3. Dünya Savaşı Çıkar mı Diyenlere: O Savaş Çoktan Başladı! Savaşın Yolu da, Savaştandır!

Yazan: 24 Mart 2022 1149

Artık dünya, eski dünya değil… Eski dediysek, kıyasımız asırlar öncesini de kapsamakla beraber, son yirmi-otuz yıl kadar öncesini de şamil… Asırlar evvelinde bir devletin, başka bir devlete savaş ilânı duruma göre ayları, yılları bulacak bir işti. Evvela savaşmayı icap ettiren ve gene devrimize göre ağır ağır işleyen hadiseler yaşanacak, sonra elçilerin aylar süren yolculuklarla gidiş gelişleri olacak… İlk diplomaside icabında vaziyet berraklaşmaz ise, bu gidiş gelişler tekrarlanacak…

Kıyas vahidimizi hızlandıralım… Eskinin atına-devesine mukabil, bugünün jeti, eskinin elçiler eliyle ve gene at ve develerle gönderilen mektubuna nispeten de bugünün SMS’i ne kadar hızlıysa, yeni dünya da eski dünyaya göre o kadar hızlı… Dünyanın bir ucundaki devlet başkanı, yan odasındaymış gibi dünyanın diğer ucunda bulunan bir devlet başkanıyla anlık ve her ne zaman isterse yüz yüze konuşabiliyor. Hatta “dünyanın bir ucu” tabiri bile artık kastedilenin “burun ucu” kadar yakınlaşması sebebiyle anlamsız kalmıştır… “Dünyanın bir ucu” denilen yer, artık herkesin burnunun ucudur. Mesela bugünün dünyasında şöyle bir anın varlığını farz edelim; her şey güllük gülistanlık, dertten, karmaşadan, çekişmeden yana her şey sıfırlanmış vaziyette… İşte böyle bir andan sadece bir dakika sonra bile, büyük bir dünya cenginin fitilini tutuşturacak bir mekanizma dünyada kurulu vaziyettedir… Üstelik dünyada her şey, güllük gülistanlık da değildir! Derdin, karmaşanın, çekişmenin had safhada olduğu dünyada her şey, tarihte hiç olmadığı kadar gergindir… Bir de bu vaziyette, özellikle son yirmi-otuz yılda yaşanan teknolojik gelişmeler, dünyayı küre şeklindeki bir köy haline getirmiştir… Amerika’da patlayan bir bomba, çıkardığı yangın ile patladığı binanın çatısını bile henüz yakmadan, Japonya’daki borsanın çıtasını yükseltebiliyor. Çin’de baş gösteren bir virüs, başını gösterir göstermez tüm dünyanın başını, henüz kendisi dahi oralara gitmeden sırf haberiyle beladan belaya sokabiliyor. Zaten kendisi de, ülkeler-kıtalar arasında adeta bir evin odaları arasında dolanırcasına gezilir olduğundan, birkaç güne kalmadan dünyanın her ülkesinde baş gösterebiliyor…

Bu durumun, dev güçlerin maddede emperyal ve ruhta şeytanî oldukları bir dünyada, gücü devlik belirtmeyen ve Şeytan’a değil, Allah’a kul olanlara avurtlarından atması gereken bir cimcik var… Ben bu cimciği, fırsat buldukça herkese şu şekilde atadurmaktayım:

-“Son Dakika”lar ülkesi oldu Türkiye… Ve bir sabah kalkıp da televizyonu açtığınızda, ekranın alt köşesinde kırmızı şerit üzere iri puntolarla “Boğaz köprüleri bombalanıyor!” diye bir son dakika görmeniz muhal bir ihtimal değildir… Her şeye hazırlıklı olmalı, “Olmaz!” dememeli, olacakmış gibi hazırlanmalıyız! Kavga, çıktığında değil, hazırlık sürecinde kazanılır ya da kaybedilir!

Maatteessüf, dünya artık, asırlık işleri aya sığdırır bir hiperaktive devrine girmiştir ve bu devrede bizim bahtımıza bu işlerden “Kolla kendini!” payı düşmüştür…

Ah işte; nükleer başlıklı füzelerin dünyasında, kendi devrindeki nispetleriyle ne Yavuz Sultan Selim var, ne onun Osmanlısı, ne de o devrin karşımızda zebun eylenen düşman kutupları!

Bu dünyada kudret emperyal ve şeytanî tarafta, bizde Sultan Yavuz ve onun şevketli Osmanlısı yok ama düşman kutupta Biden var, Putin var, onların ABD’si, Rusya’sı var!

Ve en kötüsü, ahmak filin dev sütun halindeki bacakları ve bencil ayının dev tokmak halindeki pençeleri, bugünün dünyasında artık o kadar uzak değil bize…

Şu dediğimi, bu vatanda yaşayan herkes idrak etmeli:

-Ayık olmazsak vatan kayığımızı batırır, halimizi düzeltmezsek vatan halımızı altımızdan çekip alırlar! Muhal saymayın ha!

Rus Ayısının üzerinde Sovyet üniforması var iken, Amerika Fili ile arasında da küresel ebatlı soğuk bir savaş var idi. Amerika Fili, Rus Ayısına hem temel özgürlükler hem de ekonomideki devletçi komünist model üzerinden yüklenip durdu. Sovyet Rus Ayısı güçten düştükçe düştü, son gücünü de 1979’da girip 1989’da ancak çıkabildiği Afganistan’da bıraktı ve nihayet, 1991’de üzerindeki Sovyet üniformasını da çıkarmak zorunda kaldı. İçinden birçok devlet çıkmış endamıyla artık dünya bağlamında güçlü değildi… Hatta Batı, 1992’de Francis Fukuyama’ya, Batılı değerler lehine “Tarihin Sonu” geldiğine dair bir borazan bile öttürdü. Tarihin sonu gelmişti, zira dünya ve tarih, Amerika Fili ve onun liberal kapitalizmi lehine sonlanmıştı! Yani ortada rakip kalmamıştı.

Üzerinde dünyanın hegemonik gücü olmanın rehaveti, Amerika Ahmak Fili, kendi malikânesinin bahçesinde hamak keyfi yaparken, olmadık bir şey oldu, dünyayı ekonomik olarak sömürüşünün beyni mesabesindeki İkiz Kulelerine uçaklar girdi (2001). Hakikaten olacak şey değildi ya, olmuştu ve olan şey, olabilirliliği açısından idraklere zerk olunursa eğer, kendi çöplüğünde Amerika Filinin çöp kılınması gibi bir netice de doğabilirdi. Pentagon derhal işe koyuldu. Amerika Filine, hem de kendi koruluğunda atılan bu pençeyi, türlü tevillerle gene Amerika Filinin gücüne dönüştürmeye çabaladılar. Amerika Filine yapılanı, gene hegemonik gayelerini tesis için Amerika Filinin kendisi yaptırmıştı! Üstelik çizilen karizmayı kotarmak için üretilen bu komplo teorileri, Sovyet Rus Ayısının güçten düşmesinden bu yana Amerika devleti içinde gelişen bir teoriyle de muvafık düşmekteydi. Bu teoriye göre güçlü Rus Ayısının yokluğunda rakipsizlik, en büyük rakip olmuştu. Dünyayı daha rahat tepeleyebilmesi için File bir rakip gerekti! Fırsat bu fırsattı! Yeni düşman “Müslümanlar” olarak belirlendi ve tam da Ahmak File yaraşır bir hamle ile ilk elden Afganistan’a çullanıldı (2001). Çiçeği burnunda Taliban yönetimi devrildi ve yerine kukla bir rejim tesis edildi. Ama Amerika Fili hızını alamıyordu. Bu defa kitle imha silahı olması bahanesiyle Irak’a hücum etti (2003). Milyonlarca Müslümanı katletti, Irak’ı parçaladı, varlıklarını yağmaladı. Amerika Fili, dünyanın her yerinde, kendisiyle uğraştığı için kendisini zinde tutacağı gücü bulmuştu; Müslümanlar! Ama işte aynı Amerikan Ahmak Fili, 2001’den bu yana geçen bu süre zarfında hem yıpranmış hem boşa kürek çekmiş hem de otuz yıl önce canının çıktığını sandığı Rus Ayısının, Sovyet üniformasız ama Çarlık edalı tavrıyla yeniden peyda olabileceğini hesaba katmamıştı, katmışsa bile yekûn bir gayret ile tedbir almasını icap ettirecek seviyede katmamıştı!

Rus Ayısı, Uzak Doğu’dan baş doğrultmuş Çin Ejderhası ile aynı dünya vesikalığına girmişti ve bu haliyle Amerika Filini, bir tabut fotosunun çerçevesine doğru itekler bir pozisyon almıştı. Bu tesirle Amerika Fili öyle ki; yirmi yıl önce 2001’de bir hışımla devirdiği Taliban’a Afganistan’ı önce gıdım gıdım, sonra toptan devredip çekilmek zorunda kaldı (2021). Zira Atlantik’ten Pasifik’e, Rus Ayısı ile Çin Ejderhası arasında gerilen hegemonik ipi koparmazsa, o ipin boynuna urgan gibi dolanacağını anlamıştı!

Nitekim Rus Ayısı, 2008’de pençesini Gürcistan’a indirdi ve tüm dünyanın gözü önünde Güney Osetya’yı ondan kopardı. Zaten bütün bu coğrafya, 17 yıl önce kendisinden koparılmıştı! Olan bu idi ve emeli de, bu olanı peyderpey gidermekti. Amerika Fili, hadiseyi izlemekle yetindi. Zaten yapacak pek bir şeyi de yok idi. NATO şemsiyesini, Doğu Avrupa ve Baltık’ta Rusya aleyhine kaykıltmaya devam etti. Zaman geçtikçe hıncıyla beraber dikkatini de topladı ve şemsiye kulpunu, şemsiyeyi bir daha açılmaz kılacak şekilde Rus Ayısı ile bütünleştirmek için Ukrayna’ya doğru itekledi. Ukrayna eğer NATO şemsiyesine madde ve mana cihetiyle duhul ettirilirse, şemsiye açılmaz kılınabilecek, Rus Ayısı da artık kımıldayamaz bir hale gelebilecekti. Hesap bu idi… Ama bu hesap, muhatabını keten pereye getirebilecek kadar karmaşık da değil, gayet açıktı. Putin’in Rus Ayısı bu sebeple rahatsızlanmaya başladı. Ve soluğu 2014’te Ukrayna’nın Kırım’ında aldı! Modern dünyanın gözleri önünde onu bir de kendine ilhak etti!

1.3. DÜNYA SAVAŞI ÇIKAR MI DİYENLERE.z1

Normalde bu durum, Amerika Filini, tıpkı Afganistan ve Irak’takine benzer bir hınçla sahaya sürerdi. Ama ya edindiği acı tecrübelerin freniyle ya da iç dehlizlerindeki derin devlet aklının üflemesiyle kendini tuttu. Bu da Putin’in Rus Ayısında, öldürücü bir güven hasıl ettirdi. Bu esnadan itibaren Amerika’ya düşen, Rus Ayısını, Sovyet tabutunda yatıp kalkar halleriyle dürtüp, Çar Deli Petro’nun tahtına doğru kaykıltan Putin’i, şeytanlaştırılmaktı. Emel yemeğinin lezzeti için lazım olan baharat bu idi. Bir ayağı Kırım’da koparılmış Ukrayna’yı, bir boksör koçu gibi havlusuyla yelleyip durdu. Ukrayna’nın hayallerine, NATO şemsiyesinin altına girmek saadetinden manzaralar tenazur ettirdi. Böyleyken Rus Ayısından karşı bir hamle daha geldi. 2021’in son aylarında Ukrayna’nın Donbass bölgesindeki Rus yanlısı ayrılıkçılara, bağımsızlık ilan ettirdi. Ukrayna, Kırım ayağından sonra Donbass ayağını da Rus Ayısının ağzına kaptırmıştı. Ha ısırdı, ha ısıracaktı! Bundan başka dört bir yanında, tatbikat ayağına Rus ordusu bitivermişti. Vaziyet bu seyirde ilerlerken, 22 Şubat 2022 günü Rus Ayısının kudretli bineği Putin, mütefekkir bir tarihçi gibi ekranlar karşısına geçti ve ağzında beklettiği değil, alnında sergilediği baklayı tüm dünyaya karşı alenen tabelalaştırdı:

“Ukrayna diye bir devlet, Ukraynalı diye bir millet yoktur! Siz bizdensiniz, haliyle size ait olan her şey de bizimdir!”

Özü bu olan konuşma tüm dünya tarafından canlı izlendiğinde, Türk televizyonlarındaki “analizman”lerin tamamına göre Rusya, Ukrayna’ya girmezdi. Ama iki gün sonra girdi! Zaten birkaç aydır bölgede yaşanan Rus tahkimatına bakıp da gün be gün “Rusya, Ukrayna’ya saldıracak!” diye açık istihbarat püskürten Amerika’yı da, yalan söylemek ve bu yolla Rusya’yı gazlamakla suçlaya gelmişlerdi. Amerika’nın Rusya’yı gazladığı doğruydu ama Amerika’nın Rusya’nın saldıracağına dair verdiği istihbaratlar da doğruydu. Hem Rusya, gazlandığını anlamayacak kadar da akıldan yoksun değildi. Fakat bu durumu Putin, Ukrayna’ya müdahalesini izah ederken kullandığı “Başka çaremiz yoktu!” cümlesiyle izahlandırdı. Yani Putin’in gerçekten eli mahkûmdu! Bu mahkûmlukla, daha birkaç gün önce haklarında “Ukrayna diye bir devlet, Ukraynalı diye bir halk yok, siz bizsiniz!” diye seslendiği Ukrayna ve Ukraynalı’ya, füzelerle, tanklarla, uçaklarla saldırmaya ve bu yolla, yoksa bile bir Ukrayna ve Ukraynalı kimliği oluşturmaya başladı. El mahkûmluğu ortaya, taktik icabı yok farz edilmesi gereken bir davula, dev tokmaklarla vurmak ve onu esas şimdi var kılmak şeklinde bir çaresizlik çıkarmıştı. Hesapta, birkaç güne Ukrayna başkenti Kiev’e Rus bayrağı dikmek ve devrilmiş NATO yanlısı hükümet yerine Rus yanlısı bir hükümet atayarak, işi kazanılmış bir hamlenin soğuma evresine sokmak vardı. Ama öyle olmadı. Rusya’yı, Ukrayna faili kılmak yollu çabalar eski olduğundan, Ukrayna içindeki ilerlemesine de ket vuruldu. Ukrayna, beklenenden daha âlâ varlık göstermişti… Bu minvalde geçen günlerin çekiç ve spatulası, Ukrayna’nın eski komedyen devlet başkanı Zelenski’den bir kahraman yontadurdu. Bunu aslında bizzat NATO merkezli akıl kurgulamıştı. Zelenski’nin cansız bedeni gerekirse Kiev’deki harabelerin birinden çıkarılacak, böylece ona son sahne şovu yaptırılacak, bu yolla Putin’in tam manasıyla şeytanlaştırılması da tamamlanacaktı. Yani Putin Rusya’sına, hem Ukrayna’yı bile birkaç günde halledemedi yollu bir karizma çiziği atmak, hem de uzayan süre ile beraber Rusya’nın Ukrayna’yı örseleyişini arttırdıkça, Rusya’ya ekonomik yaptırımların dozajını arttırabilmek imkânı ele geçecekti. Geçti de!

Rusya’ya, adeta onu dünyadan tecrit etmek istercesine finans, enerji, kültür ve ticaret sahalarında yaptırım ve ambargo kararları alındı. Rus Ayısını, ilk etapta değilse bile uzun süreçte güçten düşürecek bu kararlara rağmen, onun henüz tamamını ele geçiremediği Kiev ve diğer Ukrayna şehirlerini ele geçirmesinin yolu da açık bırakıldı. Bu satırları yazdığımız şu saatlerde, Putin Rusya’sı ile Amerika NATO’su arasına bir tampon yastığı gibi konulmuş Ukrayna, Amerika Fili ve Rus Ayısı arasında bir boks torbası gibi bir o yana bir bu yana gidip gelmekte… Görülen o ki; maddede Ukrayna ekser kısmıyla Rusya’nın kucağına düşecek, manada ise Batı inhisarında kalmaya devam edecek… Bu savaşın ortaya çıkardığı tablo sıfırlanmazsa da, Rus Ayısı tam da Amerika Filinin düşlediği gibi güçten düşecek, böylece Atlantik’te abandone edilmiş Rusya’dan baş çevirip, Pasifik’teki Çin’e odaklanılmış olacak…

Bütün bu manzarada Türkiye’nin takındığı “Ukrayna’yı da, Rusya’yı da kaybedemeyiz!” yollu denge siyasetine gelince, kâğıt üzerindeki şık duruşu, icra sahasında palas pandıras vaziyete evrilmezse eğer, doğrudur… Zira Rusya’nın NATO’nun dışındaki düşmanı olduğu bir bağlamda, NATO üyesi Türkiye NATO’nun NATO içindeki düşmanıdır… NATO ile Ukrayna işgali mevzuunda söylem birliğinde bulunup, eylem birliğinde onunla tam senkronizasyon belirtmemek, işin her iki tarafında iki tarafı da kerhen memnun edebilecekken, tersi de olabilir, yani NATO kendisi ile eylem birliği yapmadığı için, Rusya da kendisine karşı NATO ile söylem birliğinde bulunduğu için Türkiye’ye, hesabı Suriye’de, Libya’da, Kafkasya’da ve hatta bizzat Türkiye’de sorulmak üzere saklı bir garez de istifleyebilir. Hadiselerin her iki yanıyla da Türkiye lehine gelişmesi, hem Türkiye’nin teorideki bu denge siyasetini pratize ederken başarılı olmasına, hem de kendi içindeki boğumlarından kurtulabilme başarısına bağlıdır…

Bu minvalde Recep Tayyip Erdoğan şahsındaki güçlü liderlik Türkiye için bir şans, ama Recep Tayyip Erdoğan ismi hinterlandında bir türlü husule gelmeyen, ideolojik formasyon ve fikrî şuur yüklü kadro eksikliği ise şanssızlıktır… Eğer NATO, Putin Rusya’sını, olmakta olana binaen güçten düşürebilir ve hesaba göre liderini Çar Deli Putin yapmayı kafaya sokmuş Rusya’yı yirmi yıl geriye döndürebilirse, bir sonraki basamakta güçten düşürülme sırası Recep Tayyip Erdoğan’dadır. Bu sıralama potansiyelinin aktive edilmemesi için Putin Rusya’sının, tam da NATO’nun istediği şekilde güçten tam olarak düşmemesi lazımdır. Yani Amerika Fili ile Rus Ayısı arasındaki güç dengesinin korunması üzerine hamlelerde bulunulmalıdır. Ama bu hamleler, ince icraat ve sanatsal dokunuşlarla yapılmadığı takdirde, Amerika Fili ile Rus Ayısının aynı anda hedefi olmak gibi bir belayı da içinde taşımaktadır. Böyleyken Türkiye bu keşmekeşe, ekonomik bağlamda dünya rutininin çok çok fevkinde bir zayıflıkta yakalanmıştır. Bunun suçu, uzun süreden beri ehil olmayan kadrolarla yol yürünüyor olmasıdır. Uzun zamandan beri etrafını çevreleyen yağdanlık sıfatlı bir kadro Recep Tayyip Erdoğan’ı, “Ceketimizi atsak iş biter!” yollu öldürücü bir özgüven hissiyle efsunlamıştır. Nasıl Türkiye’nin, ABD ve Rusya’dan eksik kalmaz düşmanları Türkiye muhalefeti şahsında teşahhus etmişse, Recep Tayyip Erdoğan’ın da Türkiye muhalefetinden eksik kalmaz ve hatta ondan beter düşmanları, Ak Parti saflarında istiflenmiştir. Recep Tayyip Erdoğan, yirmi yıl boyunca her türlü sıkıntıya rağmen kendisine Müslüman Anadolu halkının verdiği ölümüne desteğe rağmen, “iktidarı düşürmek için vatanın düşmesine razı olacak” CHP merkezli muhalefeti zayıflatamamıştır, çünkü Ak Parti’yi tam da bahsettiğimiz ideolojik formasyon ve fikrî şuur yönünden bir metre ilerletememiştir. Elbette değişik vesileler ve ifadelerle kendisinin de ifade ettiği bu vaziyet, onun namına da bir kabahattir… Bu kabahatin faturası da, Putin’den sonra alaşağı edilme sırası kendisine gelirse eğer, aleni ve fiilî bir müdahaleyi bile gerektirmeyecek şekilde Türkiye’nin, tek twitlik bir kroşe ya da tek cüzlük bir yaptırım paketiyle abandone edilmesi şeklinde kesilecektir…

Düşünün ki Türkiye’de, hem NATO-RUSYA arasındaki denge siyaseti icabı, hem de hakiki ihtiyaç için Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemlerini “Niye aldık ki! Yunanistan bize mi saldıracak!” diye karşılayan bir ana muhalefet lideri ve onun, gene aynı sistemleri “Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni korumak için aldılar!” diyecek kadar hayrete mucip ortağı vardır…

Düşünün ki; Rusya’nın Ukrayna’ya girişinin ertesi günü işte bu, muhalefet saflarının hırçın madamı Rusya’yı cezalandırmak maksadıyla “Derhal S-400’lerden vazgeçilmeli!” diye akıl fukaralığı edebilmiştir! Heyhat ki; Türkiye’de muhalefetin ciğeri farelerin ciğerinden, aklı buzağıların aklından çok dereke alttadır!

Ne denebilir ki!

Kendisinden kurt kapanı satın aldığın kurt, yan köydeki ağıla saldırınca eğer aldığın kurt kapanını kendi köyüne kurmuyor, hatta aynı minvalde başka tedbirler geliştirmiyor da, kurda tepki olsun diye ondan satın aldığın kurt kapanlarını rafa kaldırıyorsan, senin için köy hukuku namına belirecek sadece iki ihtimal vardır; sen ya kendi köyünü kurttan başka ısırıcılara, köyü bastıklarında kurt kapanlarına yakalanmasınlar emeliyle satmış bir hainsindir, ya da komşu köyü düşüneyim derken kendi köyüne hem kurdun hem de kurttan başka bütün ısırıcıların iştahını celp eden ultra bir ahmaksındır! Türkiye’de muhalefet için zaten üçüncü bir yol yoktur… Ama işte; bu muhalefetin bu feci haliyle bile güçlenmesine sebep olan unsurlar da, hem ihanetten hem de ahmaklıktan hisseli olarak Ak Parti’nin içinde konuşludur!

Vatanda vaziyet böyleyken; onu bunu yalamanın, başım derde girmesin diye, projelerim iptal edilmesin, tayinim durdurulmasın, ihalem iptal edilmesin, ismim sakıncalılar listesine yazılmasın diye susmak, insanî bir davranış değildir!

Zira haysiyet denizliği belirtmek yerine, yağ ibrikliği belirtmenin faturası, yalnız yağcılara ve yağlananlara değil, topyekûn vatana kesilecektir!

Artık bulunduğumuz coğrafyada, hiç olmadığı kadar güvende değiliz… ABD, hemen güneyimizde fiilî bir terör devleti (!) husule getirmiş vaziyettedir. Ekonomik göstergelerimiz, bitkisel komaya girmiş hastaların monitörlerinden rol çalmaktadır. “İktidar düşsün de, gerekirse vatan da düşsün!” kalitesindeki muhalefeti güçlendirecek çaptaki bir kalitesizlik, Ak Parti’nin hayati organlarına tümör topakları halinde yapışmıştır. Türkiye’nin, fikrî ve ahlâki minvalde gösterdiği sekerat vaziyetini, hastalığı teşhis manasında ortaya koymak neredeyse, Başkan Erdoğan geğirse “Mozart halt etmiş! Beste dediğin böyle olmalıdır!” diye hurra tutacak paralı-makamlı-edimli kalabalıklar yüzünden imkânsız kılınmıştır…

Yani vaziyet, bize sorarsanız çok da iç açıcı değildir…

Öyle ki; bize Ukrayna bahsinde “3. Dünya savaşı çıkar mı?” diye soranlara “O savaş çoktan başladı!” diye cevap vermeyi, evi yanmaktayken yatan bir adamı dürtüklemek gibi hayati bir hamleyle eş tutmaktayız… Üçüncü bin yıldayız ve artık savaş denilen şey de “Sen ordunu filan ovaya getir, ben de getireyim, kim kimi yerse!” şeklinde icra edilen cephe mantığından fırtmıştır. Savaş, yatak odalarımıza kadar baş sokmuştur. ABD’nin bilmem kaç milyon dolar hibede bulunduğu Eşcinsel Derneğini kapatmak yerine, millete şikâyet eden İçişleri Bakanlık iradesi de, savaşta gösterilen zafiyet nevinden ve savaşın içinden bir sahneyi sergilemektedir… Savaş, üçüncü bin yıl hadiselerinin sırtından billur billur akarken zaten, bilmem kaç bin cepheli bir dağılımla zaten başlamıştır. CHP merkezli muhalefeti yirmi yıllık tek başına iktidar avantajıyla güçten düşürememek, hatta yirmi yıl sonunda daha da güçlendirmek, yirmi yıl boyunca kuşatılan bir kaleye top atışı yapmak yerine, plastik top atışı yapmak kadar aleni bir zafiyet gösterildiğinin nişanesidir. Tarih, bunları zaten yazacaktır da, hem tarihi erkenden fısıldamak hem de hakikati haykırmak manasına biz şimdiden söylemekteyiz… Zira “Fikirde iktidar olamadık!” itirafının haysiyetli tefsirinin ancak “Fikirde iktidar olamamak, fiilde hamallık yapmaktır!” diye yapılabileceğini bilmekteyiz… Fikrin iktidar olmadığı, hatta fikrin, böylesi iktidarlarda kötü kadın tecridine tabi tutulduğu bir ülkede bütün güçler, kartondan bir tank gibi düzmecedir… Çelikten tankları karton gibi büken irade ise, 15 Temmuz’da sergilendiği üzere Müslüman Anadolu halkının hâl lisanıyla haykırdığı emelidir… Bu emel, 16 Temmuz’dan sonra “Nasılsa cepte!” diye ihmal edilmiş, böylece vatanın gerçek kurucu ruhu inkıtaa uğratılmıştır… Bizse, inkıta kabul etmez fikrimizin can havliyle nicedir haykırmaktayız!

Bir yerlerde “Buraya da gelecekler bir gün!” diye haykırdığımız üzere, buraya da bir gün gelmesinler diye, buraya mutlaka geleceklermiş gibi fikirde, duyuşta, imanda, ahlakta, düşünüşte, toplayışta, dağıtışta tam teyakkuz halinde olmalıyız…

Zira savaş zaten başlamıştır ve savaşa giden yol da, savaştandır!

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi