İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Uzun yıllar boyunca tekrarlanan ‘Dış Mihraklar’ söylemi artık hemen hemen herkesin zihninde yer edindi. Kazanılmış bir bağımsızlığın üzerine oturtulmuş olarak takdim edilen Cumhuriyet Türkiyesi, ruh ve ahlak buutlarında boynuna takılan ilmiği batının kazurat merkezlerine iliştirilmiş ve sıkı sıkıya bağlanmış olarak bir asra yakındır adeta manevi bir sömürge ülkesi gibi câri. Batıya bu güne kadar aşkla bakan yöneticilerin dilinde gediğine oturtulamamış bir tekerleme gibi tekrar edilegelen dış mihraklar sözü son Reis-i Cumhur mihmandarlığında hak ettiği manaya kavuştu ve millet sömürgecileri, emperyalistleri dış mihraklar olarak tanımladı. Türkiye nasıl sömürü ülkesi oluyor demeyin. Sömürü denince akla illa doğal kaynakları sömürülen bir ülke mi gelmeli? Hem bir şeyin kıymetli olması ve emperyalistler tarafından ona göz dikilmesi için illa yerin altından çıkması mı gerekir? İman, ahlak, hayâ, şeref, izzet, dil, tarih, kültür yerin altından çıkmıyor bilakis ötelerin ötesinden geliyor. Emperyalistler Afrika ülkelerini sömürürken toprağı bir şey çıkarmak için kazdılar, bizim topraklarımızı ise bir şeyler gömmek için karış karış gezdiler… Hoş, gâvura niye gavurluk yapıyorsun diye kızacak halimiz yok. Hiç köpek ısırıyor diye garipsenir mi? Dinimize, dilimize, bayrağımıza, eğitimimize, ekonomimize velhasıl bize ait her şeye saldıracaklar. Adı üstünde ‘Dış Mihraklar’. Bizden değiller. Onlar haç biz hilal. Onlar Kabil biz Habil. Onlar müşrik biz mümin. Bu savaş kıyamete kadar sürecek. Esas konumuz içimizden gibi görünen fakat her hareketi düşmanın hanesine artı puan olarak yazılanlar. Yani dış mihraklara takılıp kalmayalım içerdeki mihraklar neler asıl onlara dikkat kesilelim. Çünkü maddi veya manevi en büyük darbeleri 100 yıldır hep içerden yiyoruz. Topraklarımızda belki Fransız bayrakları dalgalanmıyor ama giyimimiz Fransız. Okullarımızın önünde İtalyan bayrağı yok ama alfabemiz Latin alfabesi. Adliyelerimizde Türk bayrağı dalgalanıyor ama içerde Almanya’dan İsviçre’ye kadar bir sürü ülkenin kanunu uygulanıyor da 1000 yıllık Türk kanunları uygulanmıyor. Düşman Çanakkale’yi geçemediyse tüm bu vaziyetin mesulü kim? Dış mihraklar dışta kaldıysa bu işler içerde nasıl oldu? Türk’ün ruh kökünü kazımaya kimler memur edildi? Bu soruların cevabının kilit noktasında duran hareket İttihat Terakki ile başladı bugün CHP ile devam ediyor. Aslında İttihat Terakki varlığını CHP ile sürdürüyor. İkisini farklı düşünmemek lazım. Öyle ki Türk bayrağına Haç iliştirenlerle hilafeti kaldıranlar, ezanı Türkçeleştirenler ve bugün İstanbul’da başpiskopos Makarios’un heykelini dikenler aynı yolun yolcusu. "İslamiyet denilince benim aklıma çorap kokusu geliyor" diyen Rıfkı Atay ile Yeni Zelanda’daki terör saldırısından sonra "İslam dünyasından kaynaklanan terör" açıklaması yapan Kemal Kılıçdaroğlu arasında zerre fark yoktur. Zihin aynı zihin inanç aynı inançtır. Bu zihnin altında yatan temel ideoloji ise Kemalizmdir. Din afyondur diyenlere bu günlerde verilecek asıl cevap; dini büsbütün saf dışı bırakma ideali güden kemalizmin afyon olduğudur. Hem de öyle kuvvetli bir afyondur ki, şayet kemalistseniz "Mustafa Kemal'in itleri" diye size hakaret eden HDP li milletvekiline veya "aponun heykelini dikeceğiz" diyen terörist Seloya bu afyonla sempati duyabilir, methiyeler dizebilir, seçim dönemlerinde birlikte kutlama yapabilirsiniz. Hatta Ümit Karan gibi bir gün tacizden yargılanırsanız alakasız bir şekilde "Beni yargılayacaksanız Atatürkçülüğüm ile yargılayın" gibi saçma ama sonuç veren bir savunma yapabilirsiniz. Türkiye’yi Türkiye yapan, bu millet için aziz kılan kadim ahlakımızı ortadan kaldırmaya ant içmiş askerler olarak yaşamanın yanı sıra bu memleketin maddi hudutlarını da ortadan kaldırmaya azmetmiş çetelere can damarı olabilirsiniz. Tüm bu sebeplerle içerde vereceğimiz mücadele dışarıya karşı vereceğimiz mücadelen daha çetin. Çünkü Eren Erdem gibi "eğer Türkiye ile İran savaşırsa İran’ın yanında olurum" diyen sirk maymunları azımsanmayacak kadar çok.
Şayet bir an önce önlem almazsak zaten Anadolu’ya savaş açmak ihtiyacı hissetmeyecekler. Çünkü gaye zaten Türk’ü madde planında bitirdikten sonra ruh planında da bitirmek olduğu için bu hedefe içten içe kendimiz ulaşıyoruz. Kıyı kesimlerimizde yaşayanlarımızın önemli bir kısmı zaten batı ahlakını benimsemiş, başkalaşım geçirmiş, İslam’la bağları neredeyse kopmuş, bırakın dini müdafaa etmeyi camilerdeki ezan sesinden rahatsız olacak noktaya gelmiştir. Anadoluda ezan sesi çok çıktığı için dayak yiyen imam haberi hiç olmamışken bu olaya kıyı kesimlerde çokça rastlamak mümkündür. Durumun bu hale gelmesine sebep kimdir? ‘10 yılda 15 milyon genci baştan yarattıklarını iddia edenler bu durumun tartışmasız mümessilleridir. Mesela 1931 yılında liselerde okutulan tarih kitabının bir bölümünde harfi harfine şöyle yazıyor: “… Muhammed birdenbire Allah’ın Resûlüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek iptidaî ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünüşten sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.’’ Yani 15 milyon genç bu ham fikir üzerine yetiştirilmeye çalışılmıştır. Şimdi en yalın haliyle düşünmek gerekir ki bu topraklardan İslam’ı çektikten sonra şehit kanından rengini almış bayrağa sevda kalır mı? Osmanlı’yı on milyon metrekare alana yayan cihad anlayışı bu nesle anlatılabilir mi? Şari’nin (sav) bir hadisine mazhar olabilmek için Bizans surlarını yerle bir eden Fatih’in imanı ve mücadelesi kalplerde nasıl zuhur edebilir? Cihadın zihinlerde canilik olarak yerleştirildiği bir ülkede Uhudlardan ve Bedirlerden anlatılacak enstantanelerle hangi müminin yüreğine izzet ve şeref telkin edilebilir? Allah, peygamber, Hülefa-yi Raşidin zihinlerde ütopya haline getirildi. Okullarda din, kültür olarak anlatıldı, ahlak bilgi olarak. İsmi de amacına uygun olarak ‘Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi’ oldu. Kemalizmin ürettiği uysal ve problemsiz (!) din anlayışı kitaplarda yer buldu. Buna itiraz edecek hakikati anlatacak alimler ise soluğu Ulus’ta dar ağaçlarında aldılar. Mesela İskilipli Atıf Hoca şapka kanunundan 2 yıl önce yazdığı ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’ isimli 70 sayfalık kitabı yüzünden deli saçması bir senaryoyla İnkılaba kafa tuttuğu gerekçe gösterilerek şehit edildi. Sebep aslında gayet basitti: “ya İskilipli gibi gerçek müminler konuşur da millet topyekûn duruma ayıkırsa?” korkusu… Bu korku binlerce can götürdü. Tabi muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak amacıyla! Velhasıl hakikatin elleri kelepçelendi, dili kesildi, tırnakları çekildi, boynu vuruldu ve sonunda meydan her şeyin sahtesine kaldı. Sahte bilgilere, sahte aydınlara, sahte alimlere, sahte mahkemelere ve sahtelikler tepesinin zirvesindeki sahte kahramanlara. İşte dış mihrakların yapamadığını İç Mihrak olma görevini üstlenmiş CHP, bir kiralık katil veya düşman içine sızdırılmış bir ajan marifetiyle tüm soğukkanlılığıyla yapıyor. Siyasi teşekküller arenasında bu vazifeye haiz ve konuşmaya değer tek müesses yapı olarak CHP’yi zikredip konudan “İç Mihrak” olarak bahsedebilirdik belki fakat CHP’nin bunca yıllık emeği HDP isimli bir yavru meydana getirdi. Ruh ve ahlak planında CHP’nin batıda yaptığını doğuda yapmaya memur, madde planında ise işi daha ileri götürmeye hevesli bu yavrunun varlığı da bizi CHP yi tek başına ele almaktan, ondan iç mihrak diye bahsetmekten alıkoyuyor ve nihayetinde HDP’yi de işin içine katarak kelime bütünümüzü iç mihrak-lar diye kavramlaştırıyoruz. Nitekim günümüzde ikisini ayrı değerlendirmenin mümkünatı yok. Önce dış mihraklara cesaret veren, onların Konstantin sevdalarını diri tutan iç mihrakları yıkacağız. Yıktığımız gün ise; Allah’ın izniyle dışarıda bize biat etmeyen kimse kalmayacak. İdealimizin baş harflerini tüm dünyaya nakşedeceğiz. Duamız odur ki; ezan sesleriyle şereflenmiş bu topraklar üzerinde yaşayan milletimiz tekrar Hakk’a dönsün ve ruhumuzu söküp alanlardan hesap sorsun.
İsmail Koçdoğan