“Zahiren Şafî, Kalben Şiî” HÜDA-PAR/Hizbullah’a: Kendini Apaçık Göster Bakalım!

Yazan: 31 Mart 2023 4412

Kürt halkı kâmilen Müslüman idi, tam da bu sebeple kâmilen mazlum kılındı. Onu mazlum kılan şey, bütün bir Müslüman Anadolu halkını mazlum kılan şey ile aynıydı. Asırlık bir tarihî arka plâna sahip olan zulüm, bütün bir ülkeyi İslamsızlaştırmak şeklinde tecelliye gelen Kemalist-Laik politikalardan başkası değildi. Osmanlı’yı gebertmekle gururlananlar, yeni bir millet yaratacaklardı. Buna da Osmanlı’nın ruhu mesabesindeki İslam’ı yok etmekle başlayacaklardı. Başladılar da…

Millet, siyasetten sanata, spordan eğitime kadar her sahada dinsiz bir müfredata maruz bırakıldı. Okullarda okutulan kitaplarda apaçık Allah Resulü’ne hakaretler edildi. Türk’e de “Ne mutlu Türksün diyene!” dedirttirildi, Kürt’e de… Kasıt Anadolu halkına İslam’dan başka bir dayanak oluşturmak, Anadolu’da her kim var ise hepsini saçma ötesi Kemalist-Laik bir hissiyatın potasında Türk diye eritmekti. Bunun da elbette millî-İslamî dimağda arızalar-bozulmalar meydana getirmesi, Anadolu’nun millî-İslamî kardeşlik dokusunu zedelemesi kaçınılmazdı…

Kemalizm’in devlet eliyle tatbiki, ülkenin Batı cenahında derin bir tahribat olarak karşılık buldu. Ama aynı tatbikat, umduğu aynı tahribatı ülkenin Doğu cenahında bulamamıştı. Bunun da sebebi Müslüman Kürt halkının, bölgeyi iplik iplik örmüş bulunan köklü medrese geleneğiydi. Tamamına yakını tasavvuf kaynaklı bu medrese hattı, Kemalizm’in vatanın Doğu cenahına tatbikine uzun yıllar engel oldu. Devlet görünümlü Kemalizm, bölgeye bu sebeple uzun yıllar sirayet edemedi. Bölge halkını din ile dünya cihetinden parçalayamadı… Kemâliyle Doğuda da uygulanan Kemalist politikalar, kemâliyle beraber Kürt halkını Kemalizm’den kaçırdı. Madem kemaliyle Kemalizm’den kaçıyorlardı, onlara kemaliyle Kemalizm’le eşdeğer başka bir alternatif sunulmalıydı. Bunun için de yıllar sürecek bir çaba gerekirdi. Bu çabayı sarf ettiler ve şeytanî bir desiseyle bölge insanına Laik-Seküler sirayetin yolunu yıllar sonra, PKK eliyle açtılar… Kemalizm tutmamıştı ama Kemalizm’in ettiği onca veremlikten sonra Apoizm, bir sıtma halinde bölge insanını tutabilirdi!

Doğru açıyla bakabilenler için apaçık idi ki; Kemalizm ile Doğu illerinde yapılamayan tahribatı Apoizm ile gerçekleştirmek, İslam düşmanı rejim sahiplerine kârlı bir yol görünmüştü. Bunun için de Apoizm, bölgede on yıllar boyunca “kötü polis” gibi takılan Kemalizm’e karşılık “iyi polis” rolüyle konuşlandırıldı. Kemalizm, sekülerizmi Müslüman Kürt’e bulaştırmayı becerememişti, bunu Apoizm ile becerebilirlerdi. Bu sebeple icraya giriştiler… Kötü polis Kemalizm, Doğu illerinde etmedik zulüm bırakmadı. Askere, köyler yaktırıldı. Hatta ABD’nin Çekiç Güç’ü, yıllar boyunca bu tiyatro için iki taraf namına da keyfe keder düzenlemeler, şeytanlıklar icra etti. Kâh “Ergenekon” kafalı asker, kâh Çekiç Güç, kâh PKK, üçlü bir orta oyunu oynamaktaydılar. Ufkî hedefte de Kürt’ün İslamsızlaştırılması, sekülerleştirilmesi var idi. Değil midir ki; PKK başı Apo yıllar sonra “Ben de Kürt Atatürk’üyüm!” diyecek ve bu misyonunu açık etmekten çekinmeyecekti. Hatta PKK’nın kurdurduğu siyasi partiden birçok isim Kemalistlere “Sizin batıda yaptığınızı, gerçekleştirdiğinizi, biz doğuda gerçekleştirmeye çalışıyoruz! Bu öfke niye? Dost olalım!” diyerek zeytin dalı uzatıp durmamışlar mıydı? Gerçek de bu idi… Kemalizm eliyle onuru kırılmış Müslüman Kürt’ün onuru Apoizm eliyle okşandığında, Kemalizm eliyle gerçekleşmeyen sekülerizm, Apoizm eliyle gerçekleşebilirdi. Bu yolda büyük mesafe kat ettiler. O nur yüzlü, oturmasından kalkmasına, konuşmasından edasına kadar her yanı buram buram yiğitlik kokan, zerre zerre nur tüten Kürt bir anda gitmiş, PKK-HDP eylemlerinde görünen orangutan simalı nursuz tipler peyda olmaya başlamıştı!

 Kabul etmelidir ki; Apoizm üzerinden gerçekleşen bu tahribat gerçekte Kemalizm’in bir kazanımı idi. Kemalizm, bölgeden İslam tüteceğine, kendi başına ileride bela açacak da olsa İslam dışı bir şeylerin tütmesini her zaman yeğlerdi. Yeğledi de… Gezi Parkı olaylarında Mustafa Kemal ile Apo suretlerinin birleştirildiği flamalar, hiç de anormal karşılanmıyordu.  Çünkü İslam’a düşman olmak her iki cenahın da üst kimliği idi. Üst kimliğe ait ortak bir düşmanlık sezildiğinde de, alt kimlikler üzerinden hâsıl olan didişiklik zaten kendiliğinden son bulurdu. Son bulmuştu da…

Ama işte Müslüman ve mazlum Kürt’e, onun İslam’a, hem de Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat bağlılığı üzerinden kurulan tuzaklar bununla son bulmadı. Düğümü çifte atmalı idiler!

Bir taraftan PKK eliyle açılan sekülerleşme çığırı vardı ama bölge halkının hepten İslamî renginden sıyrılması mümkün olmayacağından, sahte bir İslamî renk icadına da girişilmeliydi. Bu sebeple Allah demenin yasak olduğu devrelerde, 1979 İran Şia devrimine ait mıknatısın bölgede çekimsel fitneler tatbik etmesine fırsat verildi. Tüm Türkiye’de, hatta tüm İslam âleminde olduğu gibi bölgeden de İran’a gönül kaymaları, hatta ideolojik eğitim için gidip gelmeler oldu. 1990’ların başına gelindiğinde bu gidiş gelişler bölgeye, PKK’dan sonra bir de HİZBULLAH isimli ve İran güdümlü bir yapılanma çıkarmıştı. Hizbullah’ın, İran güdümlü diğer gruplarını silahlı eylemlerle saf dışı bırakan ve Hizbullah’ın “Rehber”i konumuna erişen Hüseyin Velioğlu, bölgeden İran’a gidip de Humeyni ile görüşebilen tek kişiydi. Hatta Humeyni kendisine, eğer memleketi Batman’a giderse kendi yerine babasının elini öpmesini söylemiş, böylece kendisini ne derece beğendiğini beyan etmişti. Bu andan itibaren kaçak yollardan sınır aşılıyor, İran’a askerî ve ideolojik eğitim görmek üzere Şafî Kürt gençleri taşınıyordu. Böyle böyle ortaya palazlandırılmış HİZBULLAH çıkarıldı. Kemalist-Ergenekoncu dinsiz rejim unsurları gösterilerek nasıl Müslüman Kürt PKK’nın kucağına itilmişse, şimdi de dinsiz PKK gösterilerek Kürt gençleri İran güdümlü “Kürt Hizbullahı”nın kucağına itilmeye başlanmıştı… Doksanlı yıllarda Hizbullah, evvela kendi içinde çatışmalar yaşadı. Bunu PKK ile çatışmalar izledi. Ortalık toz dumandı. Müslüman Kürt’ün bahtına gene, kaotik bu ortamda hem madde mazlumluğu, hem akıl karışıklığından doğan bir yolunu şaşırma mazlumluğu düşmüştü. Bu dönemde yüzlerce kişi öldürüldü… Üstelik öldürülenlerin önemli bir kısmı, ne Kemalizm’e, ne Apoizm’e yem olmamış Müslüman Kürt’lerdi!

Mesela Kürt Nurcu ama bizce en bariz vasfı “gariban” olan İzzettin Yıldırım, Hizbullah tarafından katakulliye getirilerek vahşice öldürüldü.  Yıllarca Hizbullah, bu eylemi inkâr etti. Hatta devlet namına işlenen diğer cinayetleri de fırsat bilerek bu cinayeti devletin işlediği propagandasını yaptı. Ancak daha da ileride ele geçirilen ve Hizbullah’a ait olan örgütsel doküman, İzzettin Yıldırım’ın işkence ile Hüseyin Velioğlu ve adamları tarafından öldürüldüğü görüntülü kayıtlarla ortaya koydu. Bir Nurcu’ya belki kızılabilirdi, belki bir Nurcu’yla dalga da geçilebilirdi, hatta bir Nurcu icabında kovula da bilirdi ama bir Nurcu hiçbir zaman bir tokatla olsun şiddete muhataplık seviyesine çıkarılamazdı. Ama İzzettin Yıldırım, hem de gençlik yıllarından bizzat tanıştığı Hüseyin Velioğlu tarafından işkence ile öldürtülmüş, ölmeden evvel de kendisine Mitçi olduğunun itiraf ettirildiği bir metin okutulmuştu. Bu kayıtlar, ileride Hizbullah baskınlarından ele geçirilmeseydi, her şey muamma olarak kalacaktı. Ama kalmadı. Ev bodrumlarından çıkan sayısız ve hem de Müslüman Kürt’lere ait cesetler de öyle…

Ennihayet 2000’de polis tarafından öldürülen bir Müslüman Kürt de, Hüseyin Velioğlu oldu. Bazı beyanlara göre Hüseyin Velioğlu, 1996 yılından itibaren İran’dan infirah ve infirak etmişti. Şia tehlikesini görmüş, İran’dan gönül düşürmüş, Ehl-i Sünnet’te sabitkadem kalma iradesi göstermişti. Ama bu vaziyet, herkese malum olacak şekilde hiçbir zaman bayraklaştırılmadı, bayraklaştırıldığına dair bir alamet de görmedik. Haliyle Şafî Kürt gençleri “Zahiren Sünnî, kalben Şiî” mahreçli bir şeytanî devşirme muamelesine tabi tutula geldi. Bugünler de işte, bütün bir Müslüman Anadolu’yu asimile etme misyonundaki “TÜRK SİYASET MÜESSESESİ”, sırf Erdoğan’ın Ak Partisine destek verdi diye Hizbullah’ın siyasi oluşumu HÜDA-PAR’a geniş bir güzelleme çığırı açtı. Böylece bu yazıyı yazmak ve içerdiği tehlikeler açısından vaziyete dikkat çekmek de bize vacip oldu…

Bir kere şunu peşin bir ilan halinde kaydedelim:

-HÜDA-PAR, İran hakkındaki kanaatini apaçık beyan etmeli, REHBER gördükleri Hüseyin Velioğlu’nun böyle bir infirak ve infirahı varsa bunu bayraklaştırmalı, bu konuda ne tevile, ne demagojiye, ne laf ebeliğine girmeden apaçık konuşmalıdır… Bunu yapmadığı sürece HÜDA-PAR nezdimizde, İran rejiminin bir beşinci kol faaliyeti olarak, Şafi Kürt’ü batında “Şiileştirme” hareketi olarak görülmeye mahkûmdur!

Bugünlerde televizyonlarda HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nu, tevil perendeleri atarken görmekteyiz… Mesela diyor ki:

“Biz kesinlikle Hizbullah’ın devamı olan bir parti değiliz…”

Aslında Yapıcıoğlu’nun dediği şey şudur:

“Biz, kesinlikle Hizbullah’ı devam ettirebilecek liyakatte bir parti değiliz…”

Beyanın bu vartada kesilmesi ve deşmek üzere devam suallerinin gelmemesi, Yapıcıoğlu’nun tamamen Ak Parti yanlısı yavşak gazeteci tipleri karşısında bulunmasından kaynaklanmaktadır. Mesela televizyonda Yapıcıoğlu’na böyle üç-dört gazeteci sual ediyor:

-Hizbullah ile bağlantınız var mı?

Bu soruya Yapıcıoğlu, kendisine “At ile bir bağlantın var mı?” diye sorulan bir tayın “Hiçbir bağlantım yok!” diye cevap vermesindeki gibi bir salaşlıkla:

“Yok! Biz yasal bir partiyiz! Hizbullah, kendi yöntemleri olan ayrı, hususi bir hareket!”

Diye cevap veriyor. Cevabı verince de yavşak gazeteci tipi şu melalde hükümet yardakçılığı eylemeye başlıyor: 

-Son dakika! Yapıcıoğlu, Hizbullah ile bağı reddetti! Bayrak ile de bir dertleri yokmuş! Duyunuz ey vatandaş! İslam devleti de kurmayacaklarmış! Hu hu! Seçimde oy kullanacak olan salak halk! HÜDA-PAR gördüğünüz gibi ne örgüt, ne vatan millet devlet düşmanı! Haydin, bütün oylar Cumhur İttifakına!

Bu yardakçı basın zümresinin elbette, Müslüman Kürt halkının bir de kaydettiğimiz cihetten mazlum kılınmasıyla bir ilgileri yoktur. Bunların tek ilgileri maaşlarıdır ve bunu da hak edebilmek için yaladıkları partinin seçim zaferine odaklanmışlardır. Hoş, yaladıkları parti ve partilerin de Müslüman Kürt’ün bu cihetten mazlum kılınması ile bir ilgisi yoktur! Memleketi bir beş yıl daha yönetebilmek için Müslüman Kürt’ün beş yüz yıl kaybetmesini de elbette umursamaz bir tıynettedirler. Bu da işte yalnız Doğu-Güneydoğu bölgesi değil, bütün bir Türkiye’de dolaylı yollardan İran tesirine açık bir hinterlant oluşturmaktadır…

Bakınız, bir kere “HÜDA”, Kürtçe Allah demektir, HÜDA-PAR da böylece, “Allah’ın Partisi” manasına gelmektedir. Yani HÜDA-PAR, HİZBULLAH ile eş anlamlı olarak Hizbullah mensupları tarafından sanatlı bir tesmiye kullanılarak bulunmuş bir parti ismidir. HÜR DAVA PARTİSİ, bunun peçesidir. Nasıl HDP, PKK’nın siyasi oluşumu ise HÜDA-PAR da apaçık HİZBULLAH’ın siyasi oluşumudur. Bunun böyle olduğu kesindir. Aksini iddia da, aksini iddia edene karşı delil getirme çabaları da eşekçedir. Ama bizim asıl ilgilendiğimiz mesele bu değildir. Zira HÜDA-PAR, HİZBULLAH’ın devamıdır ve ola da bilir. Ve dahi kanaatimiz odur ki; “Kürt Hizbullahı” diye isimlendirilen yapılanma, Kürt köylerinin üç koldan basılıp yakıldığı ve baskıncı üç kolun da aslında İslam düşmanlığını baş gaye güttüğü bir hengâmede aslında Kürt yiğitliğin tezahürüdür ancak yanlış bir istikamette tezahürüdür, yanlış bir istikamette kasten tezahür ettirilmesidir! Şimdi bu tezahür, bu yanlış istikametine bir ayar çekip çekmediğini pek açık bir şekilde ortaya koymalıdır. Yani bu hususta bizim asıl ilgilendiğimiz tavır, HÜDA-PAR’ın, HİZBULLAH ile beraber başladığı noktada durup durmadığıdır. Bu minvalde HÜDA-PAR’dan beklediğimiz tavır da, İran rejimine olan nispetini pek sarih bir şekilde ortaya koymasıdır. Hal böyleyken elbette şunu da biliyoruz: Doğu illerindeki medrese mahfillerinde cirit atmaya başlamış HÜDA-PAR’da hâlâ İran rejimine tabiiyet belirten nice kimse, parti ideolojisinde ise sayısız nüve vardır. Hatta Hüseyin Velioğlu’nun, onunla beraber Hizbullah’ı da sahiplenen yeğeni Molla Abdulhakim Velioğlu, taptaze röportajında kesin ibarelerle aynen şu cümleyi kullanmıştır:

“HÜDA-PAR’da Şiilik var!”

Daha durun, şu da gene yeğeni Molla Abdulhakim Velioğlu’nun, İran’a toplamda on-on iki kere gidip gelen amcası Hüseyin Velioğlu’nun ağzından bizzat duyarak aktardığı:

- İran Ehl-i Sünnet’e karşı samimi değildir. Ben bu samimiyetsizliği birebir Ayetullahları ile konuşurken öğrendim. Humeyni’nin vefatından sonra beni İran’a çağırdılar, gittim. Ali Hamaney ve birkaç Ayetullah’la görüştüm. Orada beni ve cemaatimi Şiî olmaya davet ettiler. Ben bunu kabul etmeyince bununla alakalı aramızda tartışma çıktı. Ben onlara ‘Ben kendim tabi olduğum Ehl-i Sünnet’i hak görüyorum. Mezhep olarak tabi olduğum Şafî mezhebi ve İmam Şafi… O halde ben sizi Ehl-i Sünnet’e davet ediyorum. Buyurun, siz gelin, bizim mezhep ve sünnetimize tabi olun. Ya da herkes kendi inandığı gibi yaşasın. Bizim kardeşliğimiz bu boyutta devam etsin!’ deyince, Ali Hamaney bana şöyle dedi: ‘Hüseyin! Hüseyin! Sen On İki İmamı kabul etmez, Şia’yı hak bilmez, bize tabi olmaz ve bizim mezhebimize geçmezsen, sen bize kardeşim desen bile sen bizim nezdimizde kâfirsin!’ Ben orada anladım ki; Şia ikiyüzlüdür, Şia sırtlandır, Şia PKK’ya verdiği desteğin kırkta birini bize vermedi, aslında onun amaç ve gayesi bizim sırtımızdan (Sünni Kürtleri) Şiileştirmektir!”

Abdulhakim Hekimoğlu bu nakli, Şia’nın yeryüzünün en aşağılık topluluğu olduğunu ve şu an bile içlerinde (Kürt Hüzbullah’ını ve Hüda-Par’ı kastederek) Şia’nın binlerce devşirme adamının bulunduğunu, zira ne zaman İran ve Şia’ya dokundursa HÜDA-PAR içindeki bu kimselerin canının yandığını, sanki de onlara şiş sokmuş gibi olduklarını, böyle olunca da HÜDA-PAR içindeki bu kimselerin kendilerine saldırdıklarını, kendilerini ajanlıkla, ilimsizle suçlayıp hakaret ettiklerini söylüyor…

Hal böyleyken peki, Erdoğan’a yüz bin oy gelecek diye bütün bir Ak Parti medyası, bütün bir devlet gücüyle beraber HÜDA-PAR’a, haliyle HİZBULLAH’a karşı hiçbir zaman bulamayacağı böyle bir propaganda imkânını, hiçbir zaman edinemeyeceği bir sempati furyasıyla beraber takdim ediyorsa, bu Müslüman Kürt halkının bir kez daha adi bir manipülasyona maruz bırakılması anlamına gelmez mi?

Bal gibi de gelir!

Amalı fakatlı tevilli değil, HÜDA-PAR, gayet açık bir şekilde Şii İran rejiminin gerçekte İslam düşmanı olduğunu, ciğerinin ta içinde bütün Sahabîlere küfreden bir dalâlet organizasyonu bulunduğunu, Allah Resulü’nün namusuna dil uzatan bir sapıklık vasatı belirttiğini, Ehl-i Sünnet’e tam bağlı bir şuur lisanıyla kaydederse, bunları kaydeden her Müslüman gibi onlara da başımızın en üstünde yer açarız, fakat aksi durumda HÜDA-PAR bizim için daima, göz hattımızın tam karşısında şüpheyle nazar diktiğimiz bir organizasyon olmaya devam eder…

Geçmişte Kemalist-Derin Devlet yapılanmalarıyla girilen kontaklar, bu kontaklar neticesinde kendisine Doğu-Güneydoğu bölgesinde açılan alanlar, bölge hâkimiyeti için gene bölge halkının bahtına ayrı bir zulüm organizasyonu olarak düşmeler, şunlar bunlar… Bizim elbette bu hususlarla ilgili bir kanaatimiz vardır ama işte biz, HÜDA-PAR’a, bütün bir ülke kamuoyu için de aydınlatıcı olacak şekilde “Hadi! Buyur bakalım!” diyoruz…

Ortadaki sehpa üzerine çıkarcasına, bütün elbiselerini de soyup “İşte ben! Ciğerine kadar buyum!” dercesine, hadi buyur bakalım…

İran rejimi hakkında bizi bir bilgilendirin bakalım, yuvarlak olmayan kelimelerle Şia’nın, İslam’a nispeten ne olduğunu, Humeyni’nin bütün hikâyesiyle İslamî bir önder mi, şeytanî bir rehber mi olduğunu bir beyan edin bakalım!

Bizim dikkatimiz her daim, bu mesele üzerine odaklı olarak kalacak… Çünkü biz, haysiyetli ve nurlu Müslüman Kürt’e ait İslamî enerjinin on yıllar boyunca İran rejimine “Zahiren Şafî, kalben Şiî” gibi şeytanî bir formilasyonla yem edildiğini haysiyetli fikrimizle görmekteyiz. Şimdi bu yem olma durumunun bir birkaç çuvallık bir nispetten, birkaç meralık bir nispete çıkma, çıkarılma tehlikesi vardır. Dediğimiz gayet basittir: Hüseyin Velioğlu eğer İran’ın sapıklığını gördü ve İran’dan yüz çevirdiyse, onun Hizbullah’ı ve dahi Hizbullah’ın HÜDA-PAR’ı ne sebeple bunu dev hoparlörlerle haykırmamış, el an HÜDA-PAR içerisinde HAMANEY’i önder, sapık İran rejimini “İslam devleti” gören tipler hangi saikle sırıtabilmektedir?

Müslüman Kürt, Kemalizm’e buğz edip kıyama geçecekse, bu geçiş tıpkı Şeyh Said gibi zahiren de, batınen de aleni ve içi dışına hâkim, dışı içine köle bütün bir İslamî senkronizasyonlar olur!

Gerçek bir Şafî Müslüman, altısı dışında bütün Sahabîleri kâfir bilen, bu sapıklığı kendisine tebliğ ve devşirme faaliyetlerinde sorun çıkarmasın diye de onu muhataplarından, onlara da kabul ettirebileceği ana kadar gizleyen, dahası Kur’an temiz çıkarmışken müminlerin annesine namus iftirası atan Şiîlerin ne teşnesi olur, ne dostu, ne dirsek temaslısı!

Son söz sadedinde: HÜDA-PAR’ın, doğunun ve dahi Türkiye’nin medrese ve tasavvuf mahfillerinde gösteredurduğu gezintisi, kaydettiğimiz karanlık noktayı apaydın kılmadıkça nazarımızda şüphelidir, seçimler yoluyla kendisini semizlendirme taktiğidir, Kemalizm’e olan Müslüman buğzunu evvela Doğuda, sonra tüm Türkiye’de rüzgârlaştırmak ve sonra onunla kendi gemisinin yelkenlerini şişirme hesabîliğidir!

Peki ama işte bu gemi, bu denizde kimin hesabına yüzmektedir? Mesele ettiğimiz şeyse, bu sualin cevabındadır…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi