İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
On dört yıl boyunca Diyanet İşleri Başkanlığı çatısı altında imamlık, vaizlik, müftülük yaptı ve ayrıldı. Kıldırdığı namazların, verdiği vaazların, paraladığı fetvaların arkasından, bir daha gelmesin diye su yerine beton döktüklerine emin olduğumuz müşarünileyh, bu andan itibaren tam on yıl serbest yazarlıkla uğraştı. Efkâr-ı umumiyeyi, ince kaleminin mavi mürekkebiyle irşad etmek yerine, kalın bağırsağının kahverengi ifrazatıyla ifsat ettiği bu süreç noktalandığında da, kendisini akademide buldu… Zira devir, Diyanet İşleri’nin kuruluş maksadına da uygun olarak, İslam’a, İslam’ın içindeyken düşmanlık edebilme pozisyonuna ermişlerin baş tacı edildiği bir devirdi. Müşarünileyhimizin İstanbul Üniversitesi’nde başlayan üniversite yaşamı, fikrinin değil ama fikri iğfal kabiliyetinin, dindarlığının değil ama dini ifsat heveskârlığının, âlimliğinin değil ama ilmin ırzına geçme şehvetkârlığının tasavvutuyla onu 2000 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin başına dekan olarak geçirdi. İlahiyatı İslam’a matuf bir fakültede elbette o, Müslümanlığa değil, “dekan”lığın asli manasına uygun olarak tam da “mahalle papazlarına” has bir yönetim sergiledi. Artık tüm Türkiye’nin tanıdığı bir kimse olmuştu. Meşhur masalın lamba ovulunca ortaya çıkan cini gibi, azılı İslam düşmanlarına ne zaman hakiki İslam’a düşmanlık için sahte din lazım olsa ortaya çıktı ve eski model Toros bineklerinden bozma tipiyle konuşup durdu. Aslında konuşmuyordu, kemiklendirilmiş sadakatinin iki ayaklı şükranını icra ediyordu. Müesses rejimin, Müslüman kadının başörtüsüne, düşman ordunun sancağıymış gibi muamele yaptığı günlerde, ciğerinin kalitesini, imanının yokluğunu, nifakının kalibresini ortaya koyucu ve bugün için gerçek Müslümanlar nezdindeki akıbetini belirleyici şu kusturucu aforizmayı, ağzından ama kelime olarak değil, kahverengi bir bulamaç halinde püskürtüverdi:
-Ne türban, ne pantolon, en kutsalı don!
İslam düşmanların başörtüsünü yasakladıkları devrede, başörtüsünü açmayanların İslam’a göre ülü’l-emre asi sayılıp küfre gireceklerini bile her nasılsa makatından değil, ağzından püskürten müşarünileyhimiz, baştan ayağa küfür, kıldan tüye şehvet, bacaktan baldıra nefsti! Eğlencelik ve cüretkâr bir soytarı gibi MHP’ye genel başkan adayı da olmuştu, CHP’den teklif aldığı zannıyla DSP’ten belediye başkan adayı da! Tipsizdi! Ama bu tipsizlik, insanî ölçülerle değil, seher vakti sanki de üzerine işediği şeytanın çarpmasından vareste bir cinnî ölçüsüzlük belirtmekteydi. İçi batman batman zift dolu haliyle her ne kadar başını, derin tipsizliğiyle din sahasından çıkarmış ve hep o sahada turlamış olsa da, kendisi küfrün sevimlisiydi! Müslümanlıktan nefret edip de bunu alenen dillendiremeyenlerin yaptığı üzere o da, “Türk Müslümanlığı”nın meftunuydu. Artık gerçek Müslümanlığa “Arap Müslümanlığı” denebilir ve rahatça hücum edilebilirdi. Hücum etti de… 28 Şubat’ın İslam düşmanı paşaları için, göbeğine tükürük sıvasıyla para yapıştırılan yararlı bir ilahiyat aşüftesiydi. Kadınların anadan üryan namaz kılabileceklerini söyledi. Orucu, beyni kendisine lazım olanların tutmaması gerektiğini söylemek beyinsizliğini bile eyledi. Tavuktan kurban olur dedi. Aslında müşarünileyhimizin toplam manası, İslam’ı cüz cüz, lif lif eksiltip İslam’dan geriye bir şey bırakmamaya odaklıydı. Has, halis, ajan vasfıyla Müslümanlar arasına sızan münafıklardan değildi ama aynı münafık familyasının, kendisini Müslüman sayan ve sanan ama gerçekte Müslümanlıktan yana tavrı müteredditlik belirten bir çeşidindendi! İslam düşmanlarının hoşlandığı bir şehvet ve nefs maymunuydu! Moon Tarikatının davetlisi olarak gittiği otelde porno izlediği, ücret adisyona yansıtılıp kendisinden tahsil edilmek istenince ortaya çıktı. Önce inkâr eder gibi olduysa da, bütün habisliğini de izah edecek şekilde “İzledim evet! Ama bir sosyal bilimci gözüyle bilimsel bir inceleme yaptım!” diye hadiseyi kabul etti. Artık işi soytarılık ederek güldürmek olanların bile, kendisini din hususunda ciddiyete davet ettikleri bir soytarıdan başkası değildi.
Anlayacağınız müşarünileyhimiz, tam da Kemalist-Laik-Seküler düzenin kıvamlı bir imanlı olarak, derin ve gerçek müminlerin kırk yıla yayılı şahitlikleriyle ortada idi ki, pek kalitesiz, doğumundan ölümüne tek buklelik bir fikir ve iman haysiyeti belirtmemiş, ağzından çıkan tek bir kelime en ufak bir irfan sinirine tetabuk etmemiş, ifrazattan kumaşlı adi bir İslam düşmanıydı!
Ve öldü, bitti, kül oldu!
Ne diyelim; ölümün beller bükücü, kalpler törpüleyici, dimağlar kurutucu tesirinden ters etkilenip de, bir gün şeytan bile ölse ona Allah’tan rahmet dileyeceklerin süngerden duruşlarını yırtıyor ve ölümün aslî heyetine asıl şekliyle gönül daldırıp müşarünileyhimiz için şöyle diyoruz:
-Allah rahmet etmesin!