Laçkalaştırılan Başörtüsü Mevzuu Vesilesiyle: Nefsilerin Uyduğu İslam mı, Nefislerin Uydurduğu İslam mı?

Yazan: 30 Ekim 2022 1865

Müslüman, yarım dinli olmaz, çeyrek imanlı olmaz, Müslümanın Müslümanlık ahkâmını kabulü, oranlı olmaz… Müslümanlık, eğer mevzu bahis olan din, iman ve ahkâmsa, “Ya hep ya hiç!” esasıyla işletilmesi gereken bir yaşama gayesidir. Bir Müslüman, gerçekten Müslümansa, Ahiret âlemine matuf sırlara kulak kabartıp, dünya âleminin düzenlenmesine matuf şerî kaideler için “Bu devirde olmaz!” diyemez… Derse, Müslüman olamaz, dediğinde Müslümanlık onun ceketinin dış kumaşında kalırken, aynı ceketini içinden basbayağı gayr-ı Müslimlik astarı kuşatır, kuşatır da haberi bile olmaz…

Müslümanlık, Allah’ın insanlar için takdir ettiği dinidir, insanlar nefislerini ferdî ve umumi plânda ona uydursunlar diye göndermiştir, onu insanlar ferdî ve umumî plânda nefislerine uydurmaya kalkarlarsa, nefislerin uyduğu Müslümanlığa değil, nefislerin uydurduğu Müslümanlığa inanmış olurlar. Bunun da esası itibariyle, fildişinden yontulmuş bir kabile putuna, Yunan’ın Zeus’una, İskandinavların Odin’ine, Mısır’ın Horus’una, Eski Mekke’nin Hubel’ine inanmaktan bir farkı olmaz!

Şimdi Müslümanlar, Müslümanlığı mı yaşayacaklar?

Türbe gezinmek, kandil kutlamak, tuvalete sol ayakla girip sağ ayakla çıkmak, namaz kılmak, oruç tutmak, Cuma akşamları Kur’an okumak, kapıya gelen fakire sadaka vermek, çörek otunu şifa ve sevap niyetine tüketmek, kabirleri sulamak, rüyaları hayra yormak, hapşırana “Yerhamükallah!” demek, selam vermek, selam almak, mevlit okutmak, mevlit şekeri dağıtmak şeklinde uzayan bir dizi fiili ifa edebilir, bütün bu fiil dizileri boyunca Müslümanlık tüttürdüklerine de inanabilirler ama bir tek şeyi yapmazlarsa, bu fiil dizileri imamesi kopmuş bir tespih gibi imanda bütünlük belirtmez, imanda dağınıklık, darmadağınıklık tüttürür?

Peki, nedir o şey, iman tespihinde olmayınca imanı dağıtan, tespihi tespih olmaktan çıkartan o imame nedir?

Elbette ki; lif lif teşekküle gelen kaslar gibi, cüz cüz, ibadet ibadet, muamele muamele oluşan İslam’ı, cüzlerden, ibadetlerden, muamelelerden ibaret bırakmamak, hepsini birden bir bütün bildikten sonra bu bütünün, bütün halde hâkimiyetini istemek, bunun için niyet almaktan, bu niyeti tam ifaya kadar uzanacak fikrî ve fiilî işlerin içerisinde olmak…

İslam’a inanmaksa da, İslam’ı yaşamaksa da, işte budur!

İslam’a inanmaksa da, İslam’ı yaşamaksa da, onu bize Allah’tan getiren Resul’ün mübarek hayatlarında tam olarak icra ettikleri keyfiyet de, işte budur!

Zira Allah’ın Resulü, Peygamberlikle ortaya çıktılar, tebliğ ettiler, kurulu düzen sahiplerinin çıkarı zedelenince zulme muhatap oldular, zulüm Müslümanlığı Mekke’de yaşanmaz kılınca Allah emriyle Medine’ye gittiler, evvela Medine’ye bir düzen verdiler, o düzen içerisinde orada güçlendiler ve kaçılmayan, sadece güçlenmek üzere kendisinden hicret edilen Mekke’ye döndüler, varlar diye Mekke’yi terk ettiren putları tepetaklak ettiler, put düzeninin canına tam okuduktan sonra da, İslam’ın cüzlerden, ibadetlerden, muamelelerden müteşekkil bütününün tam hâkim olduğu tam İslamî bir düzen kurdular!

İslam’a inanmaksa da, İslam’ı yaşamaksa da, bir bütünlük halinde Allah Resulü’nün mübarek hayatlarıyla gösterdikleri bütün, işte budur!

Bu bütün yoksa ve Müslümanlık, parçada tam olsa da bu bütünlükten mahrumsa; tek tek İslam’ı meydana getiren bütün cüzlerde, ibadetlerde, muamelelerde bir insan, herkesten önce olsa, mesela farzlardan başka ilave namazlarda herkesten çok namaz kılsa, Ramazan dışı da tüm günleri oruçla geçirse, “Yerhamükallah!” demek için insanların hapşırmasını kollasa, her türbeye türbedar olsa, avucu şehrindeki bütün fakirlerin avuçlarına bitişik olsa ve dahi parçada İslam’ı oluşturan ne varsa hepsinde parça parça öncü olsa da boştur, zira böyle bir insan zaten Müslümanlıktan boştur!

Damlar için kedilerin, dallar için sarmaşıkların, dağlar için kurtların hâkimiyet meyliyle nice atraksiyona geçtiği bir dünyada zaten, kayda değer hiçbir fikir, hiçbir inanış, hiçbir kültür yoktur ki, genişliğine ve derinliğine doğru bir hâkim olma cedelinin içinde olmasın!

Dikkat celp ederiz, görünüz: Bu hâkim olma cedelinin yokluğu, bu Deccaliyet çağında bir tek Müslümanlığa reva görülür ve bu yolla, insan olma haysiyetine şayan olmayan ne kadar fikir, inanış ve kültür varsa, hepsinin insana hâkim olması istenir!

İşte tam da bu isteğe, hal lisanı ve fiilî iştirakla duhul etmek, İslam’dan sessiz sedasız huruç etmekle eşdeğer bir cinayettir!

İslam’a inanmak ve İslam’ı yaşamak mı dediniz, bu isteğe ve bu istek sahiplerine karşı çıkmadan eşiğinden geçilmiş olmayacak bir iman ve İslam külliyesi varsa, işte budur!

Zira küllî Müslümanlık, çok Müslümanlık değildir, sadece Müslümanlıktır! Böyle olununca Müslümanlık Külliyesi’nde katlar çıkılmaz, Müslümanlık Külliyesi’nin eşiğinden geçilir! Bu külliyede katlar çıkıp makam almak için evvela onun eşiğinden geçmek, yani Müslümanlığın her zerresiyle tam hâkimiyetini istemek ve bu isteğin tahakkukuna odaklı işlerin içinde olmak şarttır!

Kıyısında ya da merkezinde ama mutlaka içinde!

Gayrısı, nefislerin uymak zorunda olduğu İslam’ın değil, nefislere uydurulmuş İslam’ın içinde olmaktır ki, bu da İslam’da olmamaktır!

Görmez misiniz, devrimiz, düzen sahiplerinin, nefislere uydurulmuş İslam’a da sahip oldukları ve hatta, “nefislerin uyacağı”ymış gibi kendi içinde sahte muarızını bile ürettiği bir devirdir!

Yoksa zerreden kürreye, bütün âleme nizam vermek davasını yaşamak ve yaşatmaktan mürekkep Müslümanlık, “başörtüsü”nden ibaret bir sığlığa böyle kolay düşmezdi, düşürülmezdi, düşürülemezdi…

Bir taraf, İslam’a ezelî düşman ve karşı taraftan oy devşirmek hokkabazlığıyla ebedî düşman olduğu başörtüsüne altı oklu selâm çakmakta, diğer taraf İslam’a ezelî dost gibi duran endamıyla İslam’ı, gene oy devşirme odaklı bir gaileyle başörtüsünden ibaret bir sığlığa sıkıştırmakta, derekeye indirmekte…

Sanki de, hakkın batılı galebe çalma keyfiyeti, başa örtünün serbestçe takılıp takılmamasından ibaretmiş gibi!

 Kaydettiğimiz basit inceliklere müstenit olarak şuarası kesin: Başörtüsünün serbest bırakılmasından sonra eğer iş, onu serbest bıraktıran için ebedî bir başa kakmaya dönüyor da, İslam’ın tam serbest ve tam hâkim olma davasında ilerlenmiyorsa, o alandaki apaçık parkın gerçek manası, İslam’dan örtülü bir çarktır!

-Sizi Mekke’deki zulümden kurtardım, artık Mekke’yi, Mekke’deki put düzenini, o putlara nefreti bırakın bir kenara, geniş Medine taşlıklarında çiftçiliğinize, uzak Şam ufuklarında ticaretinize bakın!

Bu ses, Allah Resulü’ne ait olamayacağı için, hal lisanıyla bu sesi terennüm eden kimseler de, Allah Resulü’nün Allah’tan getirdiği dine bağlı olamaz!

Allah Resulü’ne ait sesin her mümindeki aksi ancak, Medine’den sonra Mekke’ye dönmek ve hesaplaşmak şeklinde olabilir… Ve bu sesin hesaplaşacağı seslerden biri de bugün için en çok:

-Başörtüsünü serbest bıraktık işte nankörler, daha ne istiyorsunuz!

Şeklinde tekellüm edilen bir dalalet sesi olabilir…

Derin ve gerçek müminlerin bu sese, fikrî ve fiilî olarak cevapları zaten bellidir…

-Mekke’den Medine’ye, Medine’den Mekke’ye, oradan da fetih ve gaza ufuklu bakışlarla Bizans ve Sasanî’ye bakan ve bakış muradını er ya da geç tahakkuk ettiren Allah Resulü ne istediyse, onu istiyoruz!

Ve inşallah, istediğimizi alacağız da!

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi