İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
2021 yılı Mayıs ayındayız… Andaki vaziyetimizi idrak için, bundan tam 105 yıl önceki, 1916 yılındaki Mayıs ayına sarkmalıyız… İşte; ilk nazarda, ilk manzara:
Yarbay Mark Sykes, Fransa olarak köpekti! Konsolos George Picot, İngiltere olarak tilkiydi! Dışişleri Bakanı Sergey Sazanov, Rusya olarak ayıydı! Başkan Woodrow Wilson, Amerika olarak sırtlandı… Ve karakulak vasıflı bu dörtlü çetenin, öldü gözüyle baktığı Osmanlı, bu artıkçı yırtıcılarca kuşatılmış, yaralı bir aslandı!
Fransa köpeği ile İngiltere tilkisi, yaralı aslan Osmanlı’yı lif lif yolmak için Yarbay Sykes ile Konsolos Picot’u, diş ve pençe tokasıyla masaya oturttu. Bu masada, salyadan hülyaların, hülyadan hakikatler olması müzakere edilecekti. Salyadan hülyalar ki; Sykes’in, bir dostuna yazdığı mektubuna şöyle bulaşmıştı:
“Artık Türkiye diye bir şey olmamalı… İzmir, Yunanlılar’ın olmalı… Adana İtalyan, Güney Toroslar ve Kuzey Suriye Fransız olmalı… Ve Filistin ile Mezopotamya İngiliz ve İstanbul dahil, geri kalan, Rus…”
Yarbay Sykes, karşısında Konsolos Picot olduğu halde, tırnağını, yaralı Osmanlı aslanının masadaki bünye haritasının bir noktasına kondurdu ve:
“İşte Akdeniz kıyısındaki şu noktadan, Akka’dan… Şuradaki Kerkük’e kadar bir çizgi çekmek istiyorum!”
Diyerek sürükledi. Kuma hayalen çizilen çizginin güneyi İngilizler’in, kuzeyi de Fransızlar’ın olacaktı. Böyleyken Fransa köpeği ile İngiltere tilkisi, doğum günü pastası dilimleyen çocuklardan, daha kaygısız ve rahat idiler… Vesileleri de kendi doğumları değil, Osmanlı’nın ölümü idi…
Çok kısa sürede, iki taraf da diş ve pençe tatminkârı olarak masadan kalkmışlardı ki; hayvan iştahasının Rus ayısına aldırdığı koku, bu şeytanlığı üçledi. Tarihin “Sykes-Picot-Sazanov Anlaşması” olarak not ettiği bu “aslan artıkçısı hayvan taksimatı”na göre, İstanbul ve Boğazlardan başka Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van ve Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmı Rus ayısına sus payı kabilinden verilecek, Fransa köpeğinin dişlerini, ipe dizilmiş inciler halinde Adana, Antep, Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Musul’a geçirmesine, Suriye kıyıları ile beraber Doğu Akdeniz’i kendine in eylemesine göz yumulacak, İngiltere tilkisinin salyalı bahtınaysa, bahtsız Osmanlı aslanının bünye coğrafyasından Hayfa ve Akka limanlarından başka, Bağdat, Basra ve Güney Mezopotamya düşecekti. Bir de Arap topraklarında, tilki ve köpek köleliğine razı olmuş hainler eliyle bir Arap devleti kurulacak, kutsal mekânlara havi Filistin bölgesi için de uluslararası bir idare tesis edilecekti. Her şey, artıkçı karakulak çetesi için tıkırındaydı!
Salya ile imza edilen bu taksimat metnine son şekli, 1916 yılının Ekim ayında verildi. Ancak bundan tam bir yıl sonra, 1917 Ekim’inde Rusya’da Bolşevik İhtilâli olunca, hayvan taksimatının Rus ayısı ayağı çekildi. Bolşevikler, taksimattan çekilmekle de kalmadılar, gizli taksimatın bir kopyasını da gazetelerde tefrika ettiler. Böylece, salya imzalı Sykos-Picot da deşifre oldu. Rus ayısı çekilince üçlü taksimat, ikili hale gelmişti ki; devreye İtalyan çakalı girdi. 17 Nisan 1917’de gene salya ile imza edilen Saint Jean de Maurienne Anlaşması ile Antalya, Konya, Aydın, İzmir ve çevresi İtalyan çakalına vaat edildi. Her şey kâğıt üstünde tamamdı. Yaralı aslan Osmanlı da 30 Ekim 1918’deki Mondros ile ölüm yoluna sokulmuştu.
Ama pratikte sorunlar belirmeye başladı. Batı’nın, artıkçı köpekgiller familyası için, yaralı Osmanlı aslanına diş geçirememekten öte, taksimat anlaşmazlıkları ile birbirlerine diş geçirme durumunda kalacaklarından vaki bir ürküntü, Ortadoğu’nun kasvetli havasının verdiği ürküntü ile birleşti ve 18 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’nda, bir çakal, köpek, tilki didişidir gitti. Rus Sazanov’un yokluğunda, Sykes-Picot olarak kalmış hayvan payı mali artık, artıkçı hayvanlar için bir kavga sebebi olmuştu. Hal böyle olunca, herkes tuttuğu yaralı aslan kısmını kendince ısırmaya girişti. İtalyanlar, bir küskünlükle Antalya’ya çıktılar. Fransızlar’a, Maraş, Antep, Urfa ile Suriye’nin batısı devredildi… İngilizler, bu kaotik ortamda Filistin’de, Siyonistlere verdikleri sözün icabı, İsrail’in ilk temellerini attılar. Bu hakiki bir adımdı. Ama 15 Mayıs 1919’da ardında karanlık emeller bulunan kolpa bir hamleyle bu defa, şımarık Yunanlar’ı İzmir’e sürdüler…
Yahudi’nin devletleşsin diye gerçekten desteklendiği, Yunan’ın ise, üzerinden sahte kahramanlar imal edilsin diye tokatlanmak üzere ileri sürüldüğü bu süreç, Anadolu’da gerçek ama meçhul kahramanlıklar da husule getirdi. Bu kahramanlıkların acısıyla İngilizler, 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal ettiler. Sonra da Sevr’i, Osmanlı’yla beraber, bir milletin de cenaze merasimini ilân eden bir anlaşma olarak ortaya sürdüler. Ama Osmanlı Padişahı, bu anlaşmayı onaylamadı. Onun onayladığı şey, Anadolu’da sürdürülecek milli bir mücadele idi. Düşman eline düşmüş başını verecekti ama başında durduğu devlet ve milletini vermeyecekti. Bunun için kötü bilinmeyi bile göze aldı. Kötü olmayı göze almış gerçek bir iyi olarak, Milli Mücadele’nin fitilini ilk o tutuşturdu. Bu hep örtüldü. Görmezden gelindi. Görünür kılınan şey de şıllık Yunan tavuğunun, sahte kahraman imalatında kullanılması süreciydi. Saklanmış halis bir niyet, muhtevî bulunduğu şey tahakkuk ettiğinde aklanmak yerine, saklanmış habis bir niyet vesilesiyle karalandı. Bu süreç, Lozan ile nihayete erdirildiğinde, böyle bir nihayetin zafer mi, hezimet mi olduğu hususu, kapalı kapılar ardından dönmüş dolapların çözülme müşkülüyle beraber ancak istikbâle ısmarlanabildi. Bu müşküller çözülene kadar da Osmanlı yaralı aslanı, zinde Türkiye yerine, gene yaralı bir aslan halindeki Türkiye’yi husule getirdi.
Bu Türkiye, yurtta da cihanda da Batılı emperyalistler lehine susarsa, yaralı vaziyetine razı olmaktan doğan sahte bir sıhhatle, yaşamasına müsaade edilecekti. Batılılar lehine susmak da ne idi? Hatta Batılılar lehine konuşmak, Batılılar lehine konuşturmamak, Batılılar lehine yasaklamak, Batılılar lehine düşmanlık etmek… Kime idi? Millete! Türkiye’de, Osmanlı’yı öldü diye konulduğu mezarından çıkarıp lif lif yolmaktan beter bir zulümle, İslam’a yasak getirildi. İngiliz ruhlu bir histeri, milletin değerlerinden iğrenici bir şizofreniyle hükümet etti. Camiler ahır, ezanlar sansürlü, Kur’an yasaklı… On yıllar böyle geçti…
Ama aslanlık serde, yarası çeperdeydi. Çeperdeki yaralar kabuk tuttukça, aslanlık azdı. Yurtta da susulmamaya, cihanda da susulmamaya başlandı. Bir asır dolmamış, Batı’ya tam uşaklık vasfımız nasır tutmamıştı. Hâlâ kan damlatan yaramızı, öz tırnaklarımızla kanatmış, Batı’ya uşaklığı reddetmiş, Allah’a, tam bağımsız vatana ve millete âşıklık davasını yeniden güder olmuştuk. Ama vaziyet çok kötüydü. Zaten Ortadoğu Sykes-Picot temelinde şekillenmişti. Bu temelin, Ortadoğu’nun tıraşlanmış kuzeyinde de katları yükseltilmeliydi. Hal böyleyken, Sykes-Picot hayvanlığının “Alakanı kestik!” dedikleri Suriye ile Filistin ile Yemen ile alakadar olundukça, aslanlık daha bir nüksetti. Öldü diye mezarına konulan Osmanlı, dipten mezarını tekmelemekteydi. Batılılar ve onlara uşaklıkta ısrar eden içimizdeki batmışlar, bu sesi, ölühaneden gelen ölümün sesi olarak duydular. Bu sesin sahibi kalkmasın diye üzerine, dünyalar çapında ağırlıklar yığdılar… Ve hatta yetmedi; Sykes-Picot hayvan taksimatına karşılık zamanında, Başkan Wilson’un, alternatif bir hayvan taksimatı olarak ve ABD sırtlanını temsilen masaya serdiği haritayı, salyalarından temizleyip, tüm dünyaya şamil gazete sayfalarından gösterdiler…
İşte bundan tam beş Mayıs önce, 2016’da, hem de Sykes-Picot hayvan taksimatının 100. yılında, Amerika sırtlanlığının en çok satırlaştığı Newyork Times Gazetesi, Türkiye’ye parmak sallar gibi bu haritayı arşivden çıkardı, yayınladı ve dibine de, sırtlan tehdit ve emellerini de havî şu notu düştü:
“1920’lerde sınırlar bu şekilde çizilseydi, Ortadoğu kurtarılabilir miydi?”
İkiye böldükleri halde sindiremedikleri bünye için “Acaba altı parça yapsaydık, sindirebilir miydik?” şeklindeki bir iç çekişti bu… Zira Osmanlı, bu haritada altı parçaydı… İstanbul ve çevresinde, uluslararası bir devlet… İzmir’de Smyrna isimli bir devlet… Sonra Kürdistan, Ermenistan, Mezopotamya, Suriye ve ennihayet, orta Anadolu’ya bir mahpus gibi tıkılmış Osmanlı… 1916 Mayıs’ı için Osmanlı, 2016 Mayıs’ı içinse Türkiye…
Şimdi durun, başınızı ellerinizin arasına alın ve Ortadoğu özelinde temeli atılmış Sykes-Picot’a, bir asır sonra katlarını, Türkiye özelinde çıkmak mesajlı bu Wilson haritasına şöyle bir bakın ve dahi sonra dönüp bir de, 2021 Mayıs ayındaki Türkiye haritasına, çevresinde olup bitenler yönünden bir göz atın:
Amerika’nın, önceki Başkan Trump devrinde (2017) açıklanan “Ulusal Strateji Belgesi”, düşman ve dost ülkeleri hecelerken, kendine kölelik manasına “kadim dost ve müttefiki” Türkiye’yi anmamış, bu da Türkiye’yi dostluktan çıkarıp, düşmanlığa yerleştirmeden evvel de, ikisi ortasındaki bir arafa yerleştirdiğini net olarak göstermişti. Hele de Ortadoğu’dan çekileceğini yüksek sesle söyleyen bir Başkan’ın bile Ortadoğu’daki asker sayısını 40.000’den 65.000’e çıkardığı bir bağlamda, Rusya’dan Çin’e, Amerika’nın ileri hamle diye bölgeye serpiştirdiği tedbirler cümlesi, Türkiye’yi etrafından itibaren kuşatılmasıyla muvafık ve mutabık bir manzara arz etmişti.
Amerika, asker sayısını Katar, Bahreyn, Kuveyt ve Suriye’de arttırdı. IŞID bahanesiyle Türkiye’nin güneyindeki PKK-PYD varlığını, misilsiz takviyelerle semizlendirdi. Suriye’den çekileceğini söylemişken, Suriye kuzeyindeki askerî üs sayısını 12’ye çıkarmıştı. Amerika’nın, Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki bahanesiyse çoktan hazırdı; Rusya… Rusya’yı perdelemek gerekçesiyle Baltık ülkelerine, Romanya, Macaristan ve Bulgaristan’a asker kaydırdı. Öyle ki; dünyadaki en büyük altı askerî üssünden birini, Bulgaristan’a kurdu. Yetmedi; Larissa ve Dedeağaç’ta olmak üzere iki askerî üssünü de Yunanistan’da tesis etti. Böylece Türkiye; türlü stratejik yerleşmeler altında güneydoğusundan kuzeybatısına, istendiği anda façası çizilebilecek bir Amerika falçatasıyla kuşatılmıştı.
Ve bu falçata; şimdi Amerika’nın yeni Başkanı Biden’ın elinde… Hem de öyle bileyli ve öyle kullanılmaya hazır ki; birkaç ay evvel yayınlanan ABD Geçici Ulusal Strateji Belgesi, ABD’nin kaderini çok uzaklardaki işler cümlesine bağladı:
“Amerika'nın kaderi bugün, daha önce hiç olmadığı kadar ve içinden çıkılmayacak şekilde, kıyılarımızın ötesindeki olaylara bağlı hale gelmiştir…”
Bu uzaklar, bu kıyıların ötesi, her neresidir ayrı husustur ama neresi olursa olsun, merkezinin Türkiye olması, bedihî bir hakikat halinde ortadadır!
ABD, düşman iki kutup olarak işaretlediği Çin ve Rusya’ya karşı, NATO ve Avrupa Birliği ile karşı koymaya çalışırken, Türkiye’yi de, eğer bu iki kutup arasında kendinden yana taraf olmazsa, iki dilim ekmek arasındaki bir kalıp kaşar peyniri gibi göreceğini, onu ezeceğini, eriteceğini, usturupsuz bir strateji lisanıyla hecelemekte…
Kimse yabana atmasın!
Hayvan taksimatı vasfıyla, temeli 105 yıl önce ve Ortadoğu özelinde atılan Sykes-Picot’un, atılı bu temel üzerindeki katları, 105 yıl sonra Türkiye özelinde çıkılmak istenmektedir!
Başkan Wilson şahsında ABD sırtlanının, 105 yıl önce 6’ya taksim ettiği ama ancak iki parçasını tesis edebildiği Osmanlı haritasının kalan dört parçası, can parçası halinde hâlâ Türkiye haritasında mündemiçtir…
İşte tam da bu sebeple…
İzmir, İzmir idaresine bir Yunan çıbanı gibi geçirilmiş CHP’li yerel idarecisi ağzından “İzmir’in ayrı bayrağı ve para birimi olmalı!” gibi gevelemelerle, Symnra devletine matuf kılınmışken, Kuzey Doğu Anadolumuz soykırım çalkalamaları üzerinden Ermenistan’a, doğu ve güneydoğumuz PKK-PYD tırmalamaları üzerinden Kürdistan’a ve İstanbul’umuz ve çevresi de, Ayasofya, Kanal İstanbul ve Montrö noktalamaları üzerinden “İnternational Constantinapolis State”e matuf kılınmaktadır…
Yani Amerika, son devrede olanlar ve olmakta olanlar üzerinden, hâl değil de strateji lisanıyla adeta Türkiye’ye demektedir ki:
-Ha 105 yıl önce, ha 105 yıl sonra… Ha Başkan Wilson ile, ha Başkan Biden ile! İş; başa düşerse, Sykes-Picot’un Türkiye için ertelenmiş serencamı bir anda, tatbik edilen bir can çıkarana dönüverir! Bilesin!
Yani Amerika Türkiye’den, ya her masrafı karşılandığı için öldürücü bir saadete malik kılınmış bir fahişe gibi olmasını, yani yurtta da cihanda da susmasını, ya da konuşacak olursa, mutlaka Amerika lehine konuşmasını istiyor…
Daha düne kadar olageldiği üzere…
Aksi halde; 1916 devri Sykes-Picot’unun, kapalı kapılar ardındaki kirli müzakereler vesilesiyle ertelenmiş-ötelenmiş maddelerini, arşivden gazete manşetine çıkarmakla iktifa etmeyeceğini, gazete manşetinden de kendi emperyal siyasetine işlemekle tehdit ediyor… Yani Newyork Times’taki Wilson haritası, gazeteci işgüzarlığından sıçrama bir leke değil, bu mesajı muhtevî ve örtülü bir devlet notası idi… Anlayan, anladı… Ama mesele bunu, bütün bir milletin anlamasında…
Bunun için de, şıllık Yunan tavuğunun, tüyleri yolunmak pahasına verdiği bir fırsatla horozlaşan ve memleket kümesinin başına geçerek:
“Üürü üüü! Türkiye benim! Türkiye bana layıktır, layık kalacaktır!”
Diye öten ve milletin, deminden beri tasvir etmeye çalıştığımız kuşatma manzarasına karşı, hakiki kurtuluş savaşı vaziyeti almasını önleyen, CHP merkezli iç ihanet odağının çökertilmesi lazım… Tabii ki; kanun yoluyla…
Zira ABD Başkanı Biden’in haklarında “Recep Tayyip Erdoğan’a karşı onları savunmalıyız!” dediği ve hemen ardından işlevlerini “Erdoğan’ı, onlarla iş birliği yaparak devirebiliriz!” diyerek ortaya koyduğu muhalefet, Türkiye’nin iç ve dış siyaset aracına, milli rot ve balans ayarı çekecek cinsinden, kökü de, dalı da içeride bir muhalefet değil, Türkiye’yi, Amerika’nın alî menfaatlerine uygun olarak konumlayacak cinsten, kökü dışarıda ve dalları içeride bir muhalefettir ve bu muhalefet kakafonisinin baton çubuğu da, CHP’nin elindedir!
CHP, Türkiye için saadeti, her ihtiyacı eksiksiz karşılanan sahte saadetli bir fahişe derekesinde, hem de asırlık bir maziyle kabullenmiştir… Yani CHP merkezli muhalefet için Batı’nın alî menfaatlerine hizmet etmek, tabiat haline gelmiştir. Yani illaki ajanlık gerektirmez, asırlık ihanetleri yinelemek-yenilemek yollu bir aranjmanlık yeter…
Bu haliyle; Türkiye’yi yarım kalmış Sykes-Picot’lara mahkûm edecek Batı emperyalizmi için en büyük koz, CHP’dir!
Tersinden; Türkiye’yi yarım kalmış Sykes-Picot’lara karşı savunmak da, CHP’yi kanun yoluyla küçültmekten itibaren başlanacak bir iştir!
Peki; 20 yıllık tek başına ve bu yönüyle de eşsiz bir iktidar nasibine rağmen Ak Parti, bu iş minvalinde mesafe kat edebilmiş midir?
Bizce ve daima dikkat çektiğimiz üzere, hayır!
Hatta Ak Parti, bu minvalde mesafe kat edemediği gibi, tapusu CHP mühürlü rejim karşısındaki orta yolcu politikaları sebebiyle, Müslüman Anadolu halkından önemli bir parçayı da, CHP’nin altı oklu ama üstü boklu psikolocyası lehine kaybetmiştir…
Yani Ak Parti, Müslüman Anadolu halkını, sahte kurtulmuşluk zemininden, gerçek bir kurtuluş savaşı safına kalbetmek yerine, gerçek bir kurtuluş savaşı safında hazır ve nazır duran, kifayetli miktardaki Anadolu insanını, sahte kurtulmuşluk zeminine doğru kaydırmıştır!
İnanmayan; 5’inden itibaren Kemalist kılınan körpelere baksın, inanmayan, 50’sinden sonra Kemalist takılan kütükleri görsün!
Sonra da şu dediğimize inansın:
-Ak Parti ve Türkiye lideri Erdoğan’ın, Müslüman Anadolu halkına olan borcu, CHP’den kurtulmaktan başka bir de, kafa konforları CHP lehine tebdil olunmuş Ak Parti tavanından da kurtulmayı icabet ettirecek şekilde, artmıştır!
İş çok, hem de ne çok…
Hem…
Milli gemimizi, bir deniz savaşının tam ortasındayken, tahtalarını kemirmek suretiyle batırmak isteyen CHP faresi yakalanmalı ve onun tüm enerjisini, kapatıldığı kafesteki koşu tekerleğine boşaltması sağlanmalı…
Hem de…
Ak Parti’nin, artık kokuşmaya başlamış arsası üzerine, bizzat Ak Parti ve Türkiye lideri Erdoğan tarafından kireç dökülmeli… Öyle bir kokuşmuşluk ki; Erdoğan, kıyametler arifesinde, bu kıyametlerden bizi sağ çıkaracak ruhu:
“Ezanlarımızı susturamayacaksınız, bayrağımızı indiremeyeceksiniz!”
Diye haykırırken, Ak Parti eliyle konum elde etmiş nice kimseler, bulunduğu pozisyonun verdiği imkân ve aynı pozisyonun şekliyle altına pislediğinde ve etrafı kötü kokuların alması vesilesiyle üzerine dikkat kesilindiğinde bile, menfaatini kesecek bu dikkati dağıtmak için gene aynı şeyi ve aynı şekilde haykırmaktadır:
“Ezanlarımızı susturamayacaksınız, bayrağımızı indiremeyeceksiniz!”
Hani CHP’nin, yırtıcı bir kurt olarak parçalamak istediği değerlerimiz, bu tiplerin de kemirici kurtçuk vasıflarıyla yaptıkları dolayısıyla, içinden çürütülmektedir. Hal böyleyken, CHP kurduna kıstırıcı kapan kurmamak ve dahi, Ak Parti hinterlandına serpilmiş kurtçuklaraysa öldürücü DDT püskürtmemek, kıyamet gümbürtüsü koparacak savaşlara, piknik tedbiri bir gevşeklikle hazırlanmak demektir…
İşte… Bunların yapılmasını, gerçek bir kurtuluş savaşına, canımızı ciro etmeye hazır vasfımızla nicedir istiyoruz…
Nasılsa biz, bu vatanın, bu vatanı menfaatsiz seven aşıkları olarak, her dem ölmeye razıyız…
Memleket, her veçhesiyle olsun diye, ölmelere…
Ama biz, kendi devrimizin Çanakkale’sine, dönmemek ve ölmek üzere gitmeye razıyız da, 1915 Çanakkale’sinde olduğu gibi, memleket her veçhesiyle ölecek de olsa onu sömürmekten dönmeyenlerin, gidip de dönmeyenlerimizden boşalacak yerlere de kurulmalarına, razı değiliz…