İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Etrafı açık bir otobüs durağına yaklaşır, çatısı altına az sarkar ve orada sigara içerseniz, ceza yersiniz. Çünkü etrafı açık da olsa, otobüs duraklarında sigara içmek kanunla yasaklanmıştır. Hem de haklı olarak… Burada, alkışa şayanlık bir durum olduğunu herkes kabul eder mi, eder…
Amma… Bir bu haklı yasağa bakarsınız, bir de bu yasağı koyan devlete ve tam, sigara içmeyeni, içenden korumaya matuf ve insan sağlığını esas tutmaya amade bu yasağı koyan devlete “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın!” ilkesinden asalet payı verecek olursunuz, Türkiye manzarasından inikas eden bir el size doğru uzanır, gırtlağınızı sıkar ve siz daha ne olduğunu anlamaya çalışırken gaipten bir ses kulağınıza:
“Ne insanı, ne devleti oğlum! Bana doğmayan güneş kimseye doğmasın!”
Diye fısıldar. Böyle fısıldar çünkü o, insanımız içinden çıkan ve devletimiz tepesine yerleşen sefil bir kalitesizliğin teşahhus etmiş halidir ve esasında fiilî devlet de odur! Mücerret plânın daima gaibe karışık halli devleti değil de, müşahhas plânın vatan varlıklarına daima çatal kaşık yollu dalan fiilî devleti, hakikaten ondan başkası değildir!
Otobüs durağındaki sigara yasağıyla bir nevi, tek tek tavukları tek tek horoz saldırısından korumak için çiftçilik merhamet ve mahareti gösteren ama buna rağmen, köyün bütün kanatlılarını toplu kırıma uğratmak isteyen tilki çetelerine karşı müsamahakâr davranan ve hatta onlarla aynı sofraya oturan çiftçi de, gene odur!
Millete dün CHP içinden nanik yapan, bugün aynı millete Ak Parti ve MHP içinden pis pis sırıtan, ve dahi nanik yapmak üzere yarın gene CHP’ye duhul edecek olan hep odur ve bir devr-i teselsül içinde her dem yeniden doğucu ve milleti her dem yeniden boğucu kurnazlığıyla onu, hem de kendi içinde düştüğü tenakuzlarıyla beraber görmek, ancak fikir haysiyetiyle bakan gözlerin harcıdır.
Gözlerinizde fikir haysiyeti varsa mesela, “termik santrallere filtre” mevzuuna bakar, orada kanun yapıcıların asla haysiyet belirtmeyen tenakuzlarını görür ve kendi kendinize:
“Bu ne kalitesizlik!”
Dersiniz? Demez misiniz? Haysiyetli bir fikir tablosu izler gibi değil, çiklet eğlenceliği bir “Tipi Tip” seyreder gibi buyurun bakalım:
Vatandaşın fert fert, başka vatandaşların fert fert üflediği sigara dumanından zehirlenmemesi için kanun yapan ve etrafı açık otobüs duraklarında bile sigara içmeyi yasaklayan Tipi Tip Milletvekili tipi, hale bakın ki; her biri, milyar adet ejderhaya kesintisiz puro içtirip, dumanını da milletin üzerine üfletir gibi zehir üreten 15 termik santralin bacalarında filtre olmaksızın çalışmalarını umursamaz, umursamamak bir yana, her defasında bu santrallere filtre takmaları için verilen süre avanslarını yasayla bizzat kendisi takdim eder, zaman geçer, bunlara verdiği avans tükenir, Meclis’ten yasayla bir ek süre daha çıkarır, böyle böyle üç uzatmayla toplamda yedi yılı bulan süre zarfında bu termik santraller filtresiz zehir saçmaya devam ederler ve vesilesi ile müsamahası hep Tipi Tip Milletvekili tipinin kendisi olur!
Ama yeter mi? Yetmez! Zira alışmış olan, kudurmuş olandan beterdir, ya da Tipi Tip Milletvekili tipinden yüz bulanlar, yüzle yetinmez, bini de isterler!
Bu yedi yıl boyunca, bir de devletten yüz milyonlarca lira teşvik paraları alan 15 adet termik santral, milyonlarca insanı zehirlememek için çevre yatırımı yapmak yerine, bir avuç Tip Tip Milletvekilini memnun etmek yatırımı yaparlar, yedi yıla ek bir iki buçuk yıl daha avans almak için kokuşmuş düzenin çarkını çevirmeye başlarlar ve onların bu çarkı çevirmeye başladıklarını bizler, milletvekillerinin canhıraş bir şekilde yasa teklifi hazırlamaya başlamalarından anlarız!
Evet… Deminden beri mücerret bir “Tipi Tip Milletvekili tipi” üzerinden anlattığımız her şey, kaskatı bir gerçeklik halinde müşahhas milletvekili tiplerine tekabül etmektedir ve bu defa bu tiplemenin içine, 15 Temmuz’dan bu yana devleti ahenkli bir dilemma (!) halinde yöneten Ak Parti ve MHP milletvekilleri girmektedir.
Neler olduğunu özetlemeliyiz:
Bunlar, yani “Ak Partili ve MHP’li” tiltleriyle milletin vekilleri, geçtiğimiz günlerde 15 adet termik santralin, bacalarına filtre takmamak için kullandıkları yedi yıla ek olarak, iki buçuk yıl daha ek süre kullanmaları için bir yasa teklifi hazırladılar, Meclis’te gururla kaldırdıkları elleriyle bu yasayı kabul ettirdiler ve sonra havaya kalkan elleriyle bu muvaffakiyeti coşkuyla da alkışladılar.
Bunlar olurken, iktidar yanlısı televizyonlarda, termik santrallere filtre takılınca harcanacak para ve kaybedilecek zamanda Türkiye’nin neler kaybedileceğine dair hikmetli (!) analizler yapılmaktaydı. Her biri, birer haysiyetsizlik tablosu olarak stüdyo duvarlarına asılan bilbordlar önünde, vatansever (!) haber sunucuları ve uzmanlar, şaka değil, eğer santrallere filtre takılmak zorunda kalınırsa, oluşacak maliyet ve süre kaybı sebebiyle kaç bin konutun ışıksız kalacağını, kaç bin metro seferinin yapılamayacağını, kaç bin işçinin işsiz kalacağını anlatmaktaydılar!
Ortada ne insan sağlığı kalmıştı, ne çevre hassasiyeti! Hele hele, devletin haklı olduğu mevzularda, pijamalı ve sahte çevreciler kadar sesi çıkmayan, poşet mevzuunda memleketi handiyse poşetle yatırıp poşetle kaldıran ve en nihayetinde poşetleri değil, ücretsiz poşetleri kaldıran Çevre Bakanlığı da, çevrede görünmemekteydi!
Üstelik bacası filtresiz bir termik santralin, hayata ölüm kusan bir ejderha olduğunu kendileri dahil, herkes kabul ederken…
Üstelik, filtresiz bacalardan püskürtülen kükürt ve azot oksitlerin, derhal atmosfere karıştığını, orada su partikülleri ve diğer bileşenlerle tepkimeye girerek sülfürik asit ve nitrik asit oluşturduğunu, bu oluşumun da asit yüklü kar ve yağmur şeklinde tabiatı adeta yukarıdan aşağıya bir mitralyöz gibi taradığını, kendileri dahil, herkes kabul ederken…
Üstelik, ormanların, tarım arazilerinin, hayvanların, kaynak sularının bu zehirli mitralyöz sağanağından direkt etkilendiğini, yetmedi, filtresiz bacalarıyla bu termik santrallerin, hayata saldıkları sayısız zehirli gaz, uçucu kül ve toz üzerinden adeta insanların gırtlak ve solunum yollarına eklemlendiğini, bunun da sayısız insan ölümüne yol açtığını, kendileri dahil, herkes kabul ederken…
Hal böyleyken utanmadılar, kanunu Meclis’ten gururla geçirdiler, yedi yıldır bacalarına filtre takmama hakkı tanıdıkları termik santrallere iki buçuk yıl daha filtre takmama hakkını yasalaştırdılar!
Ama gelin görün ki; bu yasanın yürürlüğe girmesi için Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanması gerekmekteydi. Beklenen o idi ki; Genel Başkanı olduğu Ak Parti milletvekillerince hazırlanan yasa teklifini Cumhurbaşkanı Erdoğan da onaylayacaktı… Ama işte öyle olmadı. Erdoğan, ilk kez kullandığı veto yetkisinin balyozunu, termik santrallere iki buçuk yıl daha filtre takmama hakkı tanıyan yasanın başına indirdi!
İşin, fikir haysiyetini yerle yeksan edici safhası da bu andan sonra zuhura geldi. Yasayı hazırlayan Ak Parti ve MHP’li bazı milletvekilleri, hazırlayıp Meclis’ten geçirdikleri yasayı veto ettiği için Cumhurbaşkanı Erdoğan’a teşekkür mesajları yayınlayıp, insan sağlığını önceleyici bu tavrından dolayı onu tebrik ettiler!
Hatırlayın, Ak Parti’de zuhur eden ve varlığı, Erdoğan dahil herkes tarafından kabul edilen sıkıntı, gene Erdoğan tarafından “metal yorgunluğu” diye ifadelendirilmişti. Bize sorarsanız, hastalıklar tablosundan belki de gribe tekabül eden bu ifade aslında yetersizdir ve sıkıntının gerçekte kansere denk düştüğünü ve dahi önlem alınmazsa sonunun ölüm olacağını anlamak için hastalıklar tablosuna değil de, “filtre” vesilesiyle milletvekili kadrosuna bakmak gerekmektedir.
Gelin, uzun uzadıya izahları bir kenara bırakalım ve millete vekil olmak makamına kurulanlar ile onları o makamlara kuran sistemin kalitesizliğini, Yalancı Şahitler Kahvehanesi’nden süzelim…
Hani vaktinde Adliye’nin karşısında bir Yalancı Şahitler Kahvehanesi varmış… Takılanları hep, ekmeğini Adliye’de yalancı şahitlik yaparak kazananlar ya, ismi de oradan… Adamın birinin mahkemesi var… Dava, hep tıkanıyor… Lehine bir şahit olsa, iş çözülecek… Sormuşlar “Yok mudur hiç şahit göstereceğin kimse?” diye… “Yok!” demiş… Sonra akıl vermişler:
-Bak! Adliye’nin karşısında yalancı şahitlerin takıldığı bir kahvehane var. Oraya git… Kime üç kuruş versen, gelir ve lehine şahitlik eder…
Adam, bin tereddütle oraya gitmiş… Kahvehanenin kapısını ezik ezik açmış, içeri girmiş ve sıkılgan sıkılgan:
-Bizim bir alacak verecek davası vardı ama…
Diye seslenmiş… Daha lafı bitmemişken kendisine en yakın masadan biri hiddetle ayağa kalkmış ve avazı çıktığı kadar bağırmış:
-Bak şerefsize! Halâ vermedi mi senden aldığı borcu…
Adam şaşırmış ve gene ezik:
-Yok yok! Borçlu olan taraf benim…
Diye karşılık vermiş… Demin avazla bağıran aynı adam bu defa, aynı hiddet ve kararlılıkla şöyle bağırmış:
-Yahu kardeşim! Kaç kere ödeyeceksin, ödedin ya!
Şimdi söyleyin; Yalancı Şahitler Kahvehanesi’nin parayı verenine göre şahitliğinin yönü değişen yalancı şahit tipi mi daha kalitelidir, yoksa Türkiye’nin, hakikatler hakikatine inanmak ve ona göre pozisyon almak yerine, hakikati Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kanaatine göre dakkasında değişen Tipi Tip Milletvekili tipi mi?
Hadi söyleyin ama ilkinin, yalnızca hususi ve adlî davaların içine ettiğini ve ikincinin, içine edicilik maharetini millî davalar çapına erdirdiğini görün ve hangisinin daha kaliteli olduğunu öyle söyleyin…