İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
25 Aralık 2018… Mehmet Ali Öztürk için Birleşik Arap Emirlikleri’nden haber geldi: Müebbet… Neyin karşılığı bu? Suriye’deki Türkmen, Arap, Doğu Türkistanlı mazlumlara yiyecek ve giyecek yardımı yapmanın… Şubat ayından beri BAE’de tutukluydu. Tarım Fuarı için gittiği bu ülkede, CIA ve BAE ajanlarınca gözaltına alınmıştı. Şubat 2018’den beri de güya yargılanmaktaydı. On aydan sonra çıkan müebbet kararı aslında, Mehmet Ali Öztürk’le beraber, Dışişleri çangalından Türkiye’ye de asılmış oldu. Ne desek, ne söylesek, boğazımızda düğümlenen çığlığı vicdanınıza duyuramaz. Mehmet Ali Öztürk, tam bir Anadolu delikanlısıydı. Mütevaziydi. Hoş sohbetti. Bir dönem, Ülkü Ocakları’nın Mersin başkanlığını yapmıştı. Ama bu ideolojik kalıba sığmamıştı. Hadiselerin doğal akışı onu, yetim çocukların başlarını okşar manzarasıyla birlikte Türkiye’ye tanıttı. Savaşın savurduğu yetim çocuklar, çadır müntehasında gülerlerken hoş talih, bu acılı tuvale onun resmini de işlemişti. Tutuklandığı haberini alır almaz, namaza durdum, dua ettim. Onun hürriyeti için her şeyi yapmaktan “fisebilillah” kokusunu aldım. Korkak kalem sahiplerinin, ıslık çalıp havaya baktıkları bir vaziyet fonunda bütün gönüldaşlarımız, bu zulmü duyurmak için haykırdılar. Ama tek merkezden idareli ulufeli yazar çizer taifesinin çoğu sağır taklidi yaptı. Hal böyleyken, ABD’de faaliyet gösteren FETÖ istihbarat hesapları, SERİYYE camiasını hedef gösterdi. Doğru çığlığı attığımıza böylece emin olduk… Güya biz, Cumhurbaşkanının özel harekât ekipleriymişiz… Suriye’deki cihat gruplarıyla bağlantı sağlıyormuşuz! Heyhat… BAE hukuk –guguk!- makamlarıyla aynı dili konuşan bu hesap, Mehmet Ali Öztürk’e operasyonun nereden geldiğini de ortaya koymaktaydı. Hedefte Türkiye vardı. Onun üzerinden Türkiye sıkıştırılacaktı. Böyleyken Türkiye, kendi başıyla beraber vatandaşının başını da kurtarmak yerine, kendi başını kurtaracağı zannıyla vatandaşının baş selametinden vazgeçti. Türk bürokrasisine mukim insanlar da, ıslık çalıp havaya bakmayı tercih ettiler. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mehmet Ali Öztürk’ün küçücük kızını kucağına aldı, sevdi, öptü. Ailesine de, BAE’de bazı sorunlar olduğunu ama ilgileneceğini söyledi.
Hep birlikte, defalarca kendisine hatırlatsınlar diye yakınlarına ulaştık… Netice alamadık… Sosyal medyada hadise ile ilgilenmeyen bürokratlara sitem ettiğimizde, bu sitem hadiseye eğilmeleri sonucunu değil de, ısıttıkları koltukları korumak refleksinin doğmasına yol açtı. Dışişlerinden Mehmet Ali Öztürk’ün mazlum eşini aradılar ve:
“Biz hadise ile ilgileniyoruz. Arkadaşlara bizi eleştiren mesaj atmamalarını rica edebilir misiniz?”
Bile dediler. Yani sosyal medyada Dışişleri ile ilgili daha müspet mesajlar yayınlanmasını istediler. Acizliğin ve sefaletin manzarasıydı bu… Düşünün; bu süre zarfında aileyi Dışişleri bürokrasisi bilgilendireceğine, Dışişleri sırf iş yapıyor görünme kaygısıyla aileyi aradı ve onlardan aldığı bilgileri mesailerinin mahsulü diye gene aileye sattılar. Daha neler neler… On binlerce Dolar tutan avukat masrafı için Mehmet Ali Öztürk’ün eşine yardım etmek yerine, tanıdık avukat tavsiyesinde bulunmakla yetindiler. Hatta duyun ve inanmayın: Mehmet Ali Öztürk’ün avukatı, BAE Mahkemelerine, müvekkilinin sadece insanî duygularla yardım faaliyeti yaptığı, hatta bu yardımların Türk Kızılayı nezaretinde gerçekleştirdiğini ifade etmişti. Tüm dünyada yasal faaliyeti tescilli Kızılay’la birlikte olmak, mahkeme nezdinde yok sayılamaz müspet bir durum doğurabilirdi. Hatta “Bunu teyit edebilir misiniz?” diye sordular. “Evet!” dendi. İşte birkaç aydır, Türk Kızılayı’ndan bu belgeyi temin için çaba sarf edildi. Araya girenler oldu. İstenen şey sadece, susuz gırtlakları sulamak için Kızılay ile Mehmet Ali Öztürk’ün Türkmen-Der’i arasındaki yardımlaşmaları gösteren bir evraktı. En tepeden, en aşağıya kadar ulaşıldı. Kızılay, topu Dışişlerine attı. Dışişleri, Kızılay’a… Kaç defa bu kabarenin ringini kurdular. Bıyık altından biribirlerini yalancı olmakla bile suçladılar… Zayıf rakip karşısında bacak altı şov yapan Harlem basketbolcuları gibiydiler. Neticede iki ayı aşkın bir süre oyaladıktan sonra bu belgeyi vermediler! BAE de, görmek için Mehmet Ali Öztürk’ün avukatına verdiği süre dolunca, müebbet hapis cezasını verip geçti. Onlar da, Mehmet Ali Öztürk’ün sahipsiz olduğunu anlamışlardı. Heyhat… Mehmet Ali Öztürk’ün sahibi Allah’tır. Gün gelir, diplomasi dansözlüğü onun hürriyetine vesile olacak göbeği de atar. Ama ya tek derdi, aldığı dolgun maaşı ve kıçıyla ısıttığı koltuğu korumaya odaklı bürokrasi fecaatimiz? Onu asalete erdirecek göbeği kim atacak? Fikir olmadan makamın, mevkinin, kudretin, imkânın, mührün, ne derseniz deyin, dansöz eteğini süsleyen yaldızlı pul olmaktan başka ne vasfı vardır? Asabımız bozuk… Onu Ziya Paşa, tütsülesin:
“Asiyâb-ı devleti (Devlet değirmenini) bir hâr de (eşek de) olsa döndürür…”
Araya Şair Eşref girsin ve tütsülenen asabımızı yağa o yatırsın:
“Döndürür, döndürür ama anasının örekesine döndürür…”
Pişmekten kömüre dönen asabımızın üzerine kapağı da Neyzen Tevfik kapatsın:
“O kadar hâr koştular ki Asiyab-ı devlete
Çiğnemekten birbirini dolab-ı devlet dönmüyor…”
Devlet değirmeni, su, un ve sofra hakikatlerine bütün keyfiyetleriyle müdrik değirmencilere ne kadar da hasret… Mehmet Ali Öztürk’ün Anadolu hasretini doğuran da zaten bu hasret…