İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Nefs, insanın düşmanıdır. Hatta mekânı insan bünyesinde olarak nefs, kendisini yaratan Allah’ın da muhalifidir. Böyleyken, yani Allah nefsi, insana düşman olarak yoldaş kılmışken, onunla insana yücelmek fırsatını da vermiştir. Nefse muhalefet etmek bu manada, Allah’a muvafakat etmektir ve bu muvafakat da insanı Allah’a yaklaştırır… Gördünüz mü şimdi, Cemâlullah’a vuslat ve rıza-ı bâri’ye liyakat, insana nefs üzerinden geliyor… Ancak nefs ile sırnaşmak suretiyle değil, nefs ile savaşmak suretiyle…
Oysa nefse sahip olmayan melekler için ne tedenni vardır, ne terakki… Melekler, Allah onları ne olarak ve hangi mevkide yarattıysa hep odurlar, oradadırlar… Ama insan için tedenni de vardır, terakki de… Ve bu tedenni ve terakkinin asansörü de, nefistir… İnsan, nefsine uyup dip katların düğmesine basarsa, alçalır ve nefsini terbiye edip üst katların düğmesine basarsa, yücelir… Amma velâkin, dip ya da alt katların düğmesine basmak, teşbihimizin vasfettiği şekliyle kolay zannedilmesin… Nefse ayar vermek yerine göre, dev ordularla çarpışmak kadar zorluk belirtir.
Zira insan, bâr-ı girân-ı emanet altındadır… Çok çok ağır bir emanetin altında… Öyle ki; melekler de bunu bilir ve insanlar için dua ve istiğfarda bulunurlar!
Nefislerine karşı gelebilsin ve yücelebilsinler diye!
Küfür ve kâfir, zulüm ve zalim, istikbar ve müstekbir mevhumları için de böyledir. Yani küfre, zulme, istikbara karşı çıkmak da, yücelme vesilesidir. Ve dahi küfre, zulme, istikbara rıza göstermek, insanı rıza-ı bâri’den dûr ettirir. Küfre, zulme, istikbara rıza zaten zatıyla, küfürdür, zulümdür, istikbardır… Dilsiz şeytanlık anlamına gelecek bu sükût, sâkitlerini kâfir, zalim ve müstekbir kılar…
Demek Allah, insanı imtihan dünyasına, Şeytan’ı, nefsi, küfrü, zulmü, istikbarı galebe çalsın ve sonra, cepleri dolu dolu kendisine dönsün diye indirmiş… Bütün bu melûn fail ve fiiller, hep birden ahlak-ı zemime ağacını teşkil ederler… Köklerinden dalına, meyvesinden yaprağına her şeyiyle zehirli bu ağaç, Şeytan çiftçiliğinin bir mahsulü, nefs çıfıtlığının bir
verimi, küfür, zulüm ve istikbar çılgınlığının bir edimidir… Öyleyse insana düşen en insanî tavır, bu ağacı ıslaha yönelmektir.
İnsanların çoğunun, bu ağaca bir saadet yemişi gibi ve bir felaket baykuşu gibi tünedikleri bir bağlamda, iki zümre vardır ki, aynı ağaca muhalefet tavrı sergiler. İlk taife, bu ağacı ıslah için onun dallarını budamaya, budaklarını kesmeye yeltenir… Oysa yaptıkları bu iş, ahlâk-ı zemime ağacını daha da kuvvetlendirir, dal budak saldırır, böyle olunca da ahlâk, zemmedilmiş halinden methedilmiş bir hale dönmez de, daha âlâ zemmedilmek vasfına erebilir… İkinci taifeye gelince, onlar bu ağacı ıslah için onu kökten kurutmak gerektiğin şuurundadır. Bu sebeple onun ya suyunu kısar, ya kökünden sökmeye gayret ederler… İşte bu hakiki ıslah yolunda mesafe kat edildikçe, ahlâk-ı zemime, ahlâk-ı memduh olmak yolunda mesafe kat eder…
Ah bilseniz, bu ahlâk-ı zemime ağacı, zehirli tabiatıyla kaç daldır, kaç budaktır!
Böyleyken ondaki en esaslı unsur, gövdesine tekabül edebilecek haliyle, enaniyettir!
Zira Şeytan, enaniyet sahiplerinin kralıdır, nefs, enaniyet ülkesin pelerinli hayaletidir, küfür, zulüm ve istikbar, enaniyet diktatoryasının mahir savaşçılarıdır!
Öyleyse, bu yönüyle enaniyet ağacı da diyebileceğimiz ahlâk-ı zemime ağacının tam ıslahında, enaniyet denilen illetin icabına bakmaya özel bir önem vermelidir. Zira o, insan denilen sırlar ülkesinin, yapılan onca kurtuluş hamlesinden sonra en son çıkarılabilen istilacısıdır… Belalıdır, belalar anasıdır, insan denilen sır katarına ilişmek ve onu toptan uçuruma doğru sürüklemek emelindeki bir şeytan lokomotifidir!
Tevekkeli dememiş, Sahabînin büyüklerinden Miktad bin Amr (Esved) Hazretleri, bir seriyye kumandanı olarak gönderildiği vazifeden dönünce ve Allah Resulü’nün “Kumandan olmak nasıldı?” şeklindeki sualine muhatap olunca:
“Ey Allah’ın Resulü! Ben kumandan olunca, bütün insanlar sanki de bana hizmetçiymiş gibi bir hisse kapıldım! Vallahi, yaşadığım sürece hiçbir görev almayacağım!”
Diye… Mervidir ki, Resul-ü Zişan’ın “Allah sev dedi!” diye ismini verdikleri arasında bulunan mezkûr Sahabî, ölene kadar İslam için oradan oraya koşmuşken hiçbir vazifeye talip olmamış… Cennet yolunu bir nevi, risksiz yürümek istemiş… Bu vaziyetiyle de bu minvaldeki riskin, herkesler görsün diye altını çizmiş…
Evet, bir insanın kendisini başkalarından üstün ve hayırlı görmesi, ahlâk-ı zemime ağacının zehirli bir meyvesidir, sıfat-ı şeytanîyenin en fasledici çizgisidir. Hakiki büyüklük, halka karşı böbürlenmekle gelmez, Hakk’a karşı kulluğunu bilmekle gelir. Kullukta tamlık, yani abd-i mahzlık, kendini, kâfirler, zalimler ve müstekbirler hariç, herkesten âlâ hakir ve zelil görmektedir. Tam kul, kendini hakir görür, zira gerçek hâkimi bilir. Yani kendini Allah’a nispet etmenin şerefiyle, kulluk şerefine de ermiş, erdirilmiş olur. Ne Şeytan’ın, ne de nefsin artık bu şerefe eren müminden pek bir nasibi olmaz… Cenab-ı Hakk’ın, öz kelâmıyla kast ve murat ettiği de budur:
“Şüphesiz, senin (Şeytan’ın), kullarım üzerinde bir hâkimiyetin yoktur…” (Hicr-42)
Devam-ı ayette Cenab-ı Hakk’ın kayıt koyarak gösterdikleri de, şerefi Allah’a değil, kendilerine izafen edenlerdir:
“Ancak, azgınlardan sana (Şeytan’a) uyanlar müstesna…” (Hicr-42)
Öyleyse mesele, kul olabilmektedir. Kul olabilen insana ne Şeytan’ın, ne nefsin tasallutu olmaz, olsa da, köpeğin zinciri dişlemesi şeklinde olur. Köpek de zinciri dişleyince ancak dişleri kırılır.
Aksi hallerde insan, Şeytan sırtlanı ile nefs köpeğine nispeten şaşkın bir kedi olur. Ta ki can verinceye dek, ısırık ısırık, pençe pençe parçalanır. Onun can vermesi, canını imansız teslim etmesidir. Şeytansırtlanı ona pençe vurur, bu pençenin tesiriyle insan kedisi, kendisini aslan zanneder. Şeytan pençe vurur, insan kedisi, fakirlikten korkarak hırsızlığa başlar, cimriliğe düşer, dünyaya tapınmaya başlar…
Nefs köpeği onu ısırır, bu ısırığın tesiriyle insan kedisi, hasede saplanıp hırsa düşer. Nefs ısırır, insan kedisi tamaha başlar, gösterişe meyleder, desinler’e kapılanır! Bu hırpalanma sürecinin sonu, felâketler felaketi olarak dünyadan ahirete elleri boş, cürmü de ateş dolu olarak dönmektir. Bu felâkete duçar olmamak içinse tek yol, Şeytan’ın ve nefsin yollarını daraltmak, hareket kabiliyetlerini eksiltmek, onlarla cephe cephe vuruşmak, mevzi mevzi çatışmak, mıntıka mıntıka didişmektir…
Mesela cimrilik Şeytan ve nefstense, cömertlik Allah’tandır! Bu sebeple insan cimriliği kollamalı ve onun şahsındaki her işgal girişimine karşı, cömertliğin yetmişlik topuyla ona bir atış yapmalı!
Cömertlikle nefsini acıtmalı ki, ruhu sağalsın! Ya da insanın içine, büyüklüğüne dair bir his mi geldi, anlasın ki, Şeytan civarında, nefs tepesindedir… Ateşi söndürmek için ona su döker gibi hemen davranmalı ve kendisine aslında insanlardan bir insan olduğunu telkin edecek ve bunu ele güne de gösterecek bir süpürgenin sapından tutmalı! Nefsini tevazuyla cüceltmeli ki, ruhu yücelsin! Lif lif her meselede de böyle…
Velhâsıl; Kâinat Efendisi’nin yolunda olmak, bu minvalde yoğrulmakla eşdeğer bir keyfiyet…
Unutmayalım ki; Şeytan ve nefsin, cihat meydanında bile mücahit kisveli nicesinden nasibi büyüktür…
Öyleyse “kişinin öz nefsiyle cihadı”, düşmanla cihadı da kapsayan ömürlük bir cihattır! Zaten öz nefsiyle cihat edebilenlerdir ki, cihat meydanlarının da gerçekten cihat eden mücahitleri onlardır.
Böyleyken “öz nefsiyle cihadı”, düşmanla cihattan kaçaklık için kullananlar da az değildir! Demek “öz nefsiyle cihad” da yerine göre bir Şeytan kamuflajı, bir nefs pelerini olarak kullanılabilmektedir…
Anlayacağınız, insanî dünya sergüzeştimiz hiç de çalakalem bir kavgaya tekabül etmemektedir… Çok komplike bir kavgadır ki, kendisini verebilene insanlık beratı vermektedir… Güreş nasıl ustasız öğrenilmezse, bu komplike kavga da bir bilenin rehberliği olmadan tam öğrenilmez…
Bizim yolumuz, ulvi aşkları da havi olarak bu kavganın yoludur… Bir ulvi kavgadır ki, muhtevası ulvi bir aşk olsun ve ulvi bir aşktır ki, insanı kolundan tutup ulvi bir kavgaya sürsün…
Öyleyse dostlar, gönüldaşlar!
Çift kanatlı bir tamlık tavrıyla, bir yanımız makam cübbesini çıkaran ve pejmürde haliyle tekkede tuvalet temizleyen Velinin, “Bu ne düşüklük!” diye vıdı vıdı eden nefsini “Sesini kesmezsen, süpürgeyi bırakır, hela taşlarını sakallarımla süpürürüm!” diye tehdit eden mücahitliğine ram, ve diğer yanımız, kılıç kendisindeyken ve güçlü düşmanına da uzun soluklu bir kavgadan sonra diz çöktürmüşken, sırf düşman son bir havl ile yüzüne tükürdü diye onu öldürmeyen Büyük Sahabînin, Allah rızasına hiçbir nefsî dürtüyü karıştırmayıcı veliliğine meftun, iki kanatlı bir iştiyakla uçmalıyız!
Muradımız, Allah Resulü’nün yolunda yoğrulmaksa, böyle yapmalıyız!
Yapabilmek için Şeytan ve nefsin yollarını daraltmalı, birbirimize yardımcı olmalıyız…
Bir Hadisin beyan ettiği üzere, Şeytan, kanın insan bedeninde cereyanı gibi insan vücuduna hulûl eder… Bu sebeple aynı Hadis, Şeytan’ın yollarını açlık (oruç) ile daraltmayı da tavsiye eder…
Unutmayalım; cadde ve sokaklarından insî ve cinnî şeytanların kovulduğu bir cemiyet için, damar ve organ hatlarında Şeytan’ın deveran etmediği sağlam bünyelere ihtiyaç vardır!
Bünyesini bu yola revan kılmak ne güzeldir de, bünyesini bu yola yol tıkayıcı bir taş olarak değil de, yollar açıcı bir baş olarak revan kılmak ne zordur, ne zordur!
Bu çetrefilli zorluğa, güzellikleriyle duhûl eden adamlar, ne güzeldir, ne güzeldir!