettiğinde yanımda bir kılıç olsaydı vallahi o kılıcı babamın yüzüne çalardım!”
Bu hadise üzerine de mezkur ayetin nüzul ettiği rivayet ediliyor.
Bir başka rivayet ise Bedir Savaşına ait… Savaş sonrasında Musab bin Umeyr Hazretleri, bir sahabenin, küfür cephesinde bulunan kardeşini esir alıp bağlamış olduğunu görüyor. Sahabeye seslenerek:
“Ey kardeşim! Esir aldığın kişiyi sıkı bağla. Çünkü annesi zengindir, onun karşılığında iyi fidye alabilirsin.”
Bunu duyan kardeşi, Musab bin Umeyr Hazretlerine:
“Nasıl böyle konuşabilirsin, ben senin kardeşin değil miyim?”
Diyor. Musab bin Umeyr Hazretleri ise:
“Hayır! Sen benim kardeşim değilsin! Benim kardeşim, şu an senin bağlı olduğun ipi elinde tutan kişidir!”
Diye karşılık veriyor.
Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zamanında, hiçbir kimse başka hiçbir kimseye karşı, sahabenin Allah ve Resulü’ne olan bu aşk derecesinde bağlılığına erişememiştir. Sahabelerin Allah Resulü’ne hitap ederken kurdukları ilk cümlenin şu olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı:
“Anam ve babam sana feda olsun ya Resulallah!”
Sahabe tavrı, içinde anasının ve babasının da dahil olduğu, maddede ve manada kıymet belirten her şeyini Allah ve Resulü yolunda feda etmenin tavrıdır.
...
Hususi olmayan bir zamanın hususi olmayan bir diyarının hususi olmayan bir evinde yangın çıkıyor. İtfaiye ekipleri müdahale edip yangını söndürüyor. Yangın söndürme işi bittikten sonra itfaiye ekibi ev halkını karşısına alıp şöyle diyor:
“Evinizi yangından kurtardığımız için bundan sonra ev işlerinde tasarruf hakkı bize aittir. Mutfağa hangi malzemelerin alınacağına ve mutfakta hangi yemeklerin pişirileceğine biz karar vereceğiz. Çocukların nasıl terbiye edileceğini biz belirleyeceğiz. Komşuluk ilişkilerinizi biz düzenleyeceğiz. Eve hangi misafirlerin geleceğini bize soracaksınız. Evin içinde hangi kıyafetlerle dolaşacağınıza biz karar vereceğiz. Evin boyasının ve tasarımının nasıl olacağını da biz düşüneceğiz...”
Ev sahibi sıralanan şartlar karşısında dumura uğramış vaziyettedir. Ve şu soruyu sormadan kendini alamaz:
“Yangın söndürmek zaten sizin göreviniz değil mi? Bu şartlar da neyin nesi şimdi?”
Ev sahibinin bu sorusuna ekip başı sinirlenerek şöyle cevap verir:
“Canını ve evini kurtardık, daha ne istiyorsun?”
Ev sahibi tarifi imkansız bir psikolojinin kuşatması altındadır ve gayrı ihtiyari dilinden şu cümleler dökülür:
“Bu şartlar altında can taşımak ve bu eve sahip olmaktansa kendi irademin hakim olduğu bir çadırda yaşamak daha evlâdır!”