İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Tescilli eşcinsel ve aleni putperest Sokrates, “Demokrasi”nin ideal bir yönetim şekli olmadığı mevzuunda, haklıydı. Kendisi aristokrasi yanlısıydı, seçkinciydi ve zaten ölümü de, bilinenin aksine tevhidi savunmasından değil, demokrasi yanlılarının intikam hissinden, bunun için ortamı ve kanunu uygun hale getirmelerinden husule gelmişti.
Bugün dünya, Covid-19 diye isimlendirilmiş bir virüsün karşısında ecel terleri döküyor. Aslında ecel teri döken biraz da, demokrasinin kendisi… Zira demokrasi, bugün dünyaya giyindirilmiş idare kaftanının, ta kendisi… Ama demokrasi kaftanı, dünya ecel teri döktükçe, bu terleri üzerine inci gibi iliştirmekten de geri durmuyor…
İnsanlık, şeytanî bir ters orantının kucağında adeta… Ama bu ters orantının da artık vadesi dolmak üzere… Kaç asırdır insan battıkça, demokrasi yükseliyordu… Üstelik onu batıran demokrasinin bizzat kendisi iken… Ama insanın oturduğu tahterevalli köşesi, en nihayet zemine çarptı ve ister istemez, demokrasinin oturduğu karşı taraftaki tahterevalli köşesi, inişe geçecek… “Çoğunluk” denilen zümre, işleri berbat ettiğinin farkındalığıyla, kendisini selamete çıkaracak “azınlık” zümresini, sahip olduğu “mutlak” ile beraber göreve çağıracak…
İşte Covid-19 vesilesiyle şeytanlık eden ve “Dinler bitti, çağ bilimin!” piçliği yapan şeytancıklar, biraz da bundan telaşlılar… Şeytanî muğlaklık devresinin sonlanmak ve ilahî mutlaklık devresinin yeniden başlamak, evresine girmesinden…
Buyurun:
Covid-19, solunum coğrafyasına yerleşecek insan bulamasa, vatansız bir virüs olarak yok olup gidecek bir mahlûk… Ama o, yaşamak için insana ihtiyaç duyuyor, işini gördükten sonra başka bir insanda tazeleniyor, böylece daldan dala seken bir maymun gibi, yerde kızgın gezinen “aslan insan”ın eline geçmiyor.
İnsan, dünyanın efendisi olarak “aslan” ama daldaki maymuna karşı aciz… Covid-19’u, aslana karşı daldaki maymun avantajına erdiren şeyse, mevcut rejimlerin kendi vatandaşlarına söz dinletememeleri… Türkiye’de bile devlet, Covid-19’un dişlerini göstermesine müsavi olarak, tedbir kartlarını ancak aşamalı olarak açabildi. Ve bu sürede, vatandaşına yaptırım kartı göstermedikçe, telkin ve tebliğ yoluyla sözünü dinletemedi…
“Sokağa çıkmayın lütfen!” dediği günün ertesi, terminallerde izdiham vardı ve vatandaş, uğurlamak üzere sırtlarında asker taşırken, bir yandan da Covid-19 şenliği düzenlediklerinden habersizdi. Hatta bazı vatandaşların sokağa çıkmayacak olmasının avantajıyla diğer bazısı, boğazda balık tutmak keyfini daha rahat tatmak için, sahillerde bir balık istifi nizamı kurdu!
Oysa tek tek her bir insan irade gösterse ve kendisi ile Covid-19 arasına mesafe koysa, bu virüs ancak, köye inen ve sürüden birkaç koyun aşıran bir kurt çetesi cürmünde kalacaktı. Ama olmadı… Olamazdı da… Zira tek tek fertlerin bu iradeyi göstermesi de imkânsızdı… İnsan, neticede böyle bir mahlûk… Mutlak’tan, tek tek oldukça nasiplenemez bir tarafı var… Zaten bu sebeple, “devlet” denilen müessese var. Tek tek insanların irade devri toplaşıp pekleşiyor, ortaya devlet çıkıyor ve devlet de, kendi idare rejimiyle bu yetkiyi temsil ediyor. Mevcut rejimleri ortaya çıkaran şey, en azından böyle bir durumdan doğma… Mutlak’a olan ihtiyacı görüyorlar ama araya muğlak vasıflarıyla girip rol çalıyorlar.
İslam’dan başka her idare, işte böyle bir hırsızlığın neticesi… İslam ile devlet kavramı arasına mesafe koyan fikirsiz dindarlarsa, hırsızlık ikliminde ortalığa fırlayıveren, kavşak piçleri! Kimlikleri bizde ama nesepleri, değil… İçerideki hırsızlar ve dışarıdaki maymuncuklar… Bütün dünya demokrasiyi kusmak eşiğine yaklaşmışken, bunlar, nesep çekmesi bir sevk ile demokrasiyi herkesten çok kutsuyorlar!
Ama kaydettiğimiz üzere, kusmak ile kutsamak arası bir hengâmda ve Covid-19 vesilesiyle, demokrasi ister istemez teşrih masasına yatırılacak… Demokrasiyi hiç reddetmeyen, asgarî ona tabiatına uymayan montaj işine girişecek… Çünkü bütün dünyanın gözü, bir virüs vesilesiyle çözümünü “çoğunluk”un bilemeyeceği, çözümü bilinse dahi demokrasi hantallığıyla ağır ağır tatbik edilemeyecek bir belayla burun buruna geldi… Ve insanlık “Demokrasinin canı cehenneme, canımı kim kurtaracak!” hissini tattı…
Gördük işte, bu can havlinin avantajlarına rağmen Türkiye’de devlet, sokağa sadeliği ancak, tebliğ ve telkinle değil, ancak tedricî olarak uygulayabildiği yasaklarla yirmi günde getirebildi. Bu yirmi gün de zaten, Covid-19 orduları için bir ülkeyi zapt etmek namına yeter de, artar bir süreydi… Bu dediğimiz, yalnız Türkiye için değil, bütün dünya için geçerli bir şey… ABD, İtalya ve İspanya’da, çoğunluğun işbaşına getirdiği idareler, aristokrasi ile idare olunan COVİD-19 ordularına karşı, demokratlık dezavantajıyla perişan oldular, olmaktalar… Hatta bazı uyanıklar, Komünizm propagandası yapmak için Çin’in Covid-19’u zaptu rapt altına aldığını, bunu da demokrasi ile yönetiliyor olmamasına borçlu olduğunu haykırıp durmaktalar! Sıtmadan şifaya değil, vereme doğru kanal kazıyorlar! Bunların canlarını cehenneme ısmarlayıp, uyanıklıkları bir kenara koyalım ve gerçeğe dönelim:
Tek tek vatandaşlarının iradesini, toplu bir nabız atışı halinde arttırabilen ya da yavaşlatabilen bir rejim, böylesi felaket anlarında felaketin önüne geçebilecek en elzem ihtiyaçtır… Ve bu ihtiyaç asla, dünyanın kursağına kadar dolmuş olan demokrasi değildir!
Zaten demokrasi, çoğunluğun iradesince yönetilmek rejimidir ve çoğu zaman ortaya çıkardığı şey, kakafoniden başka şey değildir. Düşünsenize; dijital uygulama avantajıyla İzmir özelinde vatandaşa:
“Covid mi gitsin, Recep Tayyip Erdoğan mı?”
Diye bir seçim yapmak hakkı tanınsa ve çıkacak sonuca göre hareket edilecek olunsaydı, durum ne olurdu? Cevabı belli; önce İzmirli eliyle Recep Tayyip Erdoğan, sonra da Covid-19 eliyle İzmirli giderdi…
Neticede, dokuz Allahsızın, bir müminle aynı demokrasi paketine düştüğü bir ortamda, Allah, bire karşı dokuz oyla –haşa!- yoktur! Demokrasi işte, mutlak hakikat yokluğunda, mutlak olanın değil, çoğunluk olanın doğruları belirlediği bir çıkmazlık rejimidir. Hani ormana demokrasi gelse, aslanlar güme gidecek ve çoklukları vesilesiyle böcekler kral olacak… Böyle bir gerçeklik…
Bugün Batı medeniyeti, dallarında demokrasi havariliği yapıyor olsa da, fikir kökünü, demokrasi düşmanı Sokrates’e dayamış vaziyette… Ve Doğuyu temsilde de İslam, Türk tarihini de havî bir manada, dünyaya hükmettiği devirlerinde demokrasi ile değil, Şeriat ile idare edilmekteydi… Demek Şeriat, çare üretmekteydi, asırlarca karşılaşılan çıkmazları çözüme kavuşturmaktaydı ki; devlet ve milleti dünyanın en güçlüsü kılabilmişti… Oysa ömrü seksen yıl olarak gösterilen Demokrasi tarihimizde, devlet ve milletin bağırsakları kaç kez düğüm olmuş ve bu düğümleri kaç ihtilâl, muhtıra, darbe ile çözmeye kalkılmıştı… Söyleyin, bu özlü vakıalardan bile ortaya, üzeri örtülmüş bir hakikat halinde şu levhadan başka ne çıkar:
“DEMOKRASİLERDE ÇIKMAZLAR, ŞERİATTE ÇARELER TÜKENMEZ!”
Mesele bu hakikati, Müslümanlar da dahil, bütün insanlara belletebilmekte… Yoksa bizi dişleyen, sonra suratımıza işeyen köpek de demokrasinin kendisi, böyleyken tarlamızı sürmüş ve testimize su doldurmuş gibi yapan da, demokrasinin kendisi…
Çorak tarlamızı sürecek ve yanmış ciğerlerimizi sulayacak Şeriate, insanlığın muhtaç olduğu mutlak’ı, mutlak manada temsil eden vasfıyla, ne kadar da muhtacız… Üstelik Şeriate muhtaçlığımızı gösterebilmek de bir muhtaçlık ve bütün muhtaçlıklarımızın geçilmemiş bir eşiği…