İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
1111 ölümlü İmam Gazalî Hazretleri, İslam ile Yunan felsefesi arasında orta yol bulmaya, böylece İslam’ı öz hakikatiyle ortadan kaldırmaya kalkanlara karşı “Tehafüt’ül Felasife” isimli eserini yazdı.
Tehafüt’ül Felasife, bir çığlıktı!
Saf fikir ile tekniği, şeytanî bir hinlikle özdeşleştiren, böylece teknikteki gelişimi salt olarak saf fikre bağlayan, en sonra da teknikteki geri kalmışlığın bütün ceremesini saf fikirdeki temkin tavrının sırtına yıkan zümreler, bu çığlığı sadece boğmaya kalkmadılar, aynı zamanda 12. asırdan sonra İslam dünyasında yaşanan her akametin cürmünü de bu çığlığa fatura ettiler…
Güya İmam Gazalî yüzünden Doğuda felsefe gerilemiş ve bu sebeple de İslam dünyası geri kalmıştı!
Oysa bu suçlama, sızılı bir kuyruk acısının yansıtmasıydı. İmam Gazalî Hazretleri, kuyruğa bastığını biliyordu. Kuyruğuna bastıklarının asırlar boyunca saldıracağını da… Sinsilerin tam bin yıl kendisine yapacakları hücumu tahmin ettiğinden, saf fikir ile teknik arasında kurulan şeytanî hokkabazlığa gene Tehafüt’ül Felasife içinde şöyle atıfta bulundu:
“Biz bu bilgilerin (fen) geçersiz kılınması üzerine ayrıntılı durmayacağız. Çünkü bu hiçbir yarar sağlamaz. Kim ki; bunu geçersiz kılmak için tartışmaya girişmenin dinin gereği olduğunu sanırsa, dine karşı suç işlemiş ve onu zaafa uğratmış olur. Zira astronomiye dair bu meseleler, hiçbir şüpheye yer bırakmayan geometri ve matematik kanıtlara dayanmaktadır. Ay ve güneş tutulmasının vaktini sebepleriyle birlikte haber verecek kadar bu meseleleri iyi bilen ve delillerini inceleyen kimseye ‘Bu tavrın Şeriate aykırıdır!’ denildiğinde, söz konusu kimse kendi bilgisinden değil, Şeriatten şüphe eder. Hâlbuki Şeriatin öngörmediği bir yöntemle Şeriate yardıma kalkışanın ona verdiği zarar, kendi yöntemiyle Şeriate zarar vermek isteyenin ona vereceği zarardan daha büyüktür. Nitekim ‘Akıllı düşman, cahil dosttan iyidir!’ denilmiştir…… Mülhitleri en çok sevindiren şey, Şeriati savunan birinin bu ve benzeri görüşlerin Şeriate aykırı olduğunu açıklamasıdır. Şayet Şeriati geçersiz kılmanın şartı bu gibi şeylerse, o zaman mülhide Şeriati kolayca geçersiz kılmanın yolu açılmış olur…”
Bu satırları yazan İmam Gazalî Hazretleri olmasa, Antik Yunanların Silen heykelleri gibi içleri Aristo iken dışları Farabî ve İbn-i Sina diye görünen felsefeciler, bütün Müslümanları âlemin ezelî olduğuna, Allah’ın cüzî şeyleri bilemeyeceğine, ahirette cismanî dirilişin olmayacağına inandıracak, bunlardan başka birçok itikadî sapmayı da Müslümanlık fikir cihazına monte edeceklerdi!
Ama olmadı… Tehafüt’ül Felasife’nin çığlığı onları bastırdı!
Bizim “İslam filozofu” demek yerine, “İslam’mış gibi duran ve asla İslam olmayan” manasına “İslamsı filozof” diye isimlendirdiğimiz filozoflar taifesi, Batı’nın matematik ilimlerdeki başarısını gösterip, ilahiyat alanındaki bilgilerinin de doğru olduğuna müminleri inandırmaya çalıştılar. Ama İmam Gazalî Hazretleri, itiraz etti ve matematik ilimlerdeki isabetlerinin, Yunan filozoflarının ilahiyat alanında da isabet sağladıkları manasına geleceği görüşünü şiddetle reddetti. Yoksa İslamsı filozoflar, börtü böcek üzerindeki tecessüsünü gösterip, Aristo’nun orta malı, mefluç ve bir halta yaramaz tanrı modelini, Âlemlerin Rabbi Allah’la –haşa!- alude kılacak, böylece Müslümanlık dimağının miyarını bozacaklardı.
Ama olmadı… Tehafüt’ül Felasife’nin çığlığı onlara engel oldu!
Zaten derin ve gerçek müminlerin nazarında asil bir çığlık olarak duran “Tehafüt’ül Felasife”, “Filozofların Tutarsızlıkları” demekti. İmam Gazalî Hazretleri, bu sembol eserinde filozofları tek tek ele almadı, Sokrates’e, Platon’a, Aristo’ya hususen çakmadı, onların İslam dünyasında İslamî ambalajla gezen karşılıkları Farabî ve İbn-i Sina ikilisine hücum etti. Ama ileride ambalajdan vazgeçip, içteki marmelada sevda duyanlar çıkar diye, şunları da Tehafüt’ül Felasife’ye işledi:
“İslam filozofları içerisinde Aristo’yu en iyi inceleyen ve nakleden Farabî ve İbn-i Sina’dır. O halde biz, bu ikisinin, sapıklıktaki reisleri Aristo’nun öğretisinden seçip doğru buldukları görüşleri geçersiz kılmaya çalışacağız…”
“Bunların (Farabî ve İbn-i Sina) inkâra sapmalarının esas kaynağı Sokrat, Hipokrat, Platon, Aristo ve benzeri önemli isimleri duymuş olmaları, bu filozofları izleyen ve bu sebeple sapıtanlardan bir grubun, onların akıl güçlerini, yöntemlerinin güzelliğini, geometri, mantık, fizik ve metafizik hakkındaki bilgilerinin inceliğini, üstün zekâ ve anlayışa sahip oldukları için gizli meseleleri ortaya çıkarmada başkalarına baskın geldiklerini abartarak anlatmalarıdır…”
İmam Gazalî Hazretlerinin, geçmişteki ve andaki, içteki ve dıştaki filozofların tutarsızlıklarını “Tehafüt’ül Felasife” ile göstermesinin üzerinden yaklaşık bin sene geçti. Ama bu bin senede, Müslümanların da ciddi tutarsızlıkları oldu. Mesela İmam Gazalî Hazretlerine derin hürmet besledikleri halde, sağalmaz bir fikrî tutarsızlıkla Sokrat’ı, Platon’u, Aristo’yu da yücelttiler. Muteber âlimlerin eserlerine bile Sokrat ya da Platon’un Peygamber olduğuna dair sahteler sahtesi Hadisler girdi. Peygamber minberlerinden Sokrates’e güzellemeler yapıldı. Onları cennetlik ilan edenler çıktı.
Sanki fikir hattında bin yıl süzülen bir idrak fayı, “Tehafüt’ül Felasife”nin çığlığını emmiş, onu fiildeki bir mücahit olmaktan çıkarmış ve vitrindeki bir lahit hükmüne koymuştu!
Bütün sapık fırka ve anlayışlar bir yana bugün için de, Batı felsefesinin sembol isimlerine Ehl-i Sünnet camiası içinde neredeyse güzelleme yapmayan kimse kalmamıştır! Bin muhiti yokladık, bir kez bile tescilli eşcinsel ve aleni putperest Sokrat’a yüz ekşiten kimse görmedik! Sokrat denince, yüzlerde güller açıyordu!
İncindik, kızdık ve bin yıl sonra “Tehafüt’ül Felasife”nin soylu çığlığına aynı soydan bir çığlık halinde katılmak istedik!
Az evvel kaydettiğimiz üzere; İmam Gazalî Hazretleri, “Tehafüt’ül Felasife”de filozofları tek tek ele almıyor ve hepsini Farabî ve İbn-i Sina özelinde haşlıyordu. Biz ise azmettik, “Tehafüt’ül Felasife” ruhuyla Batılı filozofları en baştan ve tek tek ele almaya karar verdik… Bunu yaparken diyalektiğimiz şu olacaktı:
“Zeus’un döl yatağı alçak Avrupa! İyiysen de kötüsün!”
Bizdeki fikri kıtlar, Batı’ya bakıyor, Batı’daki çirkinliklerde güzellik hikmeti arıyor, “müminin yitik malı” hikmetinden nasipsiz olarak da Batı’ya ait her pisliği mislik diye takdim ediyorlardı. Masaya tekmeyi vurur gibi sahaya girdik, Batı’nın güzellik gibi duranlarındaki çirkinliği göstermeye çalıştık, “müminin yitik malı” hikmetinden nasipli olarak da, Batı’ya aitmiş gibi duran her mislikteki pisliği deştik ve teşhir ettik… Ortaya şimdilik, kronolojik bir takiple ilerleyen 5 cilt ve toplam 2483 sayfalık şu eserler çıktı:
-Batı Felsefe Tarihi-Giriş (Avrupa: Şeytan Hacetgâhı)
- Batı Felsefe Tarihi- 1. Cilt (Sokrates Bizim Neyimiz Olur?)
- Batı Felsefe Tarihi-2. Cilt (Platon ve Aristo-Sahte Ruhçuluk ile Maddecilik Arası Şeytanî Devri Daim)
- Batı Felsefe Tarihi-3. Cilt (Helenistik Felsefe-İskender Açılınca Fikirler Saçılınca)
- Batı Felsefe Tarihi-4. Cilt (Hristiyanlık ve Felsefesi- Yahudi ile Yunan’ın Nikâhsız Halvetinden)
Ve devam ediyoruz… Attığımız çığlığın, büyüklere ait himmetin üzerimizdeki tecellisi olduğuna inanıyoruz ve devam ediyoruz…
Rabbimiz, İmam Gazalî Hazretlerinden yaklaşık bin yıl sonra atılan bu çığlığı, “Tehafüt’ül Felasife”nin soylu çığlığına katsın ve tamamına erdirsin…
Ve Rabbimize hamd ediyoruz… Batı’nın felsefedeki sembol şahsiyetleri, mümin dillerin kürsü makamında ve şerefle arz-ı endam ediyorlardı, biz “Tehafüt’ül Felasife”ye asrımızdan ses verdik, kürsü sahipleri daha şimdiden onları dudak ardı bir fısıltı zulasına doğru çekmeye başladılar…
Bunları, nefsîlik olsun diye kaydetmiyoruz! Bunları kaydediyoruz; çünkü bundan sonra aynı istikamette yapacak işimiz, sürdürülecek kavgamız vardır ve bu işte, telif haklarının bir kısmı nefsimize değil ama cehdimize lazım olacaktır…
Çığlığımız, “Tehafüt’ül Felasife”nin çığlığıdır ve bu çığlığa:
“Taşlansın nefsimiz, yaşasın cehdimiz!”
Diyen bütün gönüldaşlar, taşlı elleri ve yaş’lı cehdleriyle katılmalıdır.
Evvela gönüldaşlar katılmalıdır ki, sonra hep birlikte bütün müminleri buyur edebilelim...