- Ekonomi Bakanı Nebati’nin, çıktığı gün ışıltılı gözleriyle takdim ve takdis ettiği Kur Korumalı Mevduat, İngiliz Sömürge Nazırlığı’ndan beter bir taksimatla ve meşhur hırsız Robin Hood’un tersinden işleyen diyalektiğiyle yalnız fakirden alıp, sadece zengine vermeye devam ediyor… Yani bir milyon lirasıyla sisteme dâhil olan bir kişi sadece üç ayda yüzde 27 faiz aldı, almaya devam edecek ve bu faizin gideri de, Simitçi Necmi, Tornacı Hasan, Memur Ahmet, Çoban Mehmet, Esnaf Hamdi diye uzayan ve 84 milyonluk bir milletin yaklaşık 83 milyonunu oluşturan fakir, fakir değilse de hakiki faiz muarızı kimselerin helâl kesesinden karşılandı… Sizden “Allah rızası için bir yardım!” diye para dilenen bir adamı, parayı kapar kapmaz geneleve giderken görseniz, söyleyin ne hissedersiniz? Peki siz, Simitçi Necmi, tornacı Hasan, Memur Ahmet, Çoban Mehmet, Esnaf Hamdi diye uzayan 83 milyonluk millet kalabalığı! Sizlerden alınan vergilerle bir milyon adet özel ve tüzel kişi ya da şirkete, kendisiyle şehirler satın alınabilecek miktarda büyük paralar ödendiğini bilseniz, ne hissedersiniz? “Bilseniz!” diyorum, çünkü milletin mezkûr hususa vukufiyeti, rakam kalabalıkları ve iktisadî terim aristokrasisi içinde bilinen değil, bilinmesin diye karanlığa getirilen şeylerdir… Millet, gerçekte ne olduğunu aynelyakin bilseydi, evvela Nebati’nin gözlerindeki ışığı, sonra da o ışığın bağlı bulunduğu trafoyu söndürürdü!
- Sen kalk, üniversite kurmayı bina yapmak gibi mütahitlik belirten bir vasata eşitle, halk kitlelerini seçimlere hazırlar gibi her ile, her ilçeye üniversite kur, yetmedi bununla övündükçe övün, sonra memleket bir vakit sonra “üniversiteli işsizler” ile “ara eleman arayan sanayici”lerden ibaret bir harabat silosuna dönünce de gene kalk ve memlekette işsizlik problemi olmadığını, yeterince iş var iken iş beğenmeme problemi olduğunu söyleyerek vatandaşı suçla! Yahu, memleketteki işsizlik ile memleketteki işçisizlik hakikaten var olan bir şeydir ve ikisi de, sizin üniversite kurmayı bina yapmak sanan beceriksizliğinizin çöpçatanlığıyla visale ermiştir! “Üniversiteli” işsizler sizin eseriniz ve bu eserinizle ortaya çıkan “işçisiz yatırımcılar” da sizin eseriniz!
- Meral Akşener hakikaten, kendisi SSK’dan, akıl ve izanı kendisinden emekli olmuş bir kadındır… Ak Parti hükümetinin, sayısız sebeple çok zor günler yaşadığı ve bu zorlukların aksını da ekonomik vaziyetin oluşturduğu bir demde, kalkıyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Sultan Abdulhamid üzerinden, ikisini aynileştirilip şeytanlaştırıcı bir dille hücum ediyor… Şuna eminiz ki; akıl ve izanı o an muvazzaf olsalardı eğer ikisi birden devreye girer ve Meral Akşener’e:
-Kuzum! Kendine gel! Sultan Abdulhamid’e benzetilmek Erdoğan’ı sarsacak bir şey değildir, sağaltacak bir şeydir! Hiçbir şeye kafan basmıyorsa, hiç bari milyonları ekran başına kilitleyen hikâyesiyle Sultan Abdulhamid’in bugünlerde bir televizyon kahramanına evriltiltiğini anımsa ve menfaatin icabı çeneni kapa!
Derlerdi. Ama demediler, çünkü Meral Akşener, İttihatçı bir hissin nefsini işgal ettiği ve eğer Erdoğan’ı devirebilirlerse memleketi, istibdatçı bir tavırla idare mevkiine doğru ittiği, aklı ve izanı gerçekten emekli bir kadındır…
Allah, Sultan Abdulhamid’in hatırı için bizleri, Sultan Abdulhamid düşmanlarının, carî olan olmayan bütün şerlerinden muhafaza buyursun!
- Memleket iktisadî manada kanser olmuştur… Bunu, memleketin kendisine emanet edildiği hükümet de biliyor... Ama aynı hükümet, derhal tedaviye başlamak, yani uzun vadeli ekonomi programları hazırlayıp uygulamak yerine, pudra tedbirleriyle vaziyeti seçimler sonrasına kadar kotarmaya çalışıyor. Bu, suç mu? Suç! Ama bu suç, bu hükümetin değil, bundan önceki hükümetlerin de değil ve hatta bundan sonraki hükümetlerin de olmayacak! Bu suç, sıçan yavrulama yatağını andıran böğründen, memlekete ve millete her daim yeni sıçanlar püskürten kokuşmuş sistemin suçudur… Yani bilvesile kansere tutulmuş hastayı iyileştirmek yerine, onu hastalandırdığı ortaya çıkmasın diye yüzüne pudra sürerek vaziyeti kotarmak, başlara bela sistemiyle Türkiye’nin her hükümete dayattığı bir el mahkûmluğudur! Ne o, ne bu, ne şu hükümet, Türkiye’de biz, kokuşmuş sisteme mahkûmların mahkûmlarıyız!
- Türk futbolunun zirve kulvarı Süper Lig, gazete sayfalarından anladığımız kadarıyla bir süredir “yayın” krizinde… Ücretli maç gösterimleri için teklifsiz kalan ve kendini tam da “lanetli dul” gibi bir vaziyette hisseden Süper Lig’e, bir süredir istekli talip pek yok, olan da ona gıpgıcırlık atfedip değerini vermiyor da, bumburuşukluk atfedip değerinden aşağı bir fiyat biçiyor. İş askıda ve en afili teklif, bir önceki sezonun Katarlı yayıncısı… Ve Süper Lig’e biçtiği değer de, öncekinin pek altında olarak 2.650.000.000 TL, yani yaklaşık 150 milyon Euro… Katarlı firmanın “İşinize gelirse!” diye nokta koyduğu, Futbol Federasyonu’nun ise kızını vermek istemeyen gönülsüz bir baba pozlarına büründüğü bu vaziyeti, nispet imkânıyla beraber birlikte değerlendirmenizi istediğimiz başka bir vakıa daha var ki, o da şu:
Süper Lig’in yayın hakları için 150 milyon Euro’luk bir değer biçen Katarlı firma, aynı zamanda Paris Sen Jermen Futbol Klübünün de sahibidir ki; sırf yıldız futbolcusu Mbappe’yi takımda tutmak için kendisine 300 milyon Euro’luk bir teklifte bulundu. Yani Süper Lig’e, yıllık yayın hakkı için biçtiği değerin iki katı… Hakem skandalları, purolu-ihtiraslı-paralı ve cahil başkanlar, iltimas, rüşvet, nepotizm, şike, sistemsizlik diye uzayan ve iyi idarenin, spor ruhuna maliklikten değil de, arka kapı diplomasinden geçtiğinin besbelli olduğu Türk futbolu, zaten öteden beri Türk’ün ruh köküne kezzap bir mahiyetle işletilmektedir de, bu vaziyetten dimağınıza işlemesini istediğimiz şey şudur:
-Biz futbol dedik, siz futbolu kaldırıp yerine her neyi isterseniz onu koyun ve Süper Lig’in tek bir ecnebi futbolcu karşısında belirttiği kıymetsizliğin, her neyi koyduysanız onda da tecelli eder olduğuna acıyla şahitlik edin!
- Nato’ya elbette, varlık gayesi bakımından karşıyız… Ancak Türkiye’nin, darlık ya da zorluktan vareste bir hikâyeyle girdiği Nato için, hem de İsveç ile Finlandiya’nın Rus korkusuyla ona katılmak adına Türkiye’ye yalvar yakar olduğu, böylece tek bir üye vetosuyla dahi birliğe üye olunamadığının daha da belirdiği bir hengâmda ayağa kalkmak ve hiddetle:
-Gerekirse Nato’dan çıkarız!
Demek, bunu diyen için ulvi ve komplike siyasete değil, bilinçaltını dışa vuran örtülü siyasete işaret eder… Öyle ya; başa bela yılan tam da küreğinizin altına kadar girmişken, küreği kullanmak yerine onu elden bırakmak, vizyonsuzluk ile izah edilemezse eğer, ne ile izah edilir? Ya da Türkiye’nin Nato’dan şu hengâmda çıkması halinde, veto engeli kalkacak Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile İsrail’in dakkasında Nato’ya gireceğini görememek, hesapsızlık ile izah edilmezse eğer, ne ile izah edilir?
Bizim izahımız, mevzunun dış kabartılarına değil, iç bombelerine işaret eder haliyle belli:
Hırsızın içerideyken kapıların kilit tutmamasına benzer bir vaziyet, elleri sizinle toka yapıp, dilleri sizinle aynı siyaset şarkısını söyleyen bir kimsenin, el ardı ile dil altını da kapsayacak şekilde işleyen ve size daima nefret besleyen bir bilinçaltı var ise, o kimsenin toplam siyasetinin nihai hedef mıntıkasında da faydanız değil, zararınız vardır…
Faydanız değil, zararınız olacaktır!