O Güneş Elbet Doğacak... Ve Bütün Taştan Adamlar Elbet Eriyecek!

Yazan: 17 Kasım 2021 1870

DHKP-C, Meclis’e silahla girmeye kalkar, Emniyet Müdürlüğü’ne keleşle saldırır, hatta odasını bastığı savcıyı kafasından vurup şehit eder ama bunlar olurken hiç kimse CHP’yi, DHKP-C’yi tırmalarken görmez, hatta aksine herkes CHP’yi, DHKP-C’yi incitmek istemez tavrıyla fotoğraflar, zaten CHP, ruh ve ideoloji inikası açısından DHKP-C ile öyle hemhâl olmuştur ki; DHKP-C incindiğinde CHP kendini incinmiş hisseder…

PKK, zaten bizzat parti kurmuş, onu HDP ismiyle Meclis’e de sokmuştur… HDP, Türkiye’nin yasal dehlizlerini izin ve yetkiyle ama kemirici bir köstebek olarak dolanır, Türkiye’yi dünya sathında sıkıntıya sokucu zerzevatı dipten dışa iterek alenileştirir, Meclis’e başkan yardımcısı bile verir, bu haliyle de PKK’yı asla gurur gönderinden indirmez, hatta CHP’yi Türkiye’nin batı kesimini sekülerize eden bir ihya hareketi olarak işaretledikten sonra onu  “Ben de doğu kesimini sekülerize etmeye çalışıyorum!” diyerek selamlar, bu aleni selamlaşma nihayet müşahhas bir birlikteliğe kadar vardırılır, öyle ki terörü nişanlayan SİHA operasyonlarına Türkiye aleyhine olarak birlikte şerh koyarlar, beraber sallayıp kazandıkları belediyelerin kadrolarını -çok milliyetçi 3. ortakları İP de dâhil!- aralarında paylaşırlar, bu süreçte terörden işlem görmüş kimseleri belediyelere doldurmaktan asla perva etmezler…

Politik ve ideolojik sahadaki bu vaziyet, eşyanın tabiatına aykırı işler nevinden zannedilse de aslında öyle olmaz, “Mustafa Kemal’in askerleri ile” onlara “Mustafa Kemal’in itleri” diyenleri daha üst bir kimlik birleştirir ve o kimliğin her veçhesiyle tebellür etmiş vasıf haznesinde “İslam düşmanlığı” yazar…

Evet; Türkiye her ne kadar şehit kanlarıyla sulanarak alınmış bir vatan olsa da ve her ne kadar buğulu toprakları bin yıl İslam’ın müdafaa ve taarruz hattı olarak kullanılmışsa da, geçen asrın ilk çeyreğinden itibaren üzerinde ana kolonu İslam düşmanlığı olan bir rejim binası tesis edilmiştir ve taze binasında bu rejim, Müslümanlara ve Müslümanlığa olan buğz ve nefretini, devirden devire ve kiracı olarak gelen idarelerin farklılıkları vesilesiyle kâh arttırıp kâh eksiltmişse de, esasta İslam’a olan buğz ve nefretinden asla vazgeçmemiştir, zira İslam düşmanlığı onun dışına taktığı aksesuarı olmamıştır, içine yerleştirdiği kalbi, kafasına yerleştirdiği beyni olmuştur, yani tastamam varlık sebebini belirtmiştir…

Bu minvalde meşhur deyimde düşenin dostu olmaz, Türkiye’de de yolu ve bahtı “gerçek ve bütün İslam’a” düşenin dostu bulunmaz!

Türkiye’de bir kimse eğer İslam’a düşmanlığını “Atatürkçü, komünist, ateist, kemalist, faşist, rafızî, deist, eşcinsel, feminist, mason, laik, seküler” gibi pespaye vasıflarla doğrudan ve direkt olarak tecelliye getiriyorsa, mezkûr rejimin bu vatana hâkimiyeti icabı o kimse, zaten doğduğunda masivaî yaşam maçına “üç-sıfır” önde başlamıştır!

Varsın tasayı, maveraî fikir ve hayata bağlanan gerçek Müslümanlar çeksin!

 

1.o.gunes.elbet.dogacak.1

Zira Türkiye’de müesses rejimin kimliği, kim olduğuyla ilgili olarak değil, kim olmadığıyla ilgili olarak ibraz edilmiştir, o ayrı ayrı her biri ya da her birinden bir parçaya bürülü olarak Atatürkçüdür, komünisttir, ateisttir, kemalisttir, faşisttir, rafızîdir, deisttir, eşcinseldir, feministtir, masondur, laiktir, sekülerdir ama asla gerçek Müslüman değildir, yani ne olduğu tam belli değilken, ne olmadığı tam bellidir!

“Gerçek Müslüman” diyoruz; zira Türkiye’de mezkûr rejim, İslam’ı bütün halde yok edemeyince, onu “bütün İslam” vasfından koparıp oranlamış, parçalarını eksilterek gerçekte İslam olmayan İslamsı ve gerçekte Müslüman olmayan Müslümanımsı modeller türetmiş ve bütün bunların hepsini de kendi kimliğine mündemiç kılmıştır!

İslam’a evet deyip de şeriata hayır diyen birini görürseniz misal, denize evet deyip de suyuna hayır diyen birinin aslında denize de hayır diyor olmasındaki bedahet ile biliniz ki; o kimse şeriatla beraber İslam’a da hayır demektedir!

Yani “Şeriatın devri geçmiştir!” diyen bir kimse, katî suretle imanından vazgeçmiştir ama işte böyle bir kimsenin Müslümanlığı da ters tarafından, artık Müslümanlık olmayarak mezkûr rejimin onayından geçmiştir!

Varsın tasayı, Allah’ın haklarından vazgeçmediği için insanî haklarına bile ket vurulan gerçek Müslümanlar çeksin!

Bugün 10 Kasım mı, 10 Kasım’ın da  “Saat Dokuzu Beş Geçe” ayini mi, paganist bir tavırla sirenler öttürülürken olduğu yere mıhlanmayan, mıhlanmadığı için de saldırıya uğrayan bir Müslüman söyleyin, en insanî hakkını müdafaa için kime gitsin? Atatürkçü, komünist, ateist, kemalist, faşist, rafızî, deist, eşcinsel, feminist, mason, laik, seküler kimseler, kesimleşmiş zümreleriyle beraber İslam’a sövmek, erkek erkeğe, kadın kadına cinsel ilişkiye girmek, Allah’ın varlığını davul zurnayla reddetmek, yabancı güçler lehine örtülü ve örgütlü faaliyet yürütmek gibi en şenî işlerin arkasında pişkin ve baskın bir tavırla dururlarken, “Saat Dokuzu Beş Geçe” ayininin, yerinde mıhlanmadığı için saldırıya uğrayan mazlumu söyleyin kimlere gitsin, en tabiî hakkını kullanabilmek için nerelere müracaat etsin?

Söyleyin, kime, nereye?

Buyurun, duyamadık?

İslam düşmanları ona hücum ederken, sırf bu hücum kendisine de dönmesin diye mezkûr mazluma “Provokatör!” deyip geçen, oyuyla sırtladığı ve yirmi yıldır Türkiye’yi tek başına yönetmek mevkiine erdirdiği partiye mi?

İslam fıkhının gökteki ay kadar berrak bir rüknünü “Kadınlar, vücut hatlarını belli edecek pantolon giymemeli!” diye arz eden bir vaizi bile, Atatürkçü, komünist, ateist, kemalist, faşist, rafızî, deist, eşcinsel, feminist, mason, laik, seküler kimselerden bile önce parçalamaya kalkan, ezik “muhafazakâr”lara mı?

Anlayın ki; Türkiye’de, Bremen’in değil ama Kemalistan’ın mızıkacılarından biriyseniz, ister eşek olup İslam’a karşı anırın ister horoz olup Müslümanlara karşı ötün fark etmez, her şartta korunur, kollanırsınız da, bir tek gerçek ve bütün İslam’a bağlıysanız arka çıkanınız olmaz!

Gerçek ve bütün İslam’a bağlıysanız zaten her dem, iki kesimin aleni ve saklı tehdidi altındasınız:

Gerçek ve bütün İslam’a doğrudan ve direkt düşmanlık edenler ile İslam’ı nefslerine uydurduktan sonra ona uymadığı için gerçek ve bütün İslam’a burun kıvıranların…

Bu iki kesimin şimdilik, ilki “orta çağ kafası, mürteci, bilimsel değil” gibi mecazî ifadelerle, ikincisi de “İslam bu değil!” diyerek saldırdığına bakmayın, zaman bu iki kesimi tek bir vasatta birleştirecek, yani mezkûr rejimin alnı ensesine kavuşacak ve işe başladığı “İslam bu işte! Yok edilmeli!” safhasına geri döndürecek!

Bu sebeple; “Doğ ey güneş! Erit taştan adamı!” diye meşhur bir şiirden dize paylaşan bir akademisyene, üstelik şiirin aslında “taştan adam”dan kastı da betonarme binalar iken pervasız saldırıyorlar, tıpkı İslam’ın ilk şehidi Sümeyye’nin (r.anha) böğrüne, sırf Hubel putunu öpmediği için mızrak saplayan Ebu Cehil motivasyonuyla hücum ediyorlar!

Açıkça:

“Bizim taparcasına sevdiğimizi sevmedikçe yaşama hakkınız yok!”

Demeye getiriyorlar, hatta bunu bir asırdır zaten diyorlar!

Anlayın ki; mezkûr rejim, kendisi için Hubel’den de büyük gördüğü putunu öpmedikçe, hiçbir Müslümandan razı olmayacak!

Ve gene anlayın ki; gerçek Müslümanlığın en gerçek ölçütlerinden biri ilelebet, o putu öpmemek olacak!

Görmez misiniz; mezkûr rejimin onayından geçmek için sureten putunu öpenler şimdi, o putu sireten göğüslerine bastırmış vaziyetteler… İnandığı gibi yaşamayınca, yaşadığı gibi inanmaya başlamış olmanın kaçınılmaz pisliğindeler…

Ve dahi biliniz ve emin olunuz:

Betonarme binaları değil ama vatanın bütün taştan adamlarını eritecek o güneş mutlaka doğacak ve o güneşi, dünyanın kendi ekseni etrafında tam bir tur yapması değil, inandığı gibi yaşayan müminlerin, iman mevziisini tek milim terk etmeyen aşkları doğuracak!

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi