İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Anlayıp idrak edebilene, insanın ne kadar aciz olduğunu hatırlatan korona musibeti tüm dünyanın bir numaralı konusu.Acaba biyolojik bir saldırı mı, Amerika mı böyle istiyor, ne zaman bitecek, aşısı çıkacak mı, kaç insan ölür, alınan önlemler yeterli mi gibisinden onlarca soruyla günlerimiz geçiyor.Ülkemizde bütün gücüyle bu virüsle başından beri mücadele ediyor. Verilere bakılacak olursa dünyanın lokomotifi Amerika ve Avrupa ülkelerinden bu hususta çok daha iyi durumda. Yeri gelmişken söylemekte fayda var. Bu konuda bilim seviyesi ülkemizden ilerde olan Avrupa ile bu kıyası yapmak normal olanı. Mesela Avrupa da yapılan dans gösterilerinin sayısı ile ülkemizde yapılanı kıyaslayıp da gericiliğimizin ilan edilmesi ise ne kadar anormal… Gerek yapılan test sayısı gerek ölüm sayısının düşük olması dünyaya nazaran Türkiye için umut verici bir tablo ortaya koyuyor. Bunda elbette en büyük pay izlenen politikalar. Hep beraber mücadele etmenin gerektiği, hiçbir ideolojik yanı olmayan bu savaşta bile birileri hala ısrarla fitne tarlalarını ekmekle meşgul. Öyle ki seve seve tohum taşıyanları da oldukça fazla.Hiçbir alakası yokken biri çıkıp ‘’bin tane hacı hoca bir tane doktor etmiyor’’ diyor. Bunu öyle bir edayla söylüyor ki bilmeyende Kur’an da ‘’bir tane hacı hoca bin doktor eder’’ yazıyor zanneder. İslam düşmanlığı artık tüm iliklerine işlemiş olanları da hayli keyiflendiren bu yorum dalga dalga herkese yayılıyor. Bunu söyleyenlerde bir de en sonunda ‘’kutuplaştırmayın’’ diye yakınmıyor mu? İnsan hayret ediyor. Mesela İstanbul belediyesi tüm uyarılara rağmen otobüs sefer sayılarını azaltıyor. Haliyle yığılma oluyor. Sonra belediyeden açıklama geliyor: Organize şekilde toplu olarak otobüslere binildi, bu bir komplo! Durumun öyle olmadığı ortaya çıkıyor ama geçti borun pazarı. O yaygara koptu ve kabul edildi. Dikkat edilirse bu husus her olayda geçerli. Mesela 15 Temmuz gecesi meydanlara çıkamayanlar çıkanları suçlu buldu. Askerlere nasıl karşı gelinirmiş. Fetullahçı olması önemli değilmiş. Önemli olan üniformaymış. Bunların hepsi söylendi. Daha neler neler. Bedel ödeyenlerin, bu vatan için din için çırpınanların mücadelesini azgın azınlık lekeliyor, hor görüyor. Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor. Tüm bunlara rağmen milletimiz sükunetini koruyor, edebini bozmuyor. Mevlana hazretlerinin mesnevisinde ki hikaye tam da bu durumu özetliyor.
Küçük bir fâre kocaman bir devenin yularını kapmış, eline almış, kurula kurula gidiyormuş. Deve, kendi huyu, uysal tabiatı yüzünden, onunla yol alıp giderken fâre, kendi küçüklüğünü göremeden:
“- Meğer ben ne müthiş bir pehlivanmışım, develeri sürükleyebilecek bir yiğitmişim!” diye böbürleniyormuş.
Gide gide bir nehrin kenarına gelmişler. Nehri gören fare, kibrinin şaşkınlığı içinde donup kalmış. Onun kibrinin farkında olan deve ise, mânidâr bir şekilde:
“–Ey dağda, ovada bana arkadaşlık eden! Neden durakladın? Neden böyle şaşırıp kaldın? Haydi, yiğitçe nehrin içine gir. Sen benim kılavuzum, öncüm değil misin? Yol ortasında böyle şaşırıp kalmak, sana yaraşır mı?” demiş.
Mahcûp düşen fâre, kekeleyerek şöyle cevap vermiş:
“–Arkadaş! Bu su pek büyük, pek derin bir su; boğulurum diye korkuyorum.”
Deve suyun içine girip:
“–Ey kör fâre! Su diz boyu, korkmana gerek yok!” demiş.
Fâre çaresiz ve mahcûp îtirafına devam etmiş:
“–Ey hünerli deve! Nehir sana göre karınca, bize göre de ejderha gibidir. Çünkü dizden dize fark vardır. Benimki gibi yüz tane dizi üst üste koysak, ancak senin bir dizin eder.”
Bunun üzerine akıllı deve, fâreye şu nasîhatte bulunmuş:
“–Öyleyse, gurur ve kibire aldanıp bir daha terbiyesizlik etmeye kalkma; haddini bil! Sana olan hoş görüş ve müsâmahama kapılıp şımarma; çünkü Allâh, şımaranları sevmez! Var git; sen, kendin gibi fârelerle boy ölçüş!”
Artık, iyiden iyiye gerçeği anlayıp utanmış bulunan fâre:
“–Tevbe ettim, pişman oldum. Allâh için olsun şu öldürücü, şu boğucu sudan beni geçir!” diye yalvarmış.
Böylece deve, yine merhamet edip:
“–Haydi! Sıçra da hörgücümün üstüne çık, otur! Bu sudan geçmek veya başkalarını geçirmek benim işimdir. Zîrâ vazîfem, senin gibi yüz binlerce âcize hizmetten ibarettir” demiş ve fareyi nehrin öbür tarafına geçirmiş.
Bir kesim diğer kesmi sürekli nehirden karşıya geçiriyor. Her kritik süreçte mücadele ediyor, can veriyor, fedakarlık yapıyor. Fare ise elinde ip hala böbürleniyor.
Ama deve fareyi daha kaç nehir geçirir, daha ne kadar sabreder bilinmez.