İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Ehven-i şer parantezine alınmasaydı, Adnan Menderes ve onun Demokrat Partisi, muhtemeldir ki gelişecek hadiseler muvacehesinde, Müslüman Anadolu halkının buğz parantezi içine alınırdı. Ama öyle olmadı, CHP’nin şahsında merkezîleşen şer öyle kuvvetliydi ki, kendi kendisinden ibaret kaldığında kendisi de bir şer merkezi sayılabilecek Demokrat Parti’yi bir nur yuvası, lideri Adnan Menderes’i de nurlu bir şahsiyet gibi konumladı. Gerçek böyle değildi oysa…
Üstelik “kendi kendisinden ibaret bırakılmayınca” beliren başka ve daha büyük bir tehlike, ehven-i şer mevzuunun yanlış idrakinde belirecekti. Şöyle ki; ehven-i şer, elde iyi örneklerin olmadığı durumlarda, geçici bir süre kötülerden en az kötü olanın tercihi şeklinde tecelliye gelecekken, onun idraki şaşarsa eğer bu defa, iyi olanın hiç “olmayacağı-gelmeyeceği-gerçekleşmeyeceği” algısı bir ur gibi dimağlara yapışır, bu urun tesiriyle kötülerin en az kötü olanı da bundan böyle “iyi” diye kabullenilir ve böylece en az kötü olandan, en çok kötü olanın teşekkülüne doğru gizli bir yol açılır…
Bu yol, iyinin unutulduğu, kötülerden en az kötü olanın ebeden tercih ediledurduğu, öldürücü bir tehcir yoludur!
İşte; Türkiye siyasetinde öksüz Müslüman Anadolu halkı, Adnan Menderes ve onun Demokrat Partisi’nden bu güne, bu gizli yolu yürüyüp durmaktadır… 1950’den bu yana!
Zira; bataklığa dönmüş bir nehri geçmek isterken, yerine göre timsahlara bile bir zıplama taşı gibi basmak hakkı veren “ehven-i şer” öyle ki, yanlış teşhisi ve menfi tesiriyle bir süre sonra muhatabının kafasından, bu bataklığı kurutmak emelinden tutun da, onu selametle geçme imkânı verecek bir köprünün inşasına kadar bütün iyilik derecelerini siler ve aynı muhatabını, timsahların şahsına merhamet ve yardımseverlik atfedici bir ölüm hissine mahkûm kılar!
Bugünün Türkiye’sinde Müslüman Anadolu halkının üzerinde de, renksiz-çizgisiz-ipliksiz vaziyetiyle bu mahkûmluğun elbiseleri giyili durur!
Bakınız!
Bu elbiseleri giyindiren saik, biri isabet, diğeri bu isabetten vareste bir ıska tavrı olarak, ikidir…
İsabet, 100 yıllık mazisiyle CHP’nin, daha fazlası olmayan tam ve halis bir “azam-ı şer” olarak görülmesi… Bu isabetten vareste ıska tavrına gelince… O da, 72 yıllık mazisiyle CHP karşısında millete inkisar ve ıstıraptan başka şey getirmeyen “ehven-i şer” partilerdir ki; belirttikleri muvazaa ile yerine göre bu partiler, “azam-ı şer”den âlâ bir şerre yuva ve mahfil bile olabilirler…
Söyleyin bakalım, “gerçek hayat”ın, ifası ve ihyası asla mümkün bir şey olmadığını, Voyvoda kazıkları gibi millî dimağa saplayan “sahte bir hayat”, ölsek bir kere öleceğimiz ve sonra, ölümlerden ölüm beğenmek mahkûmiyetinden de kurtulacağımız hakikatine nispeten, ölümden de beter bir felâket değil midir?
Gerçek Müslümanlığın, Müslümanlığın tam hâkimiyetini istemesi imanî bir mecburiyet iken, Müslümanlığın tam hâkimiyeti için onun tam düşmanı CHP’ye karşı, Müslümanlığın düşmanı olmayan ve lisanda dostu da olduğunu kaydeden bir partiyi ehven-i şer kaydıyla desteklemek neyse de, bu desteğin bir süre sonra “tam Müslüman” olmak yerine, “çeyrek porsiyon CHP” olan bir “ehven-i şer partisi” şahsında, çeyrek Müslümanlıkla da iktifa edilebileceği gibi bir itikada dönüşmesi tastamam, yerine göre ehven-i şer’den azam-ı şerrin de doğabileceğine pek açık bir örnektir…
Peki, öldürücü bu “ehven-i şer tesellisi” Ak Parti şahsında da, millî dimağa Voyvoda kazıkları halinde saplanmış mıdır?
Ak Parti, CHP şerrini devirmek kastıyla yola çıktıktan sonra, deviremediği CHP ile kısmen aynîleşmiş midir, böylece kötünün azına katlanmak durumunu, kötülüğün kendisiyle mücadele azminin yitip, istikametinin de şaşması gibi bir felakete vardırmış mıdır?
Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’in 1980 yılında kaleme aldığı ve 1950’den o güne süregelen partilerdeki “ehven-i şer” durumunu kritik ettiği harika noktalaması, Demokrat Parti’yle başlayıcı ve onunla beraber bütün sağ partileri de kapsayıcı bir kıymet hükmüyle şöyle sonlanır:
-“Ehven-i şer” tesellisinde mutlak hayr aramadan, hep şerre katlanmaya razı olmak gibi bir hal vardır ki, o da felâketin ta kendisidir. Kötünün azına katlanmak, kötünün çoğuna karşı elde tutulacak mücadele azim ve gayretini kaybetmeğe varır ki, işte bu hal kötünün en kötüsüdür… Şimdiki halimiz budur!”
Biz de açıkça kaydedelim; Demokrat Parti’nin 1950 iktidarından bu yana 72, Üstadımızın bu satırları yazdığı tarihten bu yana aradan 42 sene geçmiştir amma, esefle kaydedelim ki; ehven-i şer tesellisinde mutlak hayr aramadan, hep şerre katlanmaya razı olmak mevzuunda, şimdiki halimiz de, budur!
Ve bu halin sağlaması da hem beleş, hem de kolaydır…
Sizce Ak Parti, 20 yıllık tek başına iktidar devresi boyunca “mutlak hayrı” mı aramıştır, yoksa daha az şerliyi takdim edişleriyle aslında, “mutlak şerre” katlanmak ve dahi onu içselleştirmek gibi öldürücü bir felakete yol mu açmıştır?
Ele güne değilse de kendi kendinize sorun ve “Ehven-i şerden bazen azam-ı şer doğar!” kıymet hükmümüzün, Ak Parti şahsında nasıl bir ifâ meyli kazandığını kendi içinizde sağlayın!
Söyleyin bakalım; ehven-i şer kastıyla desteklenen Ak Parti’den, azam-ı şer;
Doğmuş mudur?
Doğacak mıdır?
Doğmaz mıdır?
Biz, gördüğümüzü zaten söylüyoruz!
Ak Parti’nin, desteğimizle ve “Yetkiyi arttırın, sistemi hızlandırın, görün CHP’nin hakkından o zaman nasıl da hızlı geleceğim!” imasıyla getirdiği ama bir türlü aslî muradı uğrunda kullanmadığı Başkanlık Sistemi, hakkından gelinememiş CHP’nin eline geçerse eğer o zaman herkes, onun asli muradının aksi istikametinde nasıl da işletildiğini görecek, “hızlandırılmış CHP”nin o zaman, Ak Parti’nin 20 yılda kazandırdığı iddia edilen şeyleri 2 günde nasıl da kusturduğuna şahitlik edecek!
Şimdilik herkeste kafalar, başörtüsü nasıl da serbest bırakıldı markalı eroinle bir hoş ve herkeste gönüller, öldürücü kuzgun ve akbabalar halinde etrafımızda dolanan tehlikelere karşı meyyoş ve bu ahvalde gene herkeste zevk teksifi, Lale Devri’nin üzerine kandil yerleştirilmiş tosbağalarına meksuf!
Köprü, yol ya da baraj, bunları hasbelkader her iktidarın az ya da çok, eğri ya da doğru yaptığını, yapmak durumunda olduğunu göz önüne alıp bir kenara koyarsak ve meseleye İslam davası namına neler yapıldığı açısından bakarsak, Ak Parti’nin gözlere Ferhat’ın dağlar delmesi gibi devasa görünen 20 yıllık icraatlarının, aslında bir doğum günü pastasına krema püskürtmek nevinden icraatlar olduğu da anlaşılmaz mı? Anlaşılır ama bu en çok da, olası bir olası bir iktidar değişikliğinde tastamam anlaşılır!
Hem o zaman ahvalimiz, boşa kürek çekmek kabilinden bir iş de sayılmaz, beterden de beter bir tecelliyle, esaret ve mahkûmluk gemisini yüzdürmek kabilinden kürek çekmek olur!
Biz, bunun böyle olduğunu anlamak için iktidarın değişikliğini görmeye ihtiyaç duyanlardan değiliz!
Apaçık, solgun suratlı hastaya operatör tedbirleriyle yaklaşılmadığı, aksine onu sıhhatli göstermek için “yüze pudra” nevinden tedbirlerle durumun geçiştirildiğini görmekteyiz!
Böyle giderse, acı faturaların eşlik ettiği inkisar yıllarında, bütün Anadolu da görecek!
Bir daha söyleyin, böyle olursa ve aşağıdaki satırlar bir gün, istikbâlin en popüler kritik ve tenkit cümleleri arasına girerse, dünyevî manada milletin, uhrevî manada Ak Parti’nin ahvali sizce ne olacaktır, ne olabilecektir?
-Ah ah! Ak Parti gemisi uğrunda, esaret ve mahkûmluk gemisini batırsın diye çektiğimiz kürekler, güya ehven-i şer ruhsatı ve o ruhsattan doğma azimle çekilen küreklerdi amma, meğerse çekilen bu küreklerle biz aslında, esaret ve mahkûmluk gemisini batırmamış aksine yüzdürmüşüz, ve bu terso vaziyetten bir de, esaret ve mahkûmluk gemisinin mutlaka yüzer kalmasına inanmak gibi bir azam-ı şer doğurmuşuz!