Zalim Amerika'dan, Zalim İran'a Hayat Öpücüğü!

Yazan: 15 Ocak 2020 6553

 KASIM 2019'DA İRAN KARIŞIKLIKLARI

Kasım ayında İran, iyice kasılmıştı. Benzin fiyatlarına yapılan zam vesilesiyle çıkan ve günlerce süren gösterilerde, hayat pahalılığını değil de, İran rejimini hedef alan sloganlar atıldı:

"Rıza Şah, ruhun şad!"WhatsApp Image 2020 01 12 at 15.44.03

Başkent Tahran, Şiraz, Tebriz, Meşhed, Bircend, İsfahan, Urumiye derken, 30 İran şehri bu sloganlarla çalkalandı. Kamu binaları ateşe verildi, güvenlik güçlerine saldırıldı, yüzlerce kişi öldü. İran rejiminin muhafaza aleti Devrim Muhafızları'na ait binalar bile saldırılan ve yakılan yerler arasındaydı. İran Şia rejimi için, birkaç ay sonra, Şubat 2020 yılında gerçekleşecek parlamento seçimlerine bu şartlarda gitmek, kuyuya ipsiz inmek gibi bir durum doğurabilirdi. Ortadoğu'da Şii hilâlleri, dolunayları oluşturmak için dışına doğru iyice serpilen rejimin, ciddi ekonomik buhranlar sebebiyle içi bulanmaktaydı.WhatsApp Image 2020 01 12 at 15.44.04

Şu sese kulak verin:

-İçimde nizamsız guruldayan ve rejim muhalifi olan bir kısım halk, ya bu seçimlerde halkın diğer kısmından da paylar kaptıktan sonra kaynamak ve istifra şartlarına erdikten sonra rejimimizin yüzüne kusmak imkânına ererse?

Bu bir Molla kâbusudur ve genelde son birkaç yıldır, özeldeyse son birkaç aydır İran'da uğuldayıp durmaktadır. İşte tam da böyle bir vaziyette Amerika, İran rejimini bu kabustan uyandıran bir hayat öpücüğünü yüzüne konduruverdi. Hem de bir suikastla…

 

SÜLEYMANÎ SUİKASTI

Bu suikastın kısa hikâyesi şöyle:WhatsApp Image 2020 01 12 at 16.51.06

3 Ocak 2020… Tahran'dan kalkan bir uçak Şam'a konuyor. İçindeki yolcusu, Şam'dan Beyrut'a gidiyor. Orada Hizbullah lideri Nasrallah'la görüşüyor. Toplantı sonrası yeniden Şam'a dönüyor ve sonra gene havayoluyla Bağdat'a… Ve işte; göçmen leylekler gibi ama yırtıcı bir akbaba vasfıyla yüzlerce, binlerce kez izlediği yol bu kimse için, Bağdat Havalimanı çıkışında sona eriyor. Ama komple…

Ömrünün toplam manzarası, Ortadoğu'da geometrik Şiî hâkimiyetleri tesis etmek ve bu uğurda Sünni kırlangıçları kitle kitle parçalamakla tenazur eden bu akbaba, İran Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü ordusunun komutanı General Kasım Süleymanî'den başkası değildir ve Şiî İran rejimiyle beraber kendisinin füruatta kaldığı akbabalığın, nassı mesabesindeki Amerika akbabasının pençesine gelmiştir!

Üç adet katyuşa füzesi ve bom! Üç hamleli akbaba pençesi ve cart!

Kasım Süleymanî'ye pençe ama İran rejimine hayat öpücüğü!

Akbabalığın, hain ve sinsi tabiatına muttali olmayanların asla anlayamayacakları bir husus… Bu sebeple bu tipler, akbaba kanadında bit magazinciliği yapmaktan öteye geçemiyorlar ve bu hadise, arkasındaki hakikatle beraber daima akbaba borsasını yükseltmeye devam ediyor…

Sahanın, herkesten kalabalık ama mazlum kırlangıçlarını düşünen kim? Kırlangıçlar bile, idraklerindeki iğdiş sebebiyle düşündükçe kırlangıçlar değil, akbabalar abad oluyor…

Az sonra, Kasım Süleymanî'nin öldürülmesine giden süreci ve sonrasını, sergilenen şeytanî tiradı göstermek için kısaca anlatacağız… Öncesinde hadiseye fikrî bir röntgen çekmemiz şart…

 

KUDÜS GÜCÜ İÇİN SUAL: BU NE RAHATLIK?WhatsApp Image 2020 01 12 at 16.51.08

İran Devrim Muhafızları ve ona bağlı Kudüs gücü… Bu gücün, aslında nasıl da İran rejiminden çok, daha büyük, başka ve saklı bir gücün emrinde olduğunu anlamak için karmaşık değil, basit düşünelim…

Özetin özeti halinde; buyurun:

İran Şia devrimi, "İslam İnkılâbı" ambalajıyla 1979'da… Devrimi, İran'da "Devrim Muhafızları" koruyacak… Peki ya devrimi İran dışına kim pazarlayacak? İşte o pazarlamacı güç, Devrim Muhafızları'na bağlı, Kudüs Gücü… Kasım Süleymanî ise 1997'den beri işte bu Kudüs Gücü'nün başında… Hani İran'ın bu yandan "Büyük Şeytan Amerika" diye höykürdüğü bir potporisi var ya… Bu potporinin, Yahudi nuskasının "Abrakadabra"sı gibi, ne kadar içi boş bir efsun cümlesi olduğunu anlamak için şöyle bir özdeyiş kuralım:

Türkiye, Suriye savaşı boyunca bir kamyon unu Suriye'deki mazlumlara ulaştırmak için bile kırk dereden su, kırk değirmenden un getirmek durumunda kalıyor ve hatta Türkmenlere namuslarını korumaları için silah göndermeye kalktığında da, Amerika uşağı FETÖ hainleri tarafından bu durum canlı yayında, hem de "Türkiye İşid'e silah gönderiyor!" diye ifşa ediliyordu değil mi?

Oysa Kudüs Gücü ve vesilesiyle başındaki Kasım Süleymanî, Afganistan'dan Yemen'e, Lübnan'dan Libya'ya, Somali'den Suriye'ye kadar her yerde, hem de İran'a bağlı resmi bir ordu ve resmi bir yetkili vasfıyla 1997'den beri halt karıştırıyor, buralarda terör örgütleri kuruyor, bunlara eylemler yaptırıyor, bu eylemler aracılığıyla İran rejimine alan açıyor… Haşdi Şabi, Hizbullah, Bedir Tugayları, Husiler ve İslam coğrafyasına yayılı daha onlarca örgüt… Şiî yayılmacılığı ekseninde öttürülen bu senfonyanın şefliği İran rejiminde ve baton çubuğu da bizzat Kasım Süleymanî'nin elinde… 1979'dan 1997'ye ve 1997'den 2020'ye kadar böyle… İran rejimi genelinde 41 yıl, Kasım Süleymanî özelinde 23 yıldır, vaziyet aynen böyle yürüyor ve Türkiye'nin sınır ötesine battaniye ve un yardımına bile kırk dikiz atan Amerika ve Batı, bu faaliyetlere göz yumuyor.

Hayal edebiliyor musunuz ve sonra, iman ve itikadınıza bağlanmış bir işgil halinde "Niye?" diye sorabiliyor musunuz?

 

"BÜYÜKSÜN ŞEYTAN AMERİKA!"

Devlet gücüyle, on binlerce kişiyi istihbarat, suikast ve saha savaşı için Tahran ve Şiraz'da, Şiîlik donanımı içinse Kum'da eğiten ve İslam dünyasına sırf Sünnî Müslümanlar aleyhine gönderen Kudüs Gücü'nün, İran'daki merkezi, 1979'da İranlı öğrencilerce işgal edilen ve içerisindeki 52 Amerikalının rehin tutulduğu Tahran'daki ABD Büyükelçiliği binası… 1997'den beri başta ABD, herkes de bilmektedir ki Süleymanî, "Ortadoğu'yu parmağında oynatan adam" tiltiyle volta vurmakta ve tam 23 yıl boyunca ona tek bir kimse bile bu sahada omuz atmamaktaydı. Kasım Süleymanî şahsında gezen bu kişi aslında İran dinî lideri Hamaney ve Hamaney şahsında gezen kişi de, bir kişi değil de, bir kadro ve insanî form kökü halinde İbn-i Sebe'den başkası değil…

Ya insanî olmayan form kökünde kim var? Cevap verelim: Bütün kökleri kendinde toplayıcı vasfıyla Şeytan!12341234

İran'da "Büyük Şeytan Amerika" diye bağırılırken aslında bunun manası, ezoterik bir hakikat halinde şudur:

"Büyüksün Şeytan ve büyüksün Amerika!"

 

ŞİA'NIN KADİM İSLAM DÜŞMANLIĞI


Şia'nın İslam düşmanlığı, handiyse İslam tarihine eş bir zaman aralığı belirtir. Saklı ve sinsi bir perdeden yürütülen ve kâfirlere tek fiske atmamaktan başka, Müslümanlara da ölüm kusmaktan ibaret bu kirli tarihin geçmişini bir kenara bırakalım ve onu kabaca ifşa için yakın zamana ait birkaç enstantane aktaralım:WhatsApp Image 2020 01 12 at 16.51.10

Şiî İran rejimi, batısındaki Afganistan'da güçlenen Sünnî Taliban'dan nefret ediyordu. Amerika, 2001 yılında 11 Eylül saldırılarının sorumlusu olarak El-Kaide'yi ilân edip de, Afganistan'a saldıracağını belli edince, İran'da atılan "Büyük Şeytan Amerika!" sloganının batınî manası tecelliye geldi ve İran "Büyüksün Amerika!" yollu bir heyecanla soluğu Cenevre'de aldı. İranlı diplomatların, Amerikalı diplomatların önüne yaydığı haritada, Taliban'dan başka Afganistan'daki bütün Sünnî mücahit gruplara ait üs ve kampların koordinat bilgileri vardı ve İranlı diplomatlar Amerika'dan açıkça, bu hedeflerin bombalanmasını istemekteydiler. İşte ABD adına görüşmede hazır bulunan diplomat Ryan Crocker'ın, bu görüşmeye dair beyanatından bir parça:

"İran heyeti, bu görüşmelerde talimatı doğrudan Kasım Süleymanî'den alıyordu!"

Yani Hamaney'den… Yani Şeytan'dan…

Peki, bu talimat nasıl tecelliye geldi? Şöyle:

Amerika Afganistan'ı işgal etti. Sünnî Taliban'ı geriletip, Şiî İran'ı rahatlattı. Hal böyleyken 2002'de ABD Başkanı George Bush'un dili İran'ı "şer eksenindeki ülke" olarak damgaladı. Bunun da batınî manası "Şer eksenindeki şerrî ve kardeş ülkemsin!"den başka şey değildi. Böyle olmasaydı, 2003'teki Irak işgali öncesinde gene İran, Irak'ın bütün koordinat bilgilerini Amerika ile paylaşır mıydı? Bu işin de kontrol makamında, Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymanî vardı!

Saddam'ın Irak'ında, Şiî İran rejimi nefes alamıyordu ama Amerika, İran desteğiyle Irak'ı işgal ettikten sonra adeta Irak'ı bir İran kenti eyledi ve İran'a teslim etti.

Bir misalle düşünün; Irak'ta birçok bakanlık koltuğuna oturan ve hatta 2014 yılında vekâleten Irak Savunma Bakanlığına atanan Hadi El- Amiri, İran-Irak savaşında İran saflarında olarak Irak'a, yani kendi ülkesine karşı savaşmış biridir!

Yani kelimenin tam manasıyla İran, nefes alamadığı Irak'ı ABD himmetiyle kendisi için bir oksijen tüpü olarak kucağında bulmuştu!

Irak'ta, İran tarafından kurulan ve Kasım Süleymanî eliyle koordine edilen Mehdi Ordusu, Hizbullah Tugayı, Bedir Tugayları, Asaib Ehlel Hak ve daha birçok Şiî örgüt, Amerika'ya adeta üzerinde "Büyüksün Şeytan Amerika!" yazılı bir peçete tutmuş ve Amerika bu peçetenin tersine "Irak sizindir!" yazarak onlara bahşişlerini deklare etmişti!

Artık İran için yıllar boyunca Irak, Nuri El-Malikî gibi dingil başbakanlarını da atadığı bir İran kentiydi!

Zaten İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinecad, Afganistan ve Irak saldırılarında Amerika ile birlikte hareket ettiklerini bizzat açıklamadı mı? Amerika'ya, dostluklarına tam karşılık alamadıklarını beyan ve gönül koymak sadedinde yaptığı bu konuşma ortada… Ya da gene İran'ın eski Cumhurbaşkanlarından Hatemî ve şimdiki Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, ABD'ye Afganistan ve Irak'ı işgalinde destek verdiklerini, hatta ABD ile beraber ortak savaş masası kurduklarını görüntülü kayıtlarda açık açık anlatmıyorlar mı? Ya da İran Dışişleri Bakan yardımcısı Hüseyin, aynen şöyle demedi mi:

"ABD ile mesajlaşıyoruz, Suriye'de Esat giderse, İsrail'in güvenliği risk altına girecektir…"

Ya da ya da ya da… Uzatabiliriz… Bütün bunları duyduktan sonra halâ İran'da İslamî hassasiyet vehmetmek, kişinin İslamî hassasiyet cihazının bozulduğunu göstermez de, neyi gösterir?

Hele hele Afganistan ve Irak'tan sonra Suriye'de yaşananlara bakıp da, halâ bu vehimde olanlara ne demeli?

İşte Suriye! İşte Kasım Süleymanî koordinasyonuyla yapılan Sünnî katliamları! İşte Kasım Süleymanî'ye "Halep Kasabı" lakabını telkip eden aleni vahşet! İşte, Afganistan'dan Lübnan'a, Fatimiyyun Tugayı'ndan Hizbullah'a, Kasım Süleymanî'nin, Sünni Müslümanların namusuna ganimetçi vasfıyla davet ettiği Şiiler ve onların, köy meydanlarında tecavüz ettikten sonra öldürdüğü on binlerce Müslüman kadın! İşte şişme ve plastik kadından farksız, şişme ve plastik bir ABD örgütü olan İşid'e karşı birlik ayağına, Musul'a Amerikan askerleri ve zırhlıları ile kol kola giren Kasım Süleymanî ve işte orada sevap kazanmak ve sayısını eksiltmek kastına yaptığı Sünnî katliamları!

Türkiye'de, hala Kemalizm'den kalma felçli halleriyle "devlet" ve muhafazakârlık-dindarlık şavtı kırılmış nice ferdiyle "millet", İran'ın bütün bu ülkelerde İslamî hassasiyet güttüğünü düşünüyor! Oysa zalimler zalimi Amerika eliyle Plüton'a gönderilmeden evvel, zalimler maşası zalim Kasım Süleymanî'ye kabaca bir nazar etselerdi, onun, saklı da değil, Kum medreselerinde alenen verdiği seminerlerinin sesini duyabilirlerdi:

"Bugün, İran'ın zafer ya da yenilgisi artık Mihran veya Hürremşehir'de belirlenmiyor. Sınırlarımız genişledi. Mısır, Irak, Lübnan ve Suriye'de zafere şahitlik etmek zorundayız. Bütün bu gelişmeler İslam Devrimi'nin meyveleridir…"

İran, rejimini alenen ihraç ediyor ve Türkiye'yi bir asırdır "Yurtta da sus, cihanda da sus!" diye patronaj altına alanlar bu durumu onlarca yıldır, sadece seyrediyor… Kasım Süleymanî'nin, Amerika eliyle Plüton'a gönderilmesi ise, bu sessizliği bozmak manasına yapılan bir şey değil, cızırdamaya başlayan bu sessizliği, daha uzun zaman sessizce yürütülebilir bir ayara çekmek için…

İşte bakınız:

Dört günde belki dört bin kilometrelik mesafe kat ettirildiği halde Süleymanî'nin parçalanmış cesedi halâ defnedilmedi! İran'da rejim, bu cenaze vesilesiyle pekleşiyor, gövde gösterisi yapıyor, daha birkaç ay evvel "Rıza Şah, ruhun şad!" diye slogan atan ve kendisine baş kaldıran vatandaşlarını "Ölüm sana Amerika!" diye bağırttırıyor ve Şubat ayındaki seçimlere, İran rejimi lehine bir hava estirerek giriyor…

Daha neler neler… Amerika, karizma yükseltiyor, Suriye vesilesiyle şeytanlığı görünen İran, şeytanlığına taze peçeler asıyor, Kasım Süleymanî'nin, İran iç siyasetinde oluşturacağı olası akort bozukluklarının bu suikastle önüne geçiliyor vesair…

Bir taşla, birden fazla kuş vuran bu defa avcılar değildir, bir taşla, birden fazla emeline tecelli istikameti açan bizzat Şeytan'dır… Büyük Şeytan Amerika atıyor, "Büyüksün Şeytan Amerika!" diyen İran tutuyor ve "Atam tutam ben seni! Şekere katam ben seni" diye sevgiyle çekilen bu film, ABD muadili her devrin Büyük Şeytanları ile İran muadili her devrin Şiî devletleri eliyle, bin yılı aşkındır gösterimde tutuluyor. Temessüllümüzü dayadığımız türkü "Akşama baban gelende, önüne atam ben seni!" diye devam ediyor ama mücerret şeytanlığın "Batı ve Şia" arasında en başından beri sürdürülen martavalın gelen kimsesi Şeytan, şekere katan cenahı Batı, şekere katılan şeker oğlanı da Şia oluyor!

Bunu görebilense, türkü sevici kulağı olanlar değil, Öz Muhammedî İslam'ı görücü gözü halâ çıkarılmamış olanlar… İmanî ve itikadî gözü çıkarılmış, kafasız, ahmak, fikirsiz, sünepe ve olmasa da olur cinsinden dindarlıkların esnafı kimselerse, kör halleriyle her dem yaygaradalar:

"Hepimiz kardeşiz! Mezheplerin hepsi bizim!"WhatsApp Image 2020 01 12 at 16.11.23

Eşşekler! Yok yok! Eşşek bile olsalardı, Pers-Fars-İran sırtlanına toynak uzatmaktan çekinir, can havliyle hiç olmazsa ona çitme atarlardı! Eşşek bile olamayan halleriyle onlar, pençeleri toprağa gömülmüş aslan mesabesindeki Ehl-i Sünnet için yük torbası olmaktan başka şey değiller. Yük torbaları ki; aslanın tarafındalar güya ama aslana yük olurken, sırtlanlık cenahından yük alıyorlar…

 

İKİ YAHUDİ: TARSUSLU PAVLUS VE YEMENLİ İBN-İ SEBE

Tarsuslu Yahudi Pavlus, Hak İsevîliğe dadandı ve onu bozdu. İslam'a ise Allah Resulü'nden sonra Yemenli Yahudi İbn-i Sebe dadandı. Fakat Allah Resulü, Peygamberler Peygamberi vasfıyla aynı zamanda Son Peygamber olduklarından, İbn-i Sebe İslam'ı bütün hakikatiyle bozamadı. Ama İslam içinde daima İslam aleyhine işleyecek bir dalalet diyalektiği oluşturdu.

İbn-i Sebe, Hicaz'da Hicrî 30 yılından evvel başladığı şeytanî dolanış turunu, Basra, Küfe ve Şam'a uğratmış, buralardan kovulunca da yılmamış, o devir için Şeytanî fitne tohumlarına en uygun fidelik konumundaki Mısır'a geçmiş, Hz. Osman'ın şahadetiyle sonuçlanacak fitne hareketinin kazanını bizzat kaynatmıştır. Bu devreler boyunca da İbn-i Sebe ve güttüğü kalabalıklara verilen isim, "Ali taraftarları" manasına şudur:

"ŞİA-I ALİ"

Pavlus, Hz. İsa'dan sonra Hz. İsa'yı Allah oğulluğu-tanrılık makamına itmiş ve oluşturduğu Hristiyanlığın sahte Peygamberlik makamına kurulmuştu. İbn-i Sebe de, Hz. Ali'nin bizzat karşısına geçti ve:

"Ey Ali! Sen Allah'sın!"

Diyerek O'nu tanrılık makamına itmeye kalktı. Hz. Ali'nin, elinden sürgünle ancak kurtulan bu Yahudi çıfıt, gene de durmadı, Hz. Osman devrinde başladığı şeytanî dalalet işçiliğine Hz. Ali devrinden sonra da devam etti ve kendisinden sadır olacak bin başlı bir sapıklığı mayalandırıp durdu. Şiilikteki "velayet", "ricat", "vesayet" sapkınlıklarını ve dahi Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Aişe ve diğer Ashaba sövmek geleneğini bu dönemde o örgüleştirdi. Hz. Ali'nin sürgün ettiği Medayin'de, Hz. Ali'nin Küfe'deki şahadet haberini aldığında da, kendi dalalet tenceresine kapağını vurur gibi şöyle söyledi:

"Hayır! O, ölmedi! Onun öldürüldüğünü ispat eden 70 kişi getirsen ya da paket içinde onun beynini önüme bıraksan gene de onun ölmediğini ve öldürülmediğini biliriz! O, bütün yerküresine hâkim olmadan da ölmez! Çünkü onun bir kısmı ilahtır! İbn-i Mülcem'in öldürdüğü Ali değildir! İbn-i Mülcem, O'nun suretine giren Şeytan'ı öldürmüştür! Ali bulutlar arasında! Gök gürültüsü onun sesi, şimşekler onun kamçısıdır! Ve tekrar geri dönecektir!"

Samiri'den Azra'ya, Pavlus'tan İbn-i Sebe'ye, Şeytan'ın kumandanlığındaki kadronun tabiat ve huy hamulesinin hep aynı teknede yoğrulduğunu anlamak için dikkat buyurun:

Tarsuslu Yahudi Pavlus, gerçekte çarmıha gerilmemiş, öldürülmemiş ve ancak yerine Allah'ın kendisine benzettiği başka biri öldürülen Babasız Hak Peygamber Hz. İsa için:

"Çarmıha gerildi ve öldürüldü!"

Derken, Yemenli Yahudi İbn-i Sebe, gerçekte öldürülerek şehit edilen Hz. Ali için:

"Öldürülmedi! Ona benzetilen başka biri öldürüldü!"

Demiştir! Anlayın, tersinden ve düzünden, hakikati zıt istikametine doğru tersine çevirmek hokkabazlığı, Şeytanî bir baz hilesidir!

Ah! Ne zaman anlayacağız:

Şia ve onu temessüle getiren şu kadar devlet ve şu kadar organizasyon, İslam içre bir ters çevriliş parçasıdır! Parça ki; ur gibi içimizde ve bu ur, kendisini bünyesinden bir parça gibi gören ahmakların yüzünden aslımızın neşterine değil de, astarımızın noterine sunuluyor ve orada kanadıkça, bizi kanatıyor!

Toptan görüldüğü gün, piçliği toptan ortaya çıkacak şeytanî bir heyula karşısındayız, bu yüzdendir ki bu heyula için saklanmak; var olmakla aynı şey ve bu yüzdendir ki, tüm hakikatiyle onun varlığını görmek, onu toptan yok edebilmenin elzem şartıdır…

 

İBN-İ SEBE'DEN SONRASI: HEP DÜŞMANLIK

İbn-i Sebe'den sonrasına bakın:

İbn-i Sebe, çatallı dilini Hz. Ali etrafında gezindirmişti, 9. asırdaysa Abdullah bin Meymun, Hz. Ali'nin 4. göbekten torunu Cafer-i Sadık'ın oğlu İsmail etrafında… Onun, Mecusîliği İslam'a hamletmek yoluyla ortaya çıkardığı İsmailî-Batınî sapıklığı tam 270 yıl "Karamita Devleti" tiltiyle İslam dünyasına kan kusturdu. Yıllar boyunca yolları kestiler, Sünnî hacıları kılıçtan geçirdiler ve hatta Hacer'ül Esved'i Kâbe'deki yerinden söküp Basra'ya götürdüler… Bu kadarı, küfre İslam içre taşeronluk müessesesi olan Şia'nın, sapıklık ve zulümdeki peşrevidir sadece…kuzu postunda kurt

İşte 10. asır ve işte İran kökenli Şii Büveyhoğulları… Ve işte onların Bağdat'ı ele geçirdikten sonra, Sünni Müslümanlara orada reva gördükleri zulüm… Abbasi Halifesi Müstekfî'nin gözlerine mil çekmeleri ve Halifelik kurumunu oyuncakları haline getirmeleri… Sürdürülen bu pislik, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in Bağdat'a girmesine kadar sürdü.

İşte 11. asır ve Bağdat'a Şia zulmünü sonlandırmak için giren Tuğrul Bey'e karşılık, Bağdat'a yüz binlerce Müslümanı katletmek için giren putperest Moğol hükümdarı ve yanında teşvikçi ve veziri mesabesindeki Şiî Nasıruddin Tusî ve dahi, Bağdat'ı Moğollara içinden satan Şii Vezir El-Alkamî… Abbasi Halifesi'nin veziri iken Moğol Hükümdarı'na gene O'nun namına giden ama Moğol Hükümdarı ile anlaşmış olduğu halde döndüğünde Halife ile beraber Bağdat'ı da Moğol hükümdarına satan Şii Vezir Alkamî, Bağdat'ı adeta İslamî ve irfanî verimleri açısından haritadan sildirdi!

İşte aynı denaet kaynağından fışkıran Hasan Sabbah ve Haşhaşîler ve işte onların düşmanlık kutbunda yer alan Büyük Selçuklular… Büyük Selçuklular, İslam'ı ve Müslümanları Batı'ya-Haçlılar'a karşı savunurlarken, Hasan Sabbah ve Haşhaşîler sadece Büyük Selçuklular'a düşmanlık ettiler. Nizamül Mülk başta, Selçuklu'nun nice devlet ve ilim adamı Haşhaşî suikastlarında can verdi.

İşte Kuzey Afrika'da teşekküle gelen Şii Fatımîler, işte onların Selçuklular'a karşı Haçlılarla birlik oluşları… 1. Haçlı seferinde (1096) Kudüs'ün kapılarını Haçlılara açanlar ve 70.000 kişinin boğazlanmasına sebep olanlar, onlar… Haçlılar Antakya Kalesi önlerine vardığında, Şii Başveziri El-Efdal liderliğinde Fatımî elçilik heyeti hediyelerle geliyor, Haçlı komutanına sağlık, sıhhat ve nailiyet diliyor ve sonra Haçlılara şu teklifte bulunuyor:

"Suriye'yi pay edelim, Beyrut Kuzeyindeki Köpek Nehri'de bizim kuzey sınırımız olsun!"

11. asırdan 21. asıra bir hat çekin, Şii İran'ın, Suriye'yi pay etmek için yüz binlerce Sünni'yi kâfirlerle beraber öldürdüğünü görün ve Şiîlik içindeki Şeytanlığın, her devrin yürütücü irade makamı olduğunu kavrayın!

İşte 16. asır ve işte bu asırdan itibaren İslam'ın Batı'ya karşı mümessilliğini yapan Osmanlı'ya musallat Şii Safevîler… Kadim Pers putçuluğuna soluk bir İslam sıvası çekilmesiyle oluşan Şia'nın, Şah İsmail şahsında Osmanlı'ya musallat belası, Vatikan'la bile Osmanlı aleyhine birlik oluştururken, feraset ve cesaretiyle Yavuz Sultan Selim'dir ki, bu belayı def etti ve Tebriz'in başına gelenin, Sivas'ın, Ankara'nın, İstanbul'un ve dahi topyekûn Anadolu'nun başına gelmesine engel oldu… O Tebriz ki; Şah İsmail onu ele alana kadar Sünni bir Türk şehriydi, orada Şeyhayn'a (Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer) alenen küfretmeyenler katledildi ve kalanlar kılıç zoruyla Şiîleştirildi.

Ve işte bugüne bakın ve İslam'ın tek bir devletle dahi temsil edilmediği bir dünyada, Şia'nın İran şahsında devlet cürmüyle Ortadoğu'da serbestçe volta attığını görün…

Bugün Ortadoğu'da yaşanan kaos ve kargaşa iki ana kolon üzerinde yükselir… İlki; başta Amerika, Batılı ülkelerin saldırı ve türlü kılıflarla işgalleri… İlk kolon bu… İkinci kolon ise Şii İran'ın her Ortadoğu ülkesine mezhebini empoze etmek kaynaklı giriştiği açık ve örtülü müdahaleleri… Afganistan, Irak ve Suriye'de yaşananlar taze ve ortada… Akla burada Hz. Ömer'e atfen söylenen bir söz gelir:

"Keşke aramızda ateşten hendekler olsaydı da, İran'ı fethetmeseydim!"

Bütün versiyonlarıyla fethedilmiş İran'dan Mecusîlik ve Perslilik duygusuyla hortlayan Şii devlet ve müesseselerine bakın, varlık gayesi olarak tarih boyunca sadece Müslümanlarla savaşmış olduklarını görün ve anlayın:

-Şia, her devirde Hakk'ı nişanlamanın füze bataryasıdır!

Pavlus fışkırtması Haçlılarla, İbn-i Sebe fırlatması Şiiler arasındaki ilinti görülmedikçe, bu füze bataryasından Hakk'a doğru daha çok madde ve mana füzesi ateşlenecektir…

 

SUİKASTE GİDEN SÜREÇ-TİYATRO

Füze ateşlemesi derken, az evvel vaad ettiğimiz hususu, yani Kasım Süleymanî'nin öldürülmesine giden süreci ve sonrasını kısaca gösterelim. İşte sergilenen şeytanî tirad ve bu tiradın teks kâğıdında yazanların tarafımızca çıkarılmış iskeleti:

2020 yılı… İran, ABD ve İsrail için seçim yılı... 21 Şubat 2020 İran parlamento seçimleri… 3 Kasım 2020, ABD Başkanlık seçimi… Ve Şubat 2020'de hükümet kurulamazsa, İsrail'de seçime gidilecek… Yani bu üçlü için 2020 yılı, seçim yılı olacak… Trump'un aksadığı, Netanyahu'nun topalladığı, Hamaney'in afalladığı bir anda, seçim yılı…

27 Aralık 2019… Amerika'nın Kerkük'teki bir askeri üssüne İran yanlılarınca düzenlenen bir füze saldırısı… Bir Amerikalı sözleşmeli personel öldü…

29 Aralık 2019… Amerika, İran'a yakınlığıyla bilinen Iraklı Şii milis gücü Haşdi Şabi fraksiyonlarından Ketaib Hizbullah'ın Irak ve Suriye'deki üslerine hava saldırısı düzenledi. 28 kişi öldü…

1 Ocak 2020… Ketaib Hizbullah militanlarının cenazesinden dönen Haşdi Şabi taraftarları, ABD'nin Bağdat Büyükelçiliğini bastı, duvarlara sanki de bir sonraki hamleyi göstermek üzere "Rehberimiz Hamaney, liderimiz Süleymanî" gibi yazılar yazıldı.

3 Ocak 2020… ABD, Bağdat Havalimanı çıkışında Kasım Süleymanî'yi bombalı bir saldırıyla öldürdü.

İkişer gün arayla yaşan bu hadiseler üzerine, İran'dan intikam sesleri yükseldi, bu arada Kasım Süleymanî'nin cenazesi şehir şehir tam 5 gün gezdirildi, hatta yaşanan izdihamda 56 kişi can verdi.

8 Ocak 2020… Bütün dünya, Hamaney'in ağzından bizzat dillendirilen intikam için dikkat kesilmişti ki; İran Devrim Muhafızları, Irak'taki ABD ve koalisyon askerlerinin konuşlandırıldığı El Esad ile Erbil üslerine balistik füzelerle saldırdı. Yapılan resmi açıklamada 80 ABD askerinin öldürüldüğü duyuruldu ve eklendi:

-İntikamımızı fazlasıyla aldık ve ABD ile savaşmak emelinde değiliz…

9 Ocak 2020… Saldırıyı doğrulayan Trump "Sabah görüşürüz!" gibi bir pişkinlik gösterdikten sonra kameraların karşısına geçti ve ABD'nin bu saldırılarda tek bir ölü ve yaralı vermediğini söyledi. Onun da eklediği şu oldu:

-İran'la savaşmak emelinde değiliz… Yaptırımları arttıracağız…

Ara yerde bir de Irak Başbakanı Adil Abdulmehdi konuştu:

"İran'ın, ABD üslerine saldıracağı haberini önceden aldık ve bunu Washington'a bildirdik!"

Yani İran, bir kaza olmasın diye "Bir zahmet!" kaydıyla aracı kullanmış, yapacağı saldırıyı ABD'ye duyurmuş ve ABD de, intikamını alsın diye İran için bu üsleri boşaltmıştır!

9 Ocak… Bu yazıyı yazdığımız dakikalarda, daha evvel 80 ABD askerini öldürdüklerini açıklayan İran Devrim Muhafızları Komutanlarından Hacızade'den yeni bir açıklama geldi:

"Yaptığımız saldırılar ABD askeri öldürmeye yönelik değil, ABD teçhizatına zarar vermeye yönelikti!"WhatsApp Image 2020 01 12 at 16.21.45

ABD'nin, sırf PKK-PYD'ye 5000 tırdan fazla askeri teçhizat yardımı yaptığı bir bağlamda bu izahat, tam da faş olmuş bir danışıklı düğüşe tekabül etmekte… Hani Yeşilçam acemiliğiyle faş olan bazı cinayet sahnelerinde olur ya… İran, ABD'yi vururken kan değil, gömlek altına yerleştirilen kan torbası patlayacaktır ama o da olmuyor… ABD, kibir tutulmasıyla "Yandım anam!" bile demiyor ama İran "Hak etmiştin bunu alçak!" diyerek rolünü eksiksiz yerine getiriyor… Tabi karşısındaki artist rolünü eksik icra edince, İran'ın bu eksiksizliği de komik bir eksiklik durumuna düşüyor ve faş olma olayı böylece teşekküle geliyor...

Peki, soruyoruz; 27 Aralık 2019'dan, 9 Ocak 2020'ye kadar geçen yaklaşık iki haftalık süreçte aslında ne oldu ve olanlar kimlere yaradı?

İran, İran'da ve Irak'ta zordaydı, buralarda tesis ettiği rejimler sarsılıyordu ve bu iki hafta içerisinde kendi içinde ve serpildiği sahalarda pekleşti… Düşünün ki; Suriye savaşına kadar İslam'ın yeryüzündeki tek hamisi gibi bir cakanın burcuna yerleştirilmiş İran, Suriye savaşı vesilesiyle aslî suretindeki sırtlanlığı ifşa olduğundan, bu burçtan düşmekteydi, ona uzanacak bir ele ihtiyaç vardı ve işte ABD ile arasında karşılıklı cilveleşme şeklinde cereyan eden bu hadiseyle İran'ın yardımına, bir el olarak değilse de, bir fil hortumu halinde ABD yetişti…

Hadiseyi bir de tersinden, ABD'de Mesih'in, İsrail'de de Meşiah'ın gelişini hızlandırmak derdindeki Evangelistler ve Siyonistler açısından düşünecek olursanız; bu Şeytanî sac ayağı manzarasında sahte Mehdi köpürtücüsü İran'la beraber, üçünün de kazandığını görürsünüz…

Daha ne olsun; ABD, Irak ve Suriye'den çekilmek vaadinde bulunmuştu, çekilmekten vazgeçmişti ve işte iki haftalık bu şeytanî tiradla beraber ABD, tek bir kayıp vermeden buralardan çekilmeyeceğini deklare etmekten başka, buralara bir de NATO'yu daha aktif rol almak üzere davet etti. İran şen, ABD şen, İsrail şen…

 

DİKKAT!

Bir şeye dikkat çekelim:

Biz işin kriminal tarafında değiliz ve Komiser Kolombo gibi lokal ve polisiye ifşaatlar yapmıyoruz. Bu manada misal, ABD ile İran arasında, İran'ın yarısını yok edecek bir çarpışma yaşansa bile son terkipte gene şu kıymet hükmüne varırız:

-Demek, tarihî Şia misyonunun devamı için İran'ın bir yarısını yok etmek gerekmiştir!

Tıpkı Kasım Süleymanî'nin yok edilmesine gerek duyulması gibi… Zira bunu bize hem tarih söylüyor, hem de Şia'nın varlık nazariyesi… Bu nazariye öyle bir kurulmuştur ki; son terkipte muhakkak İslam'ın aleyhine ve küfrün lehine bir vaziyet çıkarıyor… Yani Şia sonradan bozulmuyor, kurulurken bozuk… Bozmak üzere kuruluyor…

O yüzden, ABD ve İsrail ile İran arasındaki her hırlaşmada, bize dönüp:

"Hani İran-Şia hiç kâfirlerle savaşmamıştı?!"

Diye eşeklik etmenin âlemi yok… Biz, Şia'nın, tarihî ve varlık sebebine dayanan tabiî sinsiliğini göstermeye çalışıyoruz, bunlar, krema köpüğünden ve sunî sinsiliklerle bizi bastıracaklarını zannediyorlar…

Eşek hikemiyatı işte!

 

SİNSİ EMEL

Allah'ın bir hikmeti olarak; çevirdiği bütün fırıldaklar ve ettiği bütün ihanetlere rağmen Şiîler, Müslümanlık içerisinde tarih boyunca daima yüzde on kalmışlar… Her devir Şeytan ve her devrin Amerikası, böyleyken bile Şiîlerin Müslümanlar aleyhine yedikleri haltlara bakıyor ve hesap yapıyorlar:

-Bu yüzde onu, yüzden, yirmiye, otuza, kırka bir çıkarsak, İslam'ın başını Şiîlik zaten yiyecek…

Kuran'ın değiştiğine inanan, Hz. Ebubekir'i, Hz. Ömer'i, Hz. Aişe'yi bir iman esası olarak kâfir gören, hatta birkaçı hariç bütün Sahabîleri dinden dönmüş gösteren, böylece Allah Resulü'nü, etrafındaki bütün kadro kâfirleşmiş olarak dolaylı yollardan hedefe oturtan Şia, bu haliyle zaten İslam'ın başını yemeye odaklanmış bir dalalet canavarı değil midir?

-Peygamberimiz görevini tam yapmış olsaydı, yani Allah'ın kendisinden sonra Ali'yi vasî tayin ettiğini Sahabîsinden çekinmeyip açıklamış olsaydı, İslam dünyası bugün bu kargaşa içinde olmazdı!

Bu mealde bir cümleyi kuran, Şiî İran'ı kuran Humeynî'den başkası değildir!

Allah Resulü'ne, bizce dolaylı değil de, doğrudan hakarete tahsisli bu mantık zaten, Şiîliğin üzerinde durduğu varlık temelidir. Bu temel olmazsa, zaten Şia da olmaz… Şia var ise eğer, ondan sadır olan ve yükselen kurdelalı bütün katlar, bilinsin ki bu temel üzerinde yükselmektedir…

 

"MEZHEP KAVGASI" DEĞİL, "HAK İLE BATIL" KAVGASI

"One Minute" ile başlayan süreçle beraber, Türkiye, "Yurtta sus, cihanda da sus" prangasından sıyrılıp da, tarihî misyonuna uygun olarak İslam dünyasına hamilik etmeye başlayınca, Şiî İran rejimi ve ona yol veren Batı dünyası kudurdu.

İran, tarihî misyonuna uygun olarak ABD ile anlaştı ve İslam âlemine liderlik makamını iyice inhisarına geçirdikten sonra Türkiye'yi silmeye söz verdi. Tarihî misyon diyoruz da, boşa mı diyoruz:

Şiî Safevî Şahı İsmail de, Papa X. Leon ile anlaşmış ve İslam alemine liderlik eden Osmanlı'yı silmeye söz vermişti! O dönem Allah'tan, daha Trabzon'daki şehzadeliği zamanında Şia denaetini gören ve Erzincan'a doğru yaptığı akınlarla Şia'yı tokatlayan Yavuz Sultan Selim vardı da, İstanbul'dan babası Sultan Beyazıd'dan "Teksir-i Adâ'ya tahammülümüz yoktur!" (Düşmanın çoğaltılmasına tahammülümüz yoktur!) diye fırça mektupları almasına rağmen durmamış, Padişahlığa doğru yürüyüşünü bu belanın temelinde istikametlendirmiş, Padişah olunca da Çaldıran'da bu denaete şiddetli bir tokat atmıştı. Bu tokat ki; Yavuz Sultan Selim'in değil ama bir kısım ordu mensubunun dirayetsizliği sebebiyle tamamına erdirilmemişse de, onun vesilesiyle bugün Anadolu'da halâ Müslüman vardır!

Maziye kırk defa dönseniz, bu hususta göreceğiniz şey aynıdır…

İşte başka misal:

1096… Müslüman Türkler, İznik'i ele geçirince Papa II. Urban çağrıda bulundu, Clermont Konsili toplandı ve "Kutsal toprakları kurtarma" çağrısı yapıldı… Kudüs'deki Kıyamet Kilisesi'ne varacaklar ve orada "Kutsal Hacı" olacaklardı. İlk Haçlı seferi böyle başladı, evvela İznik düştü ve sonra, Şiî Fatımîlerin Haçlılara yardımıyla Kudüs elden çıktı.

Şia, İslam'da, sembol konfetisi ve imaj simi yapabileceği her şeyde bitiveren güvedir ve İslam'da has patiskadan kumaşlık belirten bütün kıymetleri kemirmekten başka varlık gayesi de yoktur!

Bu güveyi bu kumaştan uzak tutacak naftalinse, İslamî iman ve itikatın usaresi mevkiindeki Ehl-i Sünnet anlayışından başkası değil…

Ehl-i Sünnet ki; çoğu ahmak onu bir mezhep zanneder, Şia'ya takılan "mezhep" etiketine de kandıktan sonra, ikisi arasındaki cedele "mezhep kavgası" diye bakar, böylece zokayı daha baştan yutar!

Küfrün zokasını yutmamış gerçek ve derin müminler için Şia vesilesiyle zuhura gelen her karışıklık, "mezhep kavgası" değil, "hak ile batıl" kavgasıdır!

Bu hakikati belletmek de, bu kavganın hak namına hasrından…

 

TAM YAVUZ DEĞİLİZ AMA TAM ŞAH İSMAİL'LER!

Ah ah… Halâ Kemalizm patronajındaki Türkiye, tam Yavuz olamazken, İran Şia Cumhuriyeti, kontra destekleriyle her devrin Papası ve her devrin Amerikası da arkasında, tam bir Şah İsmail'dir…WhatsApp Image 2020 01 12 at 16.21.44

Ayağımıza bağlı taş ile denizdeyiz, bu halle hem boğulmamaya, hem de dünyanın denizde boğulmak üzere olan mazlumlarına yetişmeye çalışıyoruz… İran'a kırk kere Şah İsmail olma hakkı tanıyan modern dünya, Türkiye'ye hakikatte tek kez Yavuz olmak hakkını ne diye tanımıyor dersiniz?

Yavuz olmak mı? Köprüye ismini koymak için bile aylarca ne yaygaralar dinledik, ne ürümelere şahit olduk… Yavuz'un payitahtı, İstanbul'da hem de!

 

MİLLİ (!) GÖRÜŞ AYNI HALT ÜZRE…

Dalalet faresi, itikat kilerine bir kere girerse, bir daha çıkarması çok zor olur… Efkâr-ı umumiyeye bakıyoruz da, neler neler görüyoruz… Şiî olmadığı halde Şiîliğe borazan olmaktan başka şey yapmayan biri konuşuyor:

"1979'da Humeynî'yi taşıyan uçak İran'a giderken, zarar görmesin diye sabaha kadar salat-ı tefriciye okuduk… Pişmanım…"

Bakmayın siz pişman olduğuna, fikirsiz olunca pişmanlık bile perişanlıktır ki; aynı kafa "Aman mezhep kavgasına gelmeyelim!" diye borazanlığa devam ediyor…

Nicesi 1979'da İrancı kesilirken, Büyük Doğu Mütefekkiri 1979 Haziran'ında Milli Görüş'ü ve Erbakan'ı uyarıyor:

"Milli Selamet Partisi, yeni ve vicdan kusturucu bir taktik peşindedir. Şiiliği tutma ve göklere çıkarma taktiği... Aralarında ve basın organlarında Şiiliği İslâm'ın en saf ve en emin mezhebi görmeye kadar gidenler vardır. Talimat, herhalde Hoca'dan..." (ŞİİLİK ve MSP başlığıyla Rapor-5'te)

İşte bakıyoruz; Milli Görüş'ün televizyonunda Kasım Süleymanî'nin ölümü vesilesiyle bir program düzenleniyor ve İran borazanı bir tipi tip burada aynen şöyle konuşuyor:

"15 Temmuz darbe kalkışmasında Kasım Süleymanî Amerika'ya 'Benim göğsümü ezip geçmedikçe Türkiye'de emeline ulaşamayacaksın!' dedi ve gerekeni yaptı!"

Oysa aynı gece, Devrim Muhafızları Ordusu'nun Suriye'deki güçleri "Mel'un Türkiye Devletinin düştüğünü kutluyoruz!" diye havaya ateş açmış ve darbenin başarıya ulaştığını zannederek kutlama yapmışlardı…

Peki biz sadece bu görüntülere bakarak mı bu kanaate erdik? Tabi ki hayır…

Suriye'de Türkiye'nin karşısında kim var? İran… Kasım Süleymanî'nin, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ sorununda, Ermenistan'ı tuttuğunu herkes biliyor… Mısır'da Sisi'yi tutan İran… Afganistan'dan Libya'ya, Türkiye ne diyor ve ne yapıyorsa tam tersi minvalde istikamet tutan İran… İran'daki madrabaz Mollaların, vaazlarında İran rejimini kutsamak ve İranlıyı gaza getirmek için en çok başvurduğu retorik şudur:

"Osmanlı hilâlini kırdık… Şimdi Ortadoğu'ya Şii dolunayını doğuruyoruz!"

Yahu Kasım Süleymanî'nin, Türkiye'nin güneyinde bir Şiî koridoru kurmak istediğini, bu hamleyle aynı zamanda Türkiye'nin Arap coğrafyasıyla bağını kesmek istediğini, bunun için de PKK-PYD ile anlaştığını ve icabı doğduğunda bölgede yardımlaştığını, bu konuyla ilgili herkes biliyor. Ama dangalak kalkmış, paçoz bir edebiyat ve hitabet yaygarasıyla Kasım Süleymanî'nin Amerika'ya karşı Türkiye için göğsünü siper ettiğini anlatıyor! Nerede? Milli Görüş'ün televizyon kanalında… Yani İran rejimi, 1979'dan beri süregelen "Milli Görüş eliyle Türkiye'ye ihraç" faaliyetini yürütüyor. Yani Kasım Süleymanî'nin, silahla tüm İslam ülkelerinde yaptığını, gazetecilik tiltiyle televizyondan yapıyor!

Türkiye'nin tam bir Yavuz Sultan Selim olamayışına karşılık, İran'ın tam bir Şah İsmail avantajıyla hareket etmesine tipik bir misal… Siz, İran'daki bir televizyondan, tek cümle çapında da olsa Osmanlı propagandası yapan bir gazeteci hayal edebilir misiniz? Yahu Sünnîlerin, İran'da namaz kılacakları bir camileri bile yok… Çünkü orada, Tebriz'de halkı camilere toplayan ve Şeyhayn'a küfretmeyenleri cami içinde katlettiren Şah İsmail'in Şiî rejimi tam hakim… Ama Türkiye'de Müslümanların hukukunu tam manasıyla koruyan bir Osmanlı rejimi maatteessüf yok… Bırakın bunu, Osmanlı'yı müdafaayı, Osmanlı düşmanı Kemalizm'e buğz ile beraber yürütürseniz, başınız devletle belaya bile giriyor!

Yani Kemalizmi içimizden tam ihraç etmeden, adalet ve saadete vesile olsun diye dünyaya tam manasıyla Osmanlı ihraç edemeyeceğiz, edemeyeceğimiz gibi dışarıdan bize daha çok şey ihraç edilecek…

 

TÜRKİYE'DEKİ İRAN BORAZANLARI SUSTURULMALI!

Yavuz Sultan Selim'e, katliamcı diyerek öz yurdunda boğmaya çalışırlar… Oysa O'nun döneminde, Şah İsmail'le yazışan Turgutoğlu Musa adlı bir Karaman sipahisi bile, ihaneti vesikalandırıldığı halde öldürülmemiş… İhanet mektubu 1512'de yazılmış…

Hadise kısaca şu:

Şah İsmail, mektup yoluyla bir Osmanlı sipahisine talimat veriyor ve gelecek emirlerini beklemesini söylüyor! Bu haliyle mektup, bugün Topkapı Sarayı'nda duruyor… 1516 tarihli Tımar defterlerindeyse, Turgutoğlu Musa'nın ismi var… Yani ihaneti üzerinden dört yıl geçmiş, halâ yaşıyor… Mutlaka öldürülmesi gerektiği halde öldürülmemiş… Sultan Yavuz dönemi bu yönüyle, "merhamette ölçüsüzlük" gibi bir yaftayla bile kınanabilecekken, tersine bu dönem ve Sultan Yavuz, Alevilere toplu kıyım yalanıyla damgalanmış… Hatta Sultan Yavuz Hazretlerini çok seven fikirsiz kimseler bile "Ama çok sertmiş!" diye bir kınama kapağıyla beraber yaşarlar… Sevgilerini kaynattıktan sonra, onu buharıyla beraber durultan bir kapak… Oysa "Sevmese daha iyi olur!" cinsinden bu tipler bir yana, Sultan Yavuz, ümmetin din ve namusuna karşı set ve sert olmuş… İşte bu pek anlaşılmaz!

Hal böyleyken, bugün İran Şia rejimi tarafından fonlanan parti, dernek, cemaat, gazeteci, vakıf demeden bütün fert ve kitle organizasyonlarına Türkiye'de hayat hakkı tanınmaması gerektiğini kim anlayacak ve kim icra edecek?!

Teklif etmiyoruz; bir mecburiyet levhası halinde devletin ve milletin şuuruna çakıyoruz:

-Türkiye'de İran rejimi lehine öten bütün borazanlar susturulmalıdır!

Fert ve kitle plânında… Düşünün; içimizde:

"Rehber Hamaney bir gün Ankara'da milyonlara hitap edecek!"

Diye hayal kuran bir dünya dolusu Şia güvesi var… Fikirsiz ve ahmak Sünnilerden devşirilme çoğu… Bu devşirilme durumu için çıfıt bir devlet, devlet gücüyle çalışıyor…

Sağır sultanlar bile duysun:

-Bu akışa dur denilmezse, Türkiye'nin, Kemalizme rağmen halâ bütünlüğünü koruyan has ekmeklik kumaşı, bu güvelerce kemirilip yok edilecek…

Yavuz Sultan Selim, devrinde haykırıyordu, duymadılar… Allah'tan Osmanlı icra ve istikamet rotası duymayanların değil de, duyurmaya çalışanın elleriyle belirlendi.

Şimdi biz de böyle bir manayla haykırıyoruz:

-Türkiye'yi, Türkiye'yi yok edeceklerini düşündükleri gün için şimdiden civatalarından sessiz sedasız sökmeye çalışan bu ifritlere, hakiki bir devlet besmelesi çekiniz! Besmele Devleti olunuz ve ifritleri kovunuz!

 

GERÇEK TEHDİT: KUZEYDEKİ ASLAN

Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır ve Suudî Arabistan… Başlarında birer ABD-İsrail köpeği bulunan üç sünepe ülke… BAE ve Suudî Arabistan, Türkiye'nin ABD-İsrail ile arası bozulunca, Türkiye ile aralarını bozdular ve sahipleri namına Türkiye'ye ürümeye başladılar. Mısır'dan da zaten Şehid Muhammed Mursî'yi bir darbeyle deviren Sisi, bu ürüme orkestrasına gönüllü müdahil… BAE ve Suudî Arabistan, kronik ve "olmasa daha iyi olur" cinsinden İran düşmanı… Gerçekte ABD, İsrail ve İran'ı, besleyen bir düşmanlık bu… ABD, bu petrol obezi ve danası tiplere ara ara İran'ı gösteriyor ve bunlardan milyarlarca dolar sağıyor. Yedek kulübesinde bekletilen feyk düşmanlar yani… İran'ı bir gün terbiye etmek gerekirse bunları, bunları terbiye etmek gerekirse İran'ı kullanacaklar icabında…

Şuraya geleceğiz:

2019 yılı başında BAE finosu, Suudî Arabistan devesi ve Mısır timsahı, İran ve Türkiye'ye karşı strateji geliştirmek için Körfez çiftliğinde buluşuyorlar. Fino, deve ve timsah… Hım hım da hım hım, hım hım da hım hım…

"Ne yapacağız, ne edeceğiz?"

Bütün bu homurtu yaygarası arasından bir ses, hem de "hayvan güden hayvan" edalı bir tonda yükseliyor:

"İran'ın gücü kırılgan, gerçek tehdit Türkiye'den geliyor!"

Bu ses, kime ait biliyor musunuz? Bu toplantının katılımcılarından Mossad Başkanı Cohen'e… Tasması, yuları ve bataklığı kendi inhisarında bulunan fino, deve ve timsaha, tilki ayarı gibi bir şey… Zira tilki, kaplan kaplamalı İran'ın aslında inhisarlarında olan bir tavuk olduğunu biliyor ve asıl korkusunu, düşmüş de olsa Türkiye aslanı üzerine teksif ediyor. Zira bilinçaltları, elleriyle tahrif ettikleri kitaplarından itibaren bunu icbar ediyor:

"Ey sizler, Yahuda (Telaviv) halkı ve Yeruşalim'de (Kudüs) yaşayanlar… Kendinizi RAB'be adayın… Bunu engelleyen her şeyi yüreğinizden uzaklaştırın. Yoksa yaptığınız kötülüklerden ötürü öfkem ateş gibi yağacak, her şeyi yiyip bitirecek… Ve söndüren olmayacak."

Yahuda'da duyurun, Yeruşalim'de ilan edin… 'Ülkede boru çalın!' deyin… 'Toplanın!' diye haykırın,

'Surlu kentlere kaçalım!' Siyon'a giden yolu gösteren bir işaret koyun! Güvenliğiniz için kaçın! Durmayın! ÜZERİNİZE KUZEYDEN FELAKET, BÜYÜK YIKIM GETİRMEK ÜZEREYİM." ASLAN İNİNDEN ÇIKTI, ulusları yok eden yola koyuldu. Ülkenizi viran etmek için yerinden ayrıldı. Kentleriniz yerle bir edilecek, içlerinde yaşayan kalmayacak…" (Eski Ahit-Yeremya-4 /4-5-6-7)

Bu pasajlar, elbette muharref bir kitaptan… İçinde belki tek bir nokta bile sahih değil… Bunu bilemeyiz… Bu pasajlardan, ümit ve kehanet de devşiremeyiz… Ama Yahudi'nin bilinçaltını ortaya dökmesi açısından önemli… Bu bilinçaltını, Yemenli Yahudi İbn-i Sebe'den itibaren Yahudi'nin Şia üzerindeki kontrol hakkı ve tarihi hakikatlerle birleştirirseniz, Yahudi'nin, tam bir Şah İsmail cürmündeki İran'dan değil, "tam Yavuzlaşmış bir Türkiye"den korktuğunu da görürsünüz… Mossad Başkanı'nın "İran, kırılgan!" demesi, "İran, kıvırtgan!" demesiyle aynı şey… Kıvırtgan! Zaten inanışlarında onlara tam bir dalalet dansözü gibi hareket etme kabiliyeti veren ve ismine "takiyye" denilen bir iman şartı var. Ama bu kıvırtganlık, diş ve tırnaklarını sadece Müslümanlar karşısında ortaya çıkarır ve işletir. Küfür ve kâfir karşısında değil… Zira bu safhada işlemez… İşletim sistemine sahip olunan bir uçak veya teknolojik herhangi bir silah, nasıl sahip olanına karşı işlemez, bunun gibi… Ve dahi Mossad Başkanı'nın "Gerçek tehdit Türkiye'den geliyor!" demesi de, Türkiye'de, Haçlı-Yahudi bloğuna karşı mukavemet gösterecek potansiyelin var olmasından… Ama potansiyel halinde, bunun aktüalite olmasını istemiyorlar. Kemalizm denen ufunet, bu milletin başına bir zebellahi gibi bu sebeple dikildi. Tebriz'den Kahire'ye, İslam'ı kendi içinde düzene koyacak Yavuz potansiyelinin, aktüalite karşılığının kendileri için ölüm olduğunu biliyorlar. Yavuz Sultan Selim Hazretleri, devrinde bu iç düzeni sırf Batı'yla topyekûn hesaplaşmak için halletti ama ömrü vefa etmeyince Batı'ya yönelemedi. Bugün Türkiye, bu safhanın da çok gerisinde… Hani cepheyi fikir hattımızın en gerisinden kuruyorlar ki; fiilî cephede mesafe kat edemeyelim… Türkiye'de fikirsiz dindarlık, Şia için kardeşlik türküleri söyledikçe zaten, içimizdeki Yavuz, içimizin zindanında mahpus kalacak ve bu mahpusluk, tam da Mossad başkanının ifade ettiği üzere ABD-İsrail'e yarayacak…

Bu dediklerimizi kimse yabana atmasın… Bugün ülkeyi yöneten iktidar, Fetullah Gülen hakkında da çeyrek asırdan fazla iyimser ve yardımseverdi! Bu dönem boyunca CIA köpeği bu pisliğin ne idüğünü anlatıp durduk ama bu sebeple hapis dâhil, tam bir tecride tabi tutulduk… İşte şimdi de; İran ve Şia konusunda, hem de felsefî-tarihî-itikadî bir derinlikte gerekçe ve delillerini de sunarak dikkat çekiyoruz:

-İran'a sempati duyan her bir kimse veya kuruluşu, Türkiye'de ajanlık faaliyeti yürüten bir kimse ve kuruluş olarak kodlayıp şutlamazsanız, kendi modelinde tecelliye gelecek bir "15 Temmuz"a daha hazır olunuz!

 

ŞİA: Hz. ÖMER'DEN KAÇAN ŞEYTAN!     

Şia, sahtekârdır, Yahudi gibi saklambaç ustasıdır. Birkaçı dışında bütün Sahabî kadrosu dahil, hassaten Hz. Ömer'den nefret etmek, Şia'nın temel rükünlerindendir. Şia, bunu saklamaz ama sebebini saklar! Hz. Ömer'den, Hz. Fatıma'nın güya kırılan kaburgaları için nefret etmiş gibi yapar ama aslında bu nefretin gerçek sebebi, Sasanî Kisrasının ele geçirilen ve parçalanan altın tacıdır!

Şia, İran fatihi Hz. Ömer'i, İslam'ı İran'a getiren adam olarak tebcil ve takdis etmesi gerekirken, Mecusîliği İran'dan silen adam olarak tahkir eder. Büyük İskender, Hz. Ömer'den asırlar evvel İran'ı ele geçirmiştir ama Şia, Büyük İskender'den nefret etmek yerine O'na muhabbet besler. Çünkü Büyük İskender, Pers inancına dokunmamıştır! Oysa İran'da Hz. Ömer'i şehit eden pislik Mecusî Ebu Lülü'ye afilisinden bir türbe bile dikilmiştir! İşte İmam Suyutî'nin aktardığı bir Hadisle Hz. Ömer'in ne idüğü:

"Gökte bir melek bulunmasın ki, Ömer'e saygı duymasın, yeryüzünde bir şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın!"

Şia tabiatındaki şeytanlıktır ki; Hz. Ömer'e nefret şeklinde tecelliye gelmiştir. Sahih bir Hadisin delaletiyle Hz. Ömer, Şeytan'ın yolda kendisini görünce yolunu değiştirdiğidir ama işte aynı Hz. Ömer, İran'da bugün için devlet resmî şeytanıdır! (haşa)

Bunun manası şudur: Şeytan, İran'da kaçılan değil, makbul görülen bir mahlûktur! Bu sebeple Batı'daki şeytanî güçlerle her devir kanlı tiyatrolar çevirmekte, İslam kalesinin kapısını, içerideki hain vasfıyla düşmana açmaktadır.

Tekraren; bütün milli idrake zerk edilmesi gereken şu hakikati kaydediyoruz:

-İran, Şeytan'ın "elde var bir"idir!

Amerika'nın, İsrail'in, Avrupa'nın, Rusya'nın… Cennetten kovulan patronun ve onun patronajı altında çalışan bütün Şeytanların…

 

HEP YALAN, HEP ÇARPITMA

Kasım Süleymanî öldürüldüğünde, İran Cumhurbaşkanı Ruhanî ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan telefonda bir görüşme gerçekleştirdi. İran'ın Türkiye Büyükelçiliği bu hadiseyi naklederken, Recep Tayyip Erdoğan'ın Kasım Süleymanî için "şehit", Hamaney için "Rehber" dediğini duyurdu. Oysa bu koskocaman bir yalandı. Resmi ağızdan ve Şiiliğin tabiatına uygun olarak söylenen bu yalanı, Türkiye kamuoyuna manipüle etmek namına kasıtla söylenmişti. Türk tarafı, "ismini açıklamayan" tilti ve "taze gelin" vasfıyla bu iddiaları yalanladı… İran, Türkiye kamuoyu açıkça zihnî bir operasyon çekerken, Türkiye, şiddetle bu yalanı faş etmesi gerekirken, utangaç utangaç reddetti! Türkiye'nin bu nakıs tavrı bir yana, biz İran'ın habis tavrına bakalım:

2012'ye dönelim… İran-Fars haber ajansı, Mısır devlet başkanı Muhammed Mursî ile yapmadığı bir röportajı yayınlamış ve oradan kendilerine sıcak mesajlar verdirmişti… Muhammed Mursî, 30 Temmuz 2012'de Mısır Cumhurbaşkanı seçildiğinde İran O'nu selamlamıştı. Muhammed Mursi, bundan sadece bir ay sonra Bağıntısızlar Hareketi zirvesi için Tahran'daydı. Konuşmasına Allah Resulü'nden başka, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'ye salât ve selamla başladı. Ancak İran televizyonu, şeytanî bir sansürle Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın ismini tercüme etmedi. Diplomatik öküzlük doğuran bu iman öksüzlüğü bir kenara, Mursî'nin "Suriye ve Filistin halkı, özgürlüğe ve adalete ulaşmak için mücadele ediyor!" şeklindeki cümlesi de İran Devlet Televizyonu tarafından aynen şöyle çevrildi:

"Bahreyn ve Filistin halkı, özgürlüğe ve adalete ulaşmak için mücadele ediyor…"

Aradan bir sene geçmeden Mısır'da darbe oldu. İran, Dışişleri Bakan Yardımcısı Abdullahiyan'ı darbeci Sisi'nin yemin törenine gönderdi!

Hak yoldan refuze olmuşluk manasına "rafızî" değil de, o yola hiç girmemişlik manasıyla "iblislik" belirten vasfıyla Şiilik, 6 yıl Mısır zindanlarında tutulduktan sonra şehit edilerek tahliye edilen Muhammed Mursî'nin ölümünü de İran Efkâr-ı umumiyesinde, misilsiz bir küfür pişkinliğiyle şöyle karşılamış ve memnuniyet belirtmişti:

"ABD ile iş tutmasının karşılığı bu!"

Emin olun; ümmet kan ağlarken ciğeri yağ bağlayan Şia'ya nispet edildiğinde, mahalle yanarken saçını tarayan orospu, gözünüze muhakkak, kırk katmanlı bir namus ve duyar abidesi gibi görünecektir!

 

ZALİMLER, ZALİMLERE MUSALLAT

3 Ocak… Kasım Süleymanî'nin Amerika tarafından vurulması… 8 ölü…

7 Ocak… Kasım Süleymanî'nin sünnet çocuğu gibi şehir şehir gezdirilen cenazesi vesilesiyle çıkan izdiham… 56 ölü, 213 yaralı…

8 Ocak ilk saatler… İran'ın, Irak'taki Amerika üslerine saldırması… Acem yalanının, 80 Amerika askerinin öldüğü şeklinde atılması ve ama hakikatin hemen ortaya çıkması… Sıfır ölü, sıfır yaralı…

8 Ocak sabaha karşı… Tahran'dan Ukrayna'nın başkenti Kiev'e gitmek üzere havalanan bir yolcu uçağının düşmesi… 176 ölü…

Şimdi dikkat: Düşen uçağın enkazı, teamüllere aykırı olarak dozerlerle ansızın kaldırılıyor ve bu hadiseyle ilgili İran'dan resmî açıklama geliyor:

"Uçak teknik arıza sebebiyle düştü!"

Ama bir açıklama da Amerika'dan geliyor:

"Uçağı İran'ın kendisi vurmuş olabilir!"

11 Ocak… Uçağın düşüşünden üç gün sonra İran'ın bu yolcu uçağını füze ile yanlışlıkla vurduğunu açıklaması…

Amerika'dan "mış gibisinden" intikam almak için boş üslere füze atmaktan başka, Acem oyununun bir icabı olarak 80 Amerika askerini öldürdüğünü de açıklayan İran, ettiği sakarlık attığı yalanı gölgelemesin diye uçağı yanlışlıkla vurduğunu hemen değil, üç gün sonra açıklıyor!

Acemîlik edeyim derken acemilik eden, böylece ettiği acemilikle Acemliğine gölge düşüren İran…

Yalanı, bir iman gereği olarak ıslıkla söyleyen yılan, İran…

Palanı, tabii hainliği gereği küfür tarafından vurulan eşek, İran…

Plânı, zalimliği gereği gene işbirliği yaptığı zalimlerce sekteye uğratılan tilki, İran…

Tevekkeli dememiş Allah'ın Resulü:

"Allah, bir zalimle işbirliği yapana aynı zalimi musallat eder!"

Ve Kâinat Sahibi, şu hükmü haşa boşa koymamış:

"İşte biz, işledikleri günahlardan ötürü, zalimlerden kimini, kimine musallat ederiz…" (Enam-129)

Abd-İsrail-Batı, menfaatleri mucibince ve daima Öz Muhammedî İslam aleyhine İran'a alan açar ve İran, dalaletler dalaleti tüttüren rafıziliğini tahakkuk için ABD-İsrail-Batı'ya alan açar…

Sırtlan, geyiği yakalayıp parçalar ve bekleşen akbabaya da gaga hakkını verir ama akbaba şımarıp da geyik ölüsü üzerine kanatlarından sofra açmaya kalkınca bu defa sırtlan hırlar ve icabında akbabayı dişler, tırmalar ama öldürmez!

İslam dünyasına dışından musallat ABD-İsrail-Batı sırtlanı ile İslam dünyasına içinden musallat İran akbabası arasında kaotik gibi duran nispet ilişkisi aslında çok basittir ve bu şekildedir!

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi