İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Köpekler çöplük karıştırırken, masumdur… Peynir kapan kargalar, masum… Çöplük, köpeğin helal sofrasıdır… Peynir, karganın taksim edilmiş tahsisatı… Bakmayın siz, karganın ismini hırsıza çıkaran, La Fontaine isimli bir adamın kuru iftirasıdır! Kedi, fil, sincap, aslan ya da sırtlan… Hayvanlar, başka âlemin mahlûkları… Zatlarıyla pis ya da kötü değiller…
Daha da mı izah?
Yıllar evvel bir gönüldaşımla, çocuk eğlendirmek için hayvanat bahçesine uğramıştık… Domuz kafesinin önündeyken baktım ki; ikimiz de domuzlara ters ters bakıyoruz. Kendi tipimi görmediğimden, bu hali gönüldaşımın tipinden süzdüğümü, süzer süzmez güldüğümü ve de şöyle dediğimi hatırlıyorum:
“Yahu domuzun ne kabahati var… Domuz zatıyla kötü değil, o da Allah’ın yarattığı bir mahlûk… Allah, onu yemeyin diyor sadece…”
Yani karga peynir kapar, böylece rızkını almış olur, ama aynı peynire aynı şekilde tevessül eden insanın yaptığı hırsızlık olur… Yani ilahi irade ve hikmet, zatıyla hayvanı kabahatlendirmiyor, hayvanı, bir alçalma baremi-çıtası olarak konumlandırdıktan sonra insana “hayvanlaşma”, “hayvandan da aşağılaşma” diyor…
“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir…” (Araf-179)
Sureten var gibi dursa da sireten kalpsiz, gözsüz ve kulaksız insan, ruhundan boşanmış ve nefsine dolmuş haliyle “insansız insan”dır, insandan boşanmış ve hayvana dolmuş vasfıyla da sireten insan değildir! Tasavvuf literatürü, böyle kimselere “memsuh” der… Memsuh… Yani dış çizgileriyle hâlâ insan ama içine doğru kabartı kabartı hayvan… Kimi maymun, kimi domuz, kimi ayı… Ehli bunlara bakınca, nazarıyla dıştaki insan sıvasını delip geçer ve içteki hayvan harcını görür!
Biz elbette bu alanın ehli değiliz… Ama fikir sahasının fikirsiz ve insansız memsuhlarını görmek noktasında, ehil olduğumuzu söyleyebiliriz…
Bu ehliyeti konuşturmak ve fikir sahasının sureten insan ama sireten hayvan memsuhlarını ifşa etmek borcundayız… Bu borcu ifa için konuşuyoruz…
Mezarları, içindeki ölüleri yemek üzere soyan hayvanların olduğu bir dünyada, adilik ve pislik bu hayvanlara değil, birkaç altın diş uğruna ve defin gecesi mezar soyan insan hırsızlara aittir. Ama durun; mezar soyguncusu adi insanlardan namütenahi kez daha adi olan bir insan tipi daha vardır ki; bunlar, mezara altın diş çalmak için değil, mezar sakinini, hem de eti, dişi ve kemiğiyle değil, ruhuyla çalmak için yaklaşırlar, bu yolla kendilerine ait habis bir ruhu, kendisiyle takdim edecekleri halis bir ruh temin etmek isterler, şeytanlık belirten bu işi gördükten sonra da kenara çekilir, işi, fikri yırtık, imanı çeyrek, itikadı çarpık ve önüne maveraya ait ne gelse, onu çürük bir ceviz gibi dişleye dişleye tüketen sincap kılıklı adi ve ahmak insanlara havale ederler!
Mücerretleri, müşahhaslara ilikleyelim…
Babasız hak peygamber Hz. İsa’nın göğe kaldırıldıktan, Allah aslanı Hz. Ali’ninse şehit edildikten sonra başlarına gelenler, ortaya Hristiyanlık ve bin kollu Rafızîlik’i de çıkarmış halleriyle ne de hazin iki güzel örnekliktir…
Yahudi asıllı Pavlus ile gene Yahudi asıllı İbn-i Sebe isimli iki şeytanın bu yönüyle, bahsettiğimiz manada iki soyguncu olduğunu söylemek mümkün…
İlki, babasız hak peygamber göğe kaldırıldıktan sonra hak İsevîlik sahasına yaklaştı ve Hz. İsa’nın mezarı değilse bile hatırası üzerinden halis ruhuna yöneldi, onu kendindeki habis ruhla değiştirdi ve orta yere, şu kadar milyar sayıda ve Yahudi hurafesi ile Yunan felsefesinin visaliyle vücuda gelmiş Hristiyan çıkardı.
İkincisiyse, daha Hz. Ali hayattayken ona yaklaştı, yüzüne karşı Allah aslanına “Sen Allah’sın!” bile dedi, yakılmaktan son anda kurtulup da kapağı İslam dünyasının kritik merkezlerine atınca da kendindeki habis ruhu Hz. Ali’nin hatırası üzerinden takdim etti ve orta yere zamanla, şu kadar milyon sayıda ve insan havsalasını yakıcı inançlarıyla Rafızî çıkardı…
Şimdi ilkinin semeresi Müslümanları dıştan dişleyip, ikincisinin semeresiyle Müslümanları içten kemirip duruyor…
Ama biz şimdi ne ilki ne de ikincisiyle ilgili değiliz…
İlgimiz el’an, İslam davasının yılmaz, teslim olmaz, eğilmez, bükülmez savunucusu Muhsin Yazıcıoğlu’na yönelen mezar-hatıra-fikir soyguncularıyla, fikir sahasının sureten insan ama sireten hayvan memsuhlarıyla ilgiliyiz…
Bunlar iki zümre…
Yılanlıkta sinsilik ve sincaplıkta şıllıklık belirtenler…
İki zümresiyle bunlar, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ruhî muhtevasına, onunla bizzat tanışan ve tanışmayan modelleriyle tam yabancılık belirttikleri halde, Muhsin Yazıcıoğlu’nu kendi habis ruhlarının tasdikçisi kılmak için istismar ederler…
Yılanlıkta sinsiler, zengin ölüyü tespit eden ve defin gecesi korulukta el ayağın çekilmesini bekleyen mezar soyguncuları gibi, kendi habis ruhlarını kendisiyle takdim edecekleri halis ruhun peşine, bir plân ve program dahilinde düşerler… Tıpkı yaşarken, Muhsin Başkan’ın peşine düştükleri gibi…
Sincaplıkta şıllıklar ise, yılanlıkta sinsilerin istismarla takdim ettikleri habis ruhun etrafında toplanan, ahmaklar güruhu… Bunlar, hayvan sincaplar gibi fındık ya da ceviz kemirmezler, sinsi yılan ifrazatı yalar ve ruhu istismar edilmiş kişi için bir istismar güruhu olarak figüranlık edip dururlar…
Mücerretleri, gene müşahhaslara ilikleyelim…
Fetö eliyle, hükümetin Ergenekon’a dair yaptığı çuvallar dolusu ifşaat içinden, tek bir belge hatırlatalım… Mahkeme tutanaklarına da giren o belgenin mevzuu şu idi:
-Büyük Birlik Partisi ele geçirilecek ve oradan, Ak Parti hükümetine mukaddesatçı-milliyetçi muhalefet yapılacak…
Bir şeyi bir cepheden görüp anlamıyorsanız, ona başka bir cepheden de bakabilirsiniz. O belgede yazıyor olanın, bizim cephemizden görülenlerle tasdikinden bahsediyorum. Zira biz, tam da o belgede yazılana uygun olarak BBP’nin, Ergenekon kafalı adamlarla, hem de BBP’de vazife almak suretiyle dolduğuna bizzat şahitlik ettik…
Fetö travmasından sonra hükümetin travmatik bir şekilde akladığı Ergenekon’un, hâlâ aktif olduğu günlerdi. Muhsin Başkan’a:
-Genelkurmay Başkanı H.Ö. “Muhsin Bey de MHP’nin başına çok yakışır!” dedi!
Gibi subliminal üslup taşıyan mesajların çokça geldiği vakitlerdi. Muhsin Başkan, bu zor devrede partisini ele geçirmek isteyenlerle aşık atacak, sinsi muratlarını belki de kendi muradını tahakkuka geçirecek bir istikamete sokacaktı. Evvela eski yol arkadaşlarını topladı. Birlikte vuruştuğu, cezaevi yattığı, fikirdaş, gönüldaş bellediği arkadaşlarıyla yapılan bu toplantıda arkadaşlarına, etrafında gelişen hadiselerden, mevcut durumdan bahsetti, onlardan son kez ve tam destek istedi ama o toplantıda Muhsin Yazıcıoğlu’na omuzlar değil, dirsekler uzatıldı. Bazısı, belki de iyi niyetle siyasetin şerrinden dem vurdu, bazısı ise işi çirkin bir tavırla:
-Başkanım bırak artık bu işleri! Bir deli Sıhhiye’deki geyik heykeline tırmansa ve oradan halka ‘Kuran tahrif oldu, son peygamber benim!’ dese, senin arkandan gelen adamdan daha fazlası onun arkasından gider!
Diye işi dalgaya bile vurdu. Muhsin Başkan’ın, siyasî ve taktiksel bir dövüşün arifesinde, sırt yaslamak istediği dost duvarı, o toplantıda çökmüştü. Ama kendisi de çökecek değildi. Aşık atmaksa, aşığını attı!
Bilenler bilir, bu devrede BBP Genel Merkezi gitgide bir garnizona dönüştü adeta… Emekli askerler, hem de bazısı Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla parti odalarında cirit atmaktaydı. Şu bilindik Nizam-ı Âlemci, BBP’li insan tipi gitmiş, yerine nizam düşmanı ve yalnız geceleri âlemci ve dahi Osmanlı düşmanı, İslam’dan gevşek tipler gelmişti. Ergenekon davasının mühür ismi mesabesindeki Tuğgeneral Veli Küçük, Türkiye’nin hâlâ kudretli paşalarından iken, kendi avukatı ve adamı da BBP Genel Başkan Yardımcılığı makamına kurulmuştu. Bu devrede BBP Genel Başkan Yardımcısı olan tipler içinde, Muhsin Yazıcıoğlu ismiyle ruhta ve fikirde uyuşmaz öyle tipler vardı ki; bunlardan biri, mali kudret ve bu mali kudretle geçmişte MHP’de edindiği pozisyonun da sağladığı imtiyazla otel odalarında içip içip naralar atıyor, canı sıkıldığında Muhsin Başkan’ı arayıp kendince ona taktik empoze ediyor, sarhoş narasıyla BBP’ye yol tayininde bulunuyordu. Teferruat ve detayı bizde kalmakla beraber, bu aramalardan birine bizzat ve esefle şahit olarak kaydedeyim ki; bu adam ve partideki bu kimselerin üzerinde en çok durdukları husus, geliş misyonlarına uygun olarak BBP’yi Atatürkçü ve Bozkurtçu bir çizgiye çekmek, çektikten sonra da BBP’yi bir obüs rampası gibi kullanmaktı. Bu sebeple ellerinde her daim basın bültenleriyle dolaşıyor, bu bültenleri Muhsin Başkan’ın adına yayınlamak için telaşe yaşıyor, tiplerinde ve edalarında da “BBP’nin iktidara giden yolu bizden geçer, bunun için de reçetemize uymanız şart!” yollu bir özgüven taşıyorlardı.
Bunun için dev bozkurt portreleri mi sipariş etmediler, bu portrelerle Muhsin Başkan’ı aynı karede yakalayıp deklanşörlere basıp servis mi etmediler, çekiç örs dövmek bahanesiyle tertip ettikleri organizasyonlarda Muhsin Başkan’ı, aslında Atatürkçülük çekiciyle, Türkçülük örsünde istedikleri kıvama getirmek mi istemediler, koluna girip ve derinden verilen bir mesajın ifası gibi gösterip Muhsin Başkan’ı Anıttepe’ye mi götürmediler! Neler etmediler neler…
BBP’ye doğru İzmir Marşı’yla yaşanan bu akış, maksatlıydı, Muhsin Başkan bu maksada vakıftı ve mesela bu sebeple NAZIM Kemal Zeybek gibi 2007 Ocak ayında BBP’ye katılan ultra Atatürkçü bir tip, genel başkanı olmak hayaliyle geldiği partiden yedi ay sonra maksadına eremeden defolmuş ve defolurken de:
-Beni Atatürkçü olduğum için sindiremediler!
Demekten imtina etmemişti. İşte bu devrelerde, devletin derin odaklarındaki arge çalışmalarına da vakıf olarak bu gibi tipler, içteki maksatlarına vakıf Muhsin Başkan’dan kendilerince, Muhsin Başkan’ın ruh ve fikir dünyasına da ait olmayan bazı bahşişler kopardılar… Bahşiş dediysek, tahriş unsuru olarak kullanılacak bu bahşişler, o gün için BBP’yi önce dizayn, sonra da yeni imajıyla iktidara götürecekler için bir trambolin olarak kullanılacaktı, sonra da harcadıkça asla tükenmez bir para gibi kendi habis ruhlarına amade kılınmış bir metaa döndürülecekti. Yani “Kemalist-Atatürkçü Muhsin Yazıcıoğlu”, tıpkı Hz. İsa’ya nispeten Pavlus’un, Hz. Ali’ye nispeten İbn-i Sebe’nin umduğu bir diyalektikle, Ergenekon’un BBP’ye sızmış tiplerinin gündelik ve ebeden umdukları bir imajdı.
Bunun için kayda değer yaptıkları-yapabildikleri en pis yılan sinsiliği de Kemalizm’i ömrü boyunca milletin boynuna kanını emmek için yapışmış bir kene gibi görmüş ve bunu kendi ağzında deklare etmiş Muhsin Yazıcıoğlu namına, Muhsin Yazıcıoğlu’nun bütün ruhî muhtevasını da sorgular ve inkâr edercesine yayınladıkları basın bildirileri vesilesiyle sergilediler…
Tam da BBP’de baskın oldukları bir devrede ve ilki 9 Kasım 2006’da, ikincisi de 9 Kasım 2007’de basın kuruluşlarına, hem de Muhsin Yazıcıoğlu namına gönderilen bu bildiriler, okununca Muhsin Yazıcıoğlu’nu, tersinden bir İmam Gazalî gibi muhasebe yaparken gösteriyor ve ona, Atatürk’ün o ana dek kıymetini takdir edemediği için çok üzgün olduğunu, İslamî camianın Atatürk’e karşı olumsuz kanaat taşımasına karşı o güne dek sessiz kaldığı için çok pişman olduğunu söyletiyor!
Yılanlıkta sinsilik eden bu kahpelerin, o günden sonra sincaplıkta şıllıklık eden güruhun diline pelesenk olarak verdiği:
-Atatürk, biz ülkücülerin de doğal lideridir!
Uydurması da, işte mezkûr bu basın bildirilerinde geçiyor…
Düşünün ki; bu bildirilerde Muhsin Yazıcıoğlu namına Cumhuriyet kurucusundan, tekellümü için ancak zihni kart ve idrak kakülü de kayık bir Kemalist olmayı icap ettirecek şekilde “Yüce Atatürk” diye bahsediyorlar!
-Ey Yüce Atatürk! Ne kadar uzak görüşlü olduğunu yeni anladım, beni affet!
Evet evet, o gün, o bildirilerle Muhsin Yazıcıoğlu’na dedirttikleri şey, aynen budur!
O günden bu yana, biraz daha gelişip CHP’li olamamış ve bu yüzden ya MHP’ye, oraya atarı ve atlaması yetmezse de BBP’ye düşmüş sincaplık şıllıkları, hikâyesini kısaca tahkiye ettiğimiz bu basın bildirilerini, Atatürkçülükleri basurlarından rol çalıp da her azdığında bir krem gibi kullanıyor ve:
-Muhsin Yazıcıoğlu’nun ezber bozan Atatürk mesajı!
Diye manşet atıp duruyorlar! Böylece, yılanlık belirten bir sinsilikle tertip edilmiş bir hadiseyi, sincaplık belirten bir şıllıklıkla yayıyor, Muhsin Yazıcıoğlu gibi İslam davasına ömrünce meftun kalmış, siması davasında erimiş mümtaz bir şahsiyeti, tıknaz emelleri uğrunda Atatürkçü göstermek suretiyle kullanmış oluyorlar!
Apaçık kaydedelim…
Gerçek Müslümanlar için Hz. İsa’nın nasıl Hristiyanlık teslisindeki İsa Mesih ile en ufak bir alakası yok ise, ya da gerçek Müslümanlar için Allah aslanı Hz. Ali’nin nasıl, misal Gurabiyye Rafızîyesi’ndeki Ali ile en ufak bir alakası yok ise, Muhsin Başkan yaşarken temel taşı konulan ve katları ölümünden sonra çıkılan “Atatürkçü Muhsin Yazıcıoğlu”nun da o kadar, gerçek Muhsin Yazıcıoğlu ile ne ufak bir alakası yoktur!
Bunu zaten, mezkûr basın bildirilerinin diline bakan insaflı herkes bilir…
Ama bir tek, aslana yılan kuyruğu takmak, ya da ona sincap dişleri yerleştirmek suretiyle, aslanı istismar ama yılanı ve sincabı da ihya emelindeki bu “yılanlıkta sinsi” ve “sincaplıkta şıllık” tipler bilmez, görmek istemez ve her ne zaman yarım kalan Ergenekonculukları ya da evrimini tamamlayamamış CHP’lilikleri bir basur gibi azsa, kıçlarını mezkur basın bildirilerine yaklaştırıp ona bir güzel sürttürürler ve sonra Anadolu’yu da iğfal ve ilzam etmeye çalışırlar…
A be, yılanlıkta sinsiler ve sincaplıkta şıllıklar!
Madem o devrede Muhsin Başkan ağzından ve aynı adamların yayınladıkları basın bildirilerini bir Kur’an ayeti gibi delil olarak kullanıyorsunuz, aynı adamların aynı devrede (2005) yayınladıkları ve Pensilvanya’daki Fetullah Gülen’e hitap edip yurda davet eden, onu “Türkiye’nin akl-ı selimi”, “Milli birliğin en önemli teminatı”, “milli ve manevi dinamiklerimizin en etkin sesi” olarak takdim edip sonra da ona “Milletimizin, devletimizin, coğrafyamızın ve insanımızın size ihtiyacı var! Dönün gelin!” diyerek adeta yalvaran, dahası, anı İstiklâl Harbi’ne benzetip, Fetullah Gülen’e de “Mehmet Akif’siniz! Yetişin!” diye seslenen bildirilerini ne sebeple görmek istemiyorsunuz…
Görmezsiniz, çünkü siz, aşağılıksınız, yılandan da sincaptan da bütün hayvanlardan da daha aşağı, basbayağı aşağılıksınız!
Sizin, yılanlıkta sinsilik eden başçekici modelleriniz, Muhsin Yazıcıoğlu mevzuunda Pavluscasına, İbn-i Sebecesine hamlede bulunup tahrifat için gerekli doneleri üretti ve deliğine çekildi. Şimdi sizlerin, sincaplıkta şıllıklık eden baş kemirici modelleriniz, Muhsin Başkan’dan sonra kalan müesseselerin içi de dâhil, her yerde ruhî muhtevası üzerinden Muhsin Yazıcıoğlu’nun başını kemirmekle meşgul…
Behey, sureti insan, sireti hayvan memsuhlar!
Dedik ya; biz, fikir sahasının fikirsiz ve insansız memsuhlarını görmek noktasında ehiliz ve biz oldukça siz, İslam davasında baş olmuşların omuzlar üstündeki başlarını değil, ancak batıl davanızda baş olmuşların bel altındaki başlarını yalamaya mahkûm kalacaksınız!
İşte, yılanlıkta sinsilerin yazıp da Muhsin Yazıcıoğlu namına basın kuruluşlarına faksladığı ve sincaplıkta şıllıkların, kendi basurlarına her azdığında krem diye sürdükleri o basın bildirilerinden ilki:
“Atatürk’ü ölüm yıl dönümünde rahmet ve minnetle anarken, kendimizle bir muhasebe yapmamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü ülkemizde uluslararası camiada bu müstesna devlet adamının yeterince incelenip, anlaşılmadığı, bu yüzden de hakkında yalan-yanlış yargılara varıldığı kanaatindeyim. Oysa Atatürk’ün hayatı, kişiliği ve görüşleri, başta ülkemiz olmak üzere diğer devlet adamlarına ışık tutacak, yol gösterecek muhteşem bir hazinedir. Onu yanlış anlamak veya görüşlerini saptırmak, tüm insanlık için, özellikle de bizim için büyük bir hatadır.
Geriye dönüp baktığımda, Atatürk üzerinden siyaset yapan kişi ve grupların, bir iki slogan peşine takılıp, olayları nasıl saptırdıklarını görüyorum. Bir yanda, netleşmemiş “irtica” kavramının peşine takılarak, dinle ilgili her söylem ve davranışa itiraz eden güya “Atatürkçü” bir yaklaşım, diğer yanda Batı değerlerine kul-köle olurcasına saptırılan güya “Atatürkçü” bir hedef; aslında Atatürk’e yapılan en büyük ihanet bu tür saptırmalarda aranmalıdır. Çünkü Atatürk, TBMM’nin gizli tutanaklarında da gördüğümüz gibi, “Bugün büyük çoğunluğu emperyalist ülkelerin boyunduruğu altında olan İslam dünyasının bir gün uyanarak, istiklallerine kavuşacaklarını ümit etmekle” bahtiyar olduğunu açıkça beyan edecek kadar İslam dünyasına duyarlı, Kuran’ın herkes tarafından kolayca anlaşılması için büyük bir çaba gösterecek kadar samimi bir Müslüman’dır.
Atatürk’ün Batıcılığı da saptırılmıştır. O, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmayı hedefleyen, yani Batı’nın vardığı noktayı aşan bir medeniyeti hedef göstermişti. Doğrusu da buydu. Oysa içeride bir kısım insanlar, onu Batı hayranı olarak tanıtarak halkından soğutma gayreti içindeyken, kendi içimizden bir kesim de Atatürk’ü hiç okumadan, bu propagandaların etkisi altına girmiş ve Atatürk’ü kendi değerlerimize yabancılaşmakla suçlamıştı. Bunda, Cumhuriyet yönetimini içene sindiremeyen, aşırı tutucu Müslüman-Arap dünyasının ülkemizdeki propagandalarının da etkisi olduğu açıktır.
Biz ülkücülerin de doğal milli liderimiz olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk hakkında olumsuz propagandalara ve gelişmelere seyirci kalmakla hata yaptığımızı itiraf etmek isterim. Gençlerimizi önce Komünizm ve Kapitalizm tehlikesi hakkında eğitirken, milliyetçi saydığımız yazar ve mütefekkirlerin görüşlerine sarılıp, Atatürk’ü sağlıklı olarak öğretip, inceletmediğimiz kanaatindeyim.
Bugün İslam dünyasının içerisinde bulunduğu acıklı durum, yüce Atatürk’ün ne kadar uzak görüşlü olduğunu, bugünleri o zamandan görebildiğini göstermektedir. Devletin temellerini Cumhuriyet üzerine inşa etmesi laik ve üniter devlet yapısını yerleştirmesi sayesinde ülkemiz, tüm zorluklar ve yanlış yönetimlere rağmen, her türlü tehlikeye karşı göğüs gerebilen bir dünya devleti halinde varlığını devam ettirebilmektedir.
Toplum önderleri olarak bizler, kolaycı ve saptırılmış slogan Atatürkçülüğü yerine, onun çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren yeşermeye başlayan sağlam ve milli karakterini, devlet adamlığını ve ülkülerin dayandığı milli temelleri inceleyip, gençlerimize doğru olarak aktarmak zorundayız.
Atatürk’ü doğru anlayarak yetişen gençlerimizin dünyadaki her türlü yarışta, onurla mücadele edip, başarılı olacağına inanıyoruz. Atatürk’ü doğru anlayan devlet adamı ve siyasetçilerin ülkemizi emperyalist ülkelerin pençesine terk etmeyeceğini, dış mihraklarla içli dışlı olmayacağını da vurgulamak isterim.
Atatürk çizgisinden sapan yöneticilerin, bugün ülkemizi tehlikeli maceralara ittiğini, ülkemizin çıkarlarını kendi çıkarları uğruna heba ettiklerini de üzülerek görmekteyiz. Bu türden siyasilerle yaptığımız mücadelemizin temel fikri dayanağı, elbette Atatürk’ün manda ve himaye kabul etmeyen tam bağımsızlık kavramında saklıdır…
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 68. yıldönümünde rahmet ve minnetle anarken, bir kere daha ifade etmek istiyorum ki; iktidarda bulunanlar gaflet, dalalet ve hatta ihanet içinde bulunsalar dahi millet olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ülkesiyle ve milletiyle bütünlüğünü korumak, milletimizin şerefini müdafaa etmek ve Türk milletinin her türlü emperyalizme karşı direncini sağlamak ve milletçe onurlu bir şekilde devletiyle birlikte ebed-müddet yaşamasını temin etmek bizim görevimiz olacaktır.
10 KASIM 2006- (GÜYA)MUHSİN YAZICIOĞLU”