Yirmi Yıllık Bir Ak Parti Vesikalığı: Ehl-i Sünnet Ve'l Cemaat Mi, Parti Tüzüğü Mü?

Yazan: 07 Temmuz 2022 1316

Kur’an’ın bir kısmını kabul edip, bir kısmını kabul etmemek, nedir? Kısmî İslam düşmanlığı mı? Kaba tarafından bakarsanız, öyle… Ama elbette öyle değil… Bunun adı, topyekûn İslam düşmanlığıdır! Zira Kur’an’ın bir kısmını reddetmek, Kur’an’ın tamamını reddetmekle aynı şeydir. Hatta, Kur’an’ı kısmî kabul hokkabazlığı, bu hokkabazlığı yapan kimseye Müslümanlık içine bir sokulma avantajı sağlandığından, böyle bir kimse bu avantajla Kur’an’a toptan düşman olanlara nazaran daha afili İslam düşmanlığı yapabilir!

Bir de bu avantaj, İslam’a dair reddedilenler, kabul edilenlere nazaran azaldıkça daha da artar ve İslam düşmanlığında muhatabına ince işçilik bir düşmanlık vasıtası verir…

 Mesela Kur’an’ı toptan kabul edip, Sünnet’i reddeden bir kimse bu noktada, Kuran’ın bir kısmını kabul edip bir kısmını reddeden bir kimseye göre daha avantajlıdır… Kur’an’ı güya toptan kabul ediyor ya, buradan bulduğu yüzle Sünnet’e daha rahat saldırır!

Ya da İslam’ın, dışa matuf ziynetlerini kabul edip de, içe matuf ziynetlerini reddeden bir kimse, İslam düşmanlığında diğerlerine göre daha avantajlı bulunur… Oysa Şeriat’i tahfif eden tasavvufçu, gerçek tasavvuf ehli olmayarak zındıktır ve tasavvufa düşmanlık eden Şeriatçi, gerçek Şeriat ehli olmayarak dandiktir. Ama bu zındık ve dandiğin ikisi de dışarıda değil, Müslümanlar içinde dururlar ve durdukları yerde pisledikçe de, dışarıyı değil içeriyi okuturlar!

Böyle böyle uzar gider bu…

Mesele; İslam’ı, Allah nasıl takdim ettiyse, o muhteva ve şekliyle kabul etmekte… Bu da; takdim edilen Kur’an ve o takdimin vasıtasıyla yapıldığı Resul’ün Sünnet’iyle mümkün… İkisini de topyekûn, şeksiz şüphesiz kabul etmekle… Kur’an, Allah’ın Resulü vasıtasıyla indirildi ama bir de Kur’an’ın Allah Resulü’nden sonra istikbâle doğru sağ salim intikal mevzuu var. Sahabî nesline taalluk eden bir husus!

 Evet, Kur’an’ın bize kadar intikalini sağlayan Sahabî, aynı zamanda Sünnet’i de bize intikal ettiren Altın Nesil… Allah’ın, bu intikal sağ salim olsun diye Resulü için insanlar içinden seçtiği bir nesil… Kur’an mevzuunda Sahabîye itimat edip, Sünnet konusunda itimat etmemek, gerçekte Sünnet’le beraber, Kur’an mevzuunda da itimat etmemektir…

Anlayacağınız; nice meselede olduğu gibi, bu hususun da turnusol kâğıdı mevkiindeki Sahabî nesli, o kadar önemli!

Evet! Sahabî nesli, budur…

Ve bu nesil eliyle intikal ettirilen her şey de işte, asıldır… Bu aslın, kendisiyle müsemma kılındığı en namlı ismiyse, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’tir!

 Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat, ne şunun, ne bunun, ne filan ırkın, ne falan coğrafyanın, ne filan zümrenin, ne falan devrin hususi bir görüşü değil, Allah ve Resulü’ne ait umumi bir görüş olarak, varlığı kendinden menkul bir bütün harikadır… Ne bir icat, ne bir keşif, ne eklektik bir fikir mahsulü olmayarak, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat, işte bu bütün harikanın kendisidir… Harikalığı, ona ittiba tavrıyla bakan nazarlardan bile umumen saklı, harikalar harikası!

Düşünün ki; Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat, tek başına ne Hz. Ömer ya da Hz. Ali’nin, ne tek başına İmam-ı Azam ya da İmam-ı Maturidî’nin bir eseri değil… Hiç deniz, üzerindekiler ya da içerisindekilerin eseri olabilir mi? Dev bir transatlantikten, küçük bir takaya kadar, dev bir balinadan, minicik bir planktona kadar, her şey denizin eseri… İşte Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat, insanlar için husule gelse de, insan eseri olmayarak, o denizin kendisi… İslam’ın büyükleri, bu denizin diplerinde açtıkları dehlizlerle büyük olur, oradan devşirip insanlara sunduklarıyla büyük hizmetlerde bulunmuş olurlar… İmam-ı Azam, böyle büyük oldu, İmam-ı Maturidî’nin büyüklüğü, buradan vareste bir büyüklükle bizlere tevarüs etti…

Apaçık anlaşılsın; Allah Resulü’nün, kum üzerine kalın bir çizgi çekerek Sahabîlerine gösterdikleri o müstakim hat, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat hattıydı. Ve sonra bu hattan sağa ve sola çıkardığı ince çizgiler, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’ten kopacak batıl ve sapık fırkalara matuftu…

Demek; İslam’da, hakikat tek ve ona ittiba da, ya hep, ya hiç nispetiyle kurulur…

Birazcık Müslüman olunmaz, ya Müslüman olunur, ya olunmaz!

Ama dikkat edelim; bu “ya hep, ya hiç”li nispet tavrı, yalnız İslam’ın kendisinedir…

Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in, bir “bütün harikalar harikası” olma vasfı da işte, en çok bu noktada belirir…

Bazı anlarda Sahabînin, dinin esasına taalluk etmeyen bir hususla ilgili istişare yapılırken Allah Resulü’ne:

-Ey Allah’ın Resulü! Bu söylediğiniz Allah’tan size gelen bir ayet midir, yoksa size ait hususi bir görüş müdür?

Diye sorması, bu belirişin bütün müminlere göz kırptığı en alî zirvedir. Hatırlayın, Bedir’de genç bir Sahabî, bu şekilde İslam ordusunun karargâh mevkiini bile değiştirebilmişti. Çünkü; Allah Resulü hayattalarken bile bu keyfiyet, carî idi. Zaten böyle olduğu için idi ki; Sahabî, Allah Resulü’nden sonra müşkül bir mana mirası mevzuuyla muhatap olmadı. Ayrılığın ilk anlarında, muhabbetten doğma bir hicran hissi, en yakıcı haliyle Hz. Ömer’de tecelli etse ve O’nun ağzından “O öldü diyenin boynuna, işte şu kılıcımı indiririm!” şeklindeki bir sayha ile tecessüm ve tekellüme gelerek bir an akılları başlardan alsa da, imandan doğma akıl en toplayıcı hitabıyla Hz. Ebubekir’de tecelli etti ve “Kim M…d’e tapıyorsa bilsin ki, O vefat etmiştir. Yine sizlerden kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki; Allah mutlak hayat sahibidir ve asla ölmez!” diye akılları başlara iade etti…

Yani…

Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in bir numaralı zirve ismi, Sıddık-ı Ekber!

 Allah Resulü’nden gördüğü şekliyle işi esasa bağlamış, Allah Resulü’nü de kuşatıcı manasıyla Allah davasını işaret etmişti!

Bu işaret, aslında bir beşaretti de!

İslam davasının, kişiden kişiye, zümreden zümreye esası değişmeyen, varlığı kendinden menkul, bir “bütün harikalar harikası” olmasının beşareti…

Yani bu esası koruyanın, İslam’la olan bağını da, kırk bin yıl sonra gelecek olsa da koruyabileceğinin beşareti…

Bu esas içinde kalındıkça, tavır ve edalarla teşekküle gelecek farklılıklar, ayrılık değil, zenginlik olacak! Habib-i Kibriya’nın:

“Ümmetimin ihtilafından rahmet doğar!”

Diye buyurdukları keyfiyet…             

Ya bu esastan kopulunca?

İşte Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat; hem bu esastan nasıl kopulmayacağını krokilendiren, hem de bu esastan kopulunca artık kopulmuş bulunulduğunu hükme bağlayan, bir lahuti mühür, bir “bütün harikalar harikası”!

Kıyamete kadar bakî ve carî kalacak, bir bütün harikalar harikası!

Öyleyse; mutlak olan ile bağı bugün için de kesintiye uğratmayacak şey o!

 Onun kesintiye uğraması, kendine racî değil, onu kendisinde kesintiye uğratanlara racî…

Kafa kuma gömülünce, Güneş yok olmaz, devekuşu cinsinden kafalar için yok olmuş farz edilir!

Üç ile beşi toplayıp da sonucu on bulmak, bu hesabı yapanın sorunudur! Rakamlar ve hesap hassası, hâlâ ortada ve bütün sayı berduşluklarını ifşa edecek kudrettedir…

            Diyoruz ya; İslam’a, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat anlayışı ve “ne ise o” sırrıyla bağlanan bir mümin, mesela bütün Sahabîlere küfredip Hz. Ali’ye aşkla bağlılık iddia eden bir rafızîyi “birazcık sapık” görmez, bütün halde bir sapık görür… Ya da çıplak namaz kılınabileceğini söyleyen bir mealci onun gözünde “az sapık, çok mümin” değildir, tekdüze bir sapıktır! Kaderi reddedeni, Kur’an’ı mâhlûk bileni, Şeriat’i devri geçmiş sayanı ila ahir… Bir batıl anlayış, İslam ile esastan bir kopuş gösterirse, füruattaki nice bağlı gibi kalışları da iptal olur, apaçık ve bütünüyle bir sapıklık belirtir!

            Bu nevi bütün sapık anlayışlar da, tek olan hak anlayışla, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat anlayışıyla anlaşılır! Güneş’i görmüş olana, hangi ateş böceğinin kolpası söker ki! Güneş’i hiç görmeyen için, ateşböcekleri adedince kolpaya maruz kalma ihtimali vardır…

Aslolan sizdeyse, sahteler çöpünüzdedir… Aslolan sizde değilse, sahteler içinizdedir… Aklınızda yerleşiktir, gönlünüzde sırnaşıktır, içinizde dolaşıktır…

Bir Müslüman için her meselede de aynı şey… Gerçek bir Müslüman için!

Mesela gerçek bir Müslüman, İslam’ın tam hâkimiyetini ister… İslam tam hâkim iken de, değil iken de… Bizim devrimiz, İslam’ın tam hâkimiyetini kaybettiği bir devir ya; bu sebeple bu devir, gerçek bir Müslüman için İslam’ın tam hâkimiyetinin özlendiği, özlemde de kalınmayıp, bunun tam icrası için çaba gösterildiği bir devirdir… Gerçek bir Müslüman için öyle olmalıdır… İslam’ın tam hâkimiyetini istememek, bir Müslüman için tam sapıklıktır zira… İslam’dan tam sapmışlıktır… İsterse bu hissin sahibi, alnı secdeden kalkmayan biri olsun… Kıla tüye hâkimlikler atfedip, iş İslam’ın hâkimiyetine gelince hadiseye seküler yanaşan, laiklikten dem vuran, devrin değişiminden poz kesenler, böyledir… İslam’dan sapmışlardır… Bu manada sapıklardır… Bunların sapıtma organizatörü de, CHP’dir…

CHP tam manasıyla, İslam’ın tam hâkimiyetini engellemek için tesis edilmiş bir şekavet ve küfür ocağıdır… Bir Müslüman için, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat anlayışının da tebellür ettirdiği şekliyle CHP, budur… CHP, Kemalist rejimin hem kurucu ve hem de onu, sonradan ilave olunan başka partilerin de ortaklığıyla ayakta tutucu partisidir. Öyleyse bir Müslüman için CHP varlığına yokluk hasreti duymak, imanının varlığından ve sahihliğinden haber verir. CHP’nin bu tarafını bilmek ve bildirmek, İslam’ın tam hâkimiyetine kota koymuş bir rejimin ifşası ve onunla mücadele edilmenin başat icrası olarak farzdır… Neticede amaç bellidir… Ve besbelli bu amaç uğrunda gerçek Müslümanlar, başka araçlar da kullanabilirler. Mesela CHP bir parti ise, bu partiyi devirmek için Müslümanlar bir taktik gereği olarak parti kurabilirler… Bunun manası, çiviyi çivi ile sökmektir. Düşmanı, düşmanın silahı ile vurmaktır. Bu mananın dışına doğru atılacak her adım, CHP’yle aynileşmek yönünde atılacak bir adımdır…

Peki, 1946’dan 2022’ye, Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nden, Recep Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti’sine, seksen yıldır “CHP ile mücadele etmek” üzere yola çıkan partiler bu mananın içerinde mi kalmışlardır, yoksa bu mananın dışına doğru adımlar atarak CHP ile aynileşmişler midir?

Demokrat Parti ve Adnan Menderes’in, zaten CHP ile çok da ruhî bir ayrılığı olmamıştır. CHP’nin arşa varan zulmü, sırf bu zulmün icracısı olmadığı için Demokrat Parti ve Adnan Menderes’i Müslüman Anadolu gözüne bir CHP’den kurtulma aparatı gibi göstermiştir. Atfedilen kıymet, buradandır. Demokrat Parti ve Adnan Menderes’in kendinden menkul değildir.  Böyle olmadıkları için de Müslüman Anadolu halkını CHP’den kurtaramamışlardır, kurtaramadıkları gibi CHP’ye daha çok yem etmişlerdir. Çünkü eksik oluş, oluşun katilidir. Eksik oluş, bir türlü olamayan Adnan Menderes’in de katilidir. Hadiseler sadece tecelli bahaneleridir. Ve bu bahane, CHP’nin seçimde yenildiği Adnan Menderes’i orduyu kullanarak alt etmesi, ennihayetinde onu ipe çektirmesi şeklinde tecelliye gelmiştir…

 O günden sonra Müslüman Anadolu halkı, Demirel’li, Özal’lı, Adalet Partili, Anap’lı bir lider ve parti vasatına duçar kılınmıştır. Bir ara Erbakan’la ruhî bir hamlede bulunur gibi olsa da, O’nda da kanun yoluyla zuhur ve bu zuhuru ona verecek ideolojik formasyon olmadığından, iş akamete uğramıştır. Yani zuhur edilememiştir, edilemeyince de zuhur eden yeniden rejimin baş bekçisi mesabesindeki ordu olmuş ve Kemalist rejim, bütün enstrümanlarını kullanarak, Erbakan ile beraber onun Refah Partisi’ni tasfiye etmiştir. Ama Müslüman Anadolu halkı için çiviyi çivi ile sökmek, düşmanı düşmanın silahı ile vurmak, Kemalist rejimi kurucu partisiyle beraber devirmek hassası, hâlâ yerinde kalmıştır. Müslüman Anadolu halkı için kaydedelim, yaralansa, ölümler getirici darbeler alsa da, aslan gene aslandır. Ama ya maddî bedeni tek çiziksiz olsa da kuş gibi öten bir aslan, hâlâ aslan mıdır? Değildir… Peki, onca debdebe ve hasara rağmen Müslüman Anadolu halkındaki aslanlığı, yani çiviyi çivi ile sökmek, düşmanı düşmanın silahı ile vurmak, Kemalist rejimi kurucu partisiyle beraber devirmek hassasını yerinde tutan nedir? Elbette, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat anlayışıdır! Zaten o anlayış bizde durdukça, esası elbette kaybetmeyecek, ulvi amaçlar muvacehesinde asla araç olan şeyleri amaç edinmeyecektik!

Amma işte…

Şükür kaydıyla ve Müslüman Anadolu halkı için kaydettiğimiz “çiviyi çivi ile sökmek, düşmanı düşmanın silahı ile vurmak, Kemalist rejimi kurucu partisiyle beraber devirmek hassası” gelinen nokta itibariyle sekteye uğrar olmuştur. Bunun da vesilesi, yirmi yıllık tek başına iktidar etmek avantajını hovardaca harcayan Ak Parti olmuştur… Çünkü Müslüman Anadolu için varlık plânına sadece bir araç olarak çıkan Ak Parti, gelinen noktada itibariyle kendisini amaçlaştırmıştır. Müslümanların lahutî düşlerini gerçekleştirmek için Anadolu tarafından icazetlendirilen bir yapı, kıçlarını koltuklara yerleştirince Kemalizm tarafından rozetlendirilen bir yapıya evrilmiştir. Artık Ak Parti, hedefe uygun işler yapıp yapmama durumuna göre kritik ve tenkide tabi bir yapı bile olmaktan çıkmış, kendisini bizzat hedefin kendisi haline getirmiştir. CHP’nin, topyekûn İslam düşmanı olduğu yerde, İslam’ın topyekûn dostu olmak ve CHP ile bu dostluğun gereği olarak mücadele etmek varken, Ak Parti CHP ile olan mücadelesini “demokrasi mücadelesine”, kavgasını “antrenman kavgasına” evirmiş, bu sebeple de İslam’ın dostu olmak mevkiinden parça parça soyunur olmuştur. Mesela felsefî temelleri de tarafımızdan ortaya konulan “Toplumsal Cinsiyet” kavramı, Ak Parti’nin hem kadın kolları, hem kadın dernekleri, hem de devlet imkânları hinterlandında desteklediği bir şey olarak İslam’ın tam muarızı iken, Ak Parti’nin tam dostudur. Batı’nın iki bin beş yüz yıllık şeytanî emellerini tahakkuk için, insanî hilkati bozmak, erkeği erkeklikten, kadını kadınlıktan çıkarmak, aile yapısını tar umar etmek için Batı’da üretilen ve bize dayatılan bu kavram, CHP’nin de dostudur! Ak Parti’nin bu kavramı, sureti haktan bir şey olarak görüp desteklemesi bir şeyi değiştirmeyecektir. Müslümanlığın gözünü, onu Müslümanlığın gözü olarak oymak isteyenle, onu ceviz içi diye oymak isteyenin yapmaya çalıştığı şey, neticesi itibariyle aynıdır. Üstelik Ak Parti’ye, Müslüman münevverler oymaya çalıştığı şeyin ceviz içi değil de, Müslümanlık gözü olduğunu anlatmak için misilsiz çabalar sarf etmiştir. Buna rağmen Ak Parti, bu çabaları üç beş bağnaz yapının kışkırtıcı faaliyeti olarak işaretlemiş, devlet imkânlarını da babadan miras bir edayla kendi bildiğini okumak doğrultusunda kullanmaya devam etmiştir. Başka bir misal mi?

Ak Parti’nin, kadının iş hayatına çekilmesi noktasında canhıraş bir şekilde çalışması, Müslümanlığın değil, Avrupa Konseyi’nin razı olup istediği bir şeydir. Öyleyse Ak Parti’nin, milyonlarca anneyi, çaycılıkta temizlikçiliğe, işçilikten patronluğa fark etmez, iş hayatına çekmek için devlet imkânlarıyla projeler tertip edip teşviklerde bulunması, İslamî değildir. Hatta bu tavır, bu hususla ilgili olarak İslam’dan kopulduğuna da nişanedir. Çünkü her sene tuttuğu istatistikleri açıklayan ve eğer iş hayatında çalışan kadın sayısı arttırılmışsa bununla, İstanbul’u fethetmiş gibi sevinen Ak Parti’nin kendisidir. Ak Parti, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat anlayışının bir yansısı olarak kendisine zaman zaman, İslam’ın tam hâkimiyetini belirtici hatırlatmalar yapıldığında, içinde bundan gocunan tipler barındırmakta, yetmedi bu tipleri nezdinde muteber tutmaktadır. Mesela Ak Parti ile özdeşleşmiş bir kadın milletvekili, kadın hakları ile ilgili görüşünü açıklayan ve bunu da bir Kur’an ayetine dayandıran imam mevzuunda, apaçık şöyle diyebilmiştir:

-Biz kanun yapıyoruz, bunlar ayetle geliyorlar. Ayetle gelince de onunla rekabet etme şansı kalmıyor!

YİRMİ YILLIK BİR AK PARTİ VESİKALIĞI EHL İ SÜNNET VEL CEMAAT Mİ PARTİ TÜZÜĞÜ 1

Heyhat ki; Müslüman kızlar daha dün başörtüleriyle üniversitelere alınmadığında, Kemalist sulta kanunları, Mğüslümanlar ise İslam’dan kaynaklı haklarını göstermişlerdi. Bu kadın da daha dün, Kemalist bir kanunla gelen yasağın karşısına, Kur’an ayetiyle gelen insanî ve İslamî bir taleple çıkanların arasındaydı. Oysa şimdi; bizzat Ak Parti olarak yaptığı kanunun, İslamî ve insanî kritiği zoruna gitmekte, kendi yaptığı kanunun mükemmel olduğundan dem vurur gibi “Bize dinle itiraz etmeyin! Bu haksızlık olur! Sonra biz onunla nasıl rekabet ederiz!” demektedir. Daha dün Ebu Cehil karşısına İslamî bir taleple çıkanlar, bugün Ebu Cehil olmuş, İslamî talepte bulunanları cahillik ve fitnebazlıkla suçlamaktadırlar. Zira Mekke şirk diktatoryasıyla değilse de, Kemalizm şirk ve küfür diktatoryasıyla uzlaşılmış gibi bir vaziyet doğmuştur!

Kemalist rejimle mücadele için yola çıkıp, Kemalist kıçlardan boşalan koltuklara kıç yerleştirince mücadeleyi unutup mutabakat ve uzlaşıya meyledici, bu meyilden sonra da gerçek Müslümanları fitneci diye işaretleyici bu anlayış, Ak Parti’de aykırı tiplerin hususi bir görüşü değil, umumileşme mevkiindeki bir anlayıştır. Bu anlayış aynı zamanda, omuzlarında yükseldiği Müslüman Anadolu halkını menfi manada bir dönüştürme aparatıdır. CHP’nin idam sehpalarında yapamadığı dönüşümü, Ak Parti bu vesile ile yapadurmaktadır. Bu minvalde Ak Parti’ye yaptığı yanlışları hatırlatmak yerine, Ak Parti’nin yaptığı yanlışları tevillerle doğruymuş gibi işleyen bir insan tipi de üremiştir…

“Kur’an ne der?” demek yerine “Parti tüzüğü ne der?” diyen bu tipleme, kanserli hücre yayılımından rol çalar gibi umumileşme yoluna girmiştir… Bu durum, Ehl-i Sünet ve’l Cemaat anlayışının kendisine kazandırdığı bediî zevk ile eşya ve hadiselere bakan, kendine ait müessese ve araçlara şekil ve ruh veren Müslüman Anadolu halkını imha edici, o halkın yerine tüzük tüzük büzükleşmiş bir halkı inşa edici bir süreçtir ve öldürücüdür!

 Kemalist rejim paganizminden doğma nice hareket, daha düne kadar “mecburen eylenen işler” mevkiindeyken, Ak Parti onları o mevkiden indirmiştir ve “gönülden eylenen işler” mevkiine geçirmiştir. Bu da, Ak Parti’nin koca bir halka “Siz de böyle olun!” diye verdiği subliminal bir mesaj olmuştur. Ak Parti’nin kadınların, binlerce kişilik kadrosuyla Anıtkabir’e gidip de Mustafa Kemal’e, kendilerine seçme ve seçilme hakkı verdiği için minnet duygusu serdetme hadisesi, rol icabı değil, samimi bir gönülle yapılmıştır. Ak Parti bu manada, CHP ile esastaki farklılıklarından birer birer soyunmak ve CHP ile sadece füruatta anlaşamamak mevkiine inmiştir. Allah Resulü’nün, mucizevî bir ihbaratla beyan ettikleri:

 “İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar!”

Hadisleri, Ak Parti özelinde ama milleti de arkasından sürükleyici bir şekilde tecelli yoluna girmiştir. Artık Recep Tayyip Erdoğan, kendisine her müminin “Hata edersen seni kılıçlarımızla düzeltiriz ey Ömer!” diyebilmek mevziinde değildir, her hal ve hareketi sarsak tevillerle:

 “Halt etmeyin! Reis yapıyorsa bir şeyi mutlaka doğrudur!”

Mevziindedir. Dış halkasından itibaren tesirine girilen bir girdap gibi Anadolu halkı da, bu girdabın merkezine doğru gittikçe küçülen daireler halinde sürüklenmektedir. Mesela yirmi yıldır tek başına iktidar imkânına rağmen Ak Parti’nin, “laik/seküler/ateist/tabiat anacı/rafızi” Millî Eğitim müfredatını değiştirmemesi, bir kritik ve tenkid mevzuu değil midir? Öyledir ama işte bu kritik ve tenkidi yapan gerçek müminler, Ak Parti’nin ürettiği ve çapına göre nimetlendirdiği kalabalık bir zümre tarafından ya “fitne”, ya da “Reise tam bağlı olmamak” şeklinde tefsir edilir olmuştur…

Ve işte bu da; başın başında bahsettiğimiz ve CHP’nin on yıllar boyunca onca zulmüne rağmen yok edemediği anlayışın yok olmasıdır!

 Bizim bağlılığımız, Allah’a ve Resulü’ne, sonra Allah ve Resulü için mücadele edecek önderleredir. Bu önderler, Allah ve Resulü’ne bağlı kaldıkça desteklenir, aksi halde ikaz edilir. Mesela zinayı suç olmaktan çıkaran kanunu bir Müslüman, onu sırf Recep Tayyip Erdoğan’ın Ak Partisi yaptı diye nasıl görmezden gelebilir? Bu kanunu Recep Tayyip Erdoğan, bizzat Avrupa Konseyi tarafından istendiği için çıkardığını ve çıkarmakla da hata yaptığını ağzıyla kabul etmişken, sırf Recep Tayyip Erdoğan’a yaranmak için “O iş öyle değil!” diye lafa başlayan ve çarşaf çarşaf hokkabazlık eden adamların, sizce eşya ve hadiseleri değerlendirirken gerçek nispet makamları İslam mıdır, Ak parti midir?

Allah Resulü’ne Mekke müşrikleri zamanında son kez kaydıyla gelmiş ve demişlerdi ki:

“Aramızda mal toplayıp, seni en zenginimiz yapalım! En güzel kızlarımız sana verelim! Hatta Mekke’nin anahtarlarını verip, seni başımıza kral seçelim! Geç başımıza, bizi bizim kanunlarımızla yönet ve bir tek, ilahlarımıza kötü söz söyleme!”

Allah Resulü elbette, bu isteği reddetti. Çünkü puttan razı olunarak serilen bir seccadede namaz Allah’a değil, putlara kılınırdı. Küfrü, küfrün kanunlarıyla yönetmekten razı olmamak, imanın kanunudur. Oysa gelinen noktada AK Parti, Kemalist rejimi Kemalist rejimin kanunlarıyla yönetir olmaktan zevk alır olmuştur. Yani Ak Parti gelinen nokta itibariyle, Mekke müşriklerinin günümüzdeki izdüşümlerince kendisine edilen “Bizim bizim kanunlarımızla yönet! Her türlü nimetinden istifade et! Ama rejimimize, ilahımıza söz etme! İslam’ın tam hâkimiyetinden dem vurma!” teklifini kabul eder olmuştur.

Görünen ahval böyledir! Bu ahvale biz, nispetimiz mutlaka İslam olduğundan itiraz ediyor, Ak Parti’ye de iyilik sayılmak kabilinden tekrar tekrar ikazda bulunuyoruz… Yoksa İslam’ın şunca şeyinden razı olup da bunca şeyinden razı olmamak, razı olduğu miktarca razı olunmayı değil, toptan rafızî addedilmeyi icap ettirir!

 İslam davasının da, ana hattan refüze olunmuş rafızî yapılarla tek liflik bir göbek bağı dahi olmaz. Bir zamanların ANAP’ı, artık yoktur. Ondan geriye mümin dimağlarda, Semra Özal şahsında gündemi meşgul eden kokoş papatyalardan başka bir şey kalmış da değildir. “Namaz kılan ilk Cumhurbaşkanı” Turgut Özal da, günahı sevabıyla ölüp gitmiş, Allah’a hesap verme mevkiine geçmiştir. Ak Parti de eğer Müslüman Anadolu halkını Kemalizm’e entegre etme rafıziliğinden vazgeçmezse, tez zamanda ANAP’laşacaktır. Anadolulaşmak varken, Anadolu’yu kokuşmuş rejime idhal etmek, lanete duçar bir iştir…

 Anadolu, Recep Tayyip Erdoğan’ı istikamette olduğu her an ölümüne desteklemiştir. Hatta Erdoğan için “Seni Abdulhamid’in yalnızlığına terk etmeyeceğiz!” demek, anokronik bir hata içermektedir. Zira bu artık olmuş bitmiş bir iştir. Yani Müslüman Anadolu, Recep Tayyip Erdoğan’ı Abdulhamid’in yalnızlığına terk etmemiştir. Yirmi yıl omzunda taşımış, ortaya uçak ve tanklar çıkınca aynı halk tankların dibine yatmak, uçaklara levye fırlatmaktan çekinmemiştir. O halde “Abdulhamid yalnızlığına bırakmama” sırası çoktan Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’ye geçmiştir. Yani şimdi Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’nin, Müslüman Anadolu’yu Abdulhamid’in yalnızlığına terk etmemesi lazımdır. Bu minvalde de olmaması gerektiği halde olanlar ve olması gerektiği halde olmayanlar, bu işin de çoktan çıkmaza girdiğini işaret etmektedir…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi