İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Konya İmam Hatip Kız Lisesi… Çevresinin dindar vasfıyla tanıdığı bir felsefe öğretmeni düşünün… Evinden çıkarken okumaya başladığı Ayete’l Kürsi, arkasında bıraktığı evi ense kadrajından henüz çıkmadan bitiyor. Sûreyi okumaya odaklandığından, koltuğunun altında tuttuğu kitapları ezdiğini geç fark ediyor ve onları koltuk katından göbek üstü katına indiriyor. Okula yaklaştığında selam konfetileri altında kalıyor, selam veriyor, selam alıyor ve kendisini bir öğretmenden çok, bir baba gibi gören kız öğrencilerinin eşliğinde okuluna giriyor, öğretmenler odasına uğrayıp kitaplarından bazılarını bırakıyor, bazı mesai arkadaşlarıyla hasbihal ediyor, çay içecek vaktinin olup olmadığını kontrol için saatine bakıyor, dudaklarını ters parantez şekline sokup birkaç saniye düşündükten sonra çay içmekten vazgeçiyor, kalan süreyi akşamdan aldığı notlara göz atarak geçiriyor, sonra koridora çıkıyor ve imanda şüphe doğuran adamlardan dizili felsefe silosunu, imanından şüphe duymayan adamlara has bir lisanla anlatmak üzere sınıfına yöneliyor, bu arada okulun avluyu gören pencerelerinden aldığı bir görüntü üzerine düşünüyor, bir İmam Hatip Kız Lisesi’ne bile imamlığa ve hatipliğe yaraşır bir düzen getirilmemesine içleniyor, her birini kendi kızı gördüğü ama öz kızları olmadıklarının şuuruyla mahrem hukukuyla davrandığı öğrencilerinin, mecburî giyindirildikleri eşofmanlarla ortalık yerde mecburen takla attırılmalarına üzülüyor, her bir öğrenci velisini yadına getiriyor, her birinin, kızı ortalık yerde takla atmasın diye tercihini İmam Hatip Lisesi’nden yana kullandıklarını hatırlıyor, hal böyleyken, herkesin rahatsız olduğu bir uygulamadan rahatsız olmayan tek odağın da müşahhas bir kimlik belirtmediğini, mücerret ve habis bir idare ruhu belirttiğini biliyor ve bu sebeple felsefeci olmasından değil, hassas mümin olmasından kinaye telefonun başına geçiyor ve sosyal medyada bazı mesajlar paylaşıyor:
“Din öğretimi, vizyona harcayacağı parayı, illa genç kızları düşünüyorsa kapalı spor salonları yapsınlar…”
Ayrıca O, bir çoğunun pisliğini “Benim kalbim temiz!” perdesi ardına saklayarak işlediği bir bağlamda, kendini de dahil ederek erkeğin erkek, kadının kadın olarak yerine göre ateş ve barut olabileceklerini söylüyor, potansiyel temiz olmak kolpasına yatmıyor, okullarda erkek öğretmenlerle yetişkin kız öğrenciler ve kadın öğretmenlerle yetişkin erkek öğrenciler arasındaki hukukun tam da İslam’ın istediği şekliyle yürütülmesi gerektiğine inanıyor, bir erkek öğretmen için yetişkin kız öğrencilerin, hayal ötesi bir çıplaklık modası ile hazırlanmış kıyafetlerle karşılarında takla atmasını, bazı ayrobik hareketleri yapmasını “günaha davetiye” çıkaran şeyler nevinden işaretliyor, bu günaha gönüllü iştirak eden kart zamparaların aksine, eğer bu günahta gözü olsa aleyhinde sözü olmayacağı gerçeğiyle beraber itiraz ediyor ama itirazını dillendirecek müşahhas bir muhatap olmadığından, bunu şişeye yazılıp denize bırakılan notlar gibi gene sosyal medyada yazıyor.
Bafra Kapalı Cezaevi… Cinsel taciz ve hırsızlık da dahil, birçok suçtan 30,5 sene hüküm giyinmiş ve tam 19 hapishane değiştirmiş bir mahkûm düşünün… Az evvel yıkadığı tencerelerini mazgal tavlasına tek tek koyuyor, içleri dolduruldukça her birini oradan çekiyor, sonra kendisi de oradan çekilip devlet kesesinden ısmarlanan yemeklerle içini dolduruyor, geğiriyor, dişlerini ve sonra burnunu karıştırıyor, göbeğini kaşırken gazetesinin magazin sayfasındaki hatunlarla bir miktar halleşiyor, sonra avlu boşluğunda bir miktar dolanıyor, olmadı televizyona dadanıyor, sıkılıp geri avluya düşüyor, kafasını kaldırarak dikenli tel çerçeveli gökyüzü manzarasına bakıyor, boynu ağrıyınca seyri kesiyor, bu defa gene daima plastik masası üzerinde bıraktığı sigarasından tellendirmek için içeri giriyor, girmişken sigarasını masasında oturarak içiyor, sigarasının dumanı içeriden avluya doğru sıvışırken o, apış arasına sıkışmış pijamasını parmak maşasıyla tutup çekiyor ve ciğerine duman, apış arasına hava dolarken, masası üzerinde duran boş dilekçe kâğıdı ve kalemden, vatanın salahı için bir şeyler yapmak ilhamı alıyor ve yazıya “Konya Cumhuriyet Savcılığı’na” diye başlıyor…
Hakkın ifası manasına müşahhas bir kimliği bulunmayan ve milletin içi mektuplu şişelerine, sırtı kabuklu deniz kaplumbağaları gibi umursuz yaklaşan devlet, hakkın ilgası manasına hemen müşahhas bir kimlik ediniyor ve barutuna ateş değmiş gibi infilaka geçiyor.
İşte buyurun:
Devlet evvela, Milli Eğitim Bakanlığı suretini takınıyor, yukarıda bahsettiğimiz Ercan Harmancı isimli Felsefe öğretmenini, sosyal medyada paylaştığı mesajları yüzünden Aralık 2017’de açığa alıyor ve birkaç ay sonra da öğretmenlik mesleğinden ihraç ediyor!
Ve sonra devlet bu defa, Konya Cumhuriyet Başsavcılığı suretini takınıyor, Bafra Cezaevi’ndeki hırsız ve cinsel taciz hükümlüsünün ettiği şikâyeti işleme koyuyor ve sosyal medyada paylaştığı mesajları için Ercan Harmancı’ya soruşturma açıyor!
Şimdi söyleyin; kendisini şahsen tanımadığımız ve bütün hikâyesini basından ve hakkında açılmış soruşturma tutanaklarından bildiğimiz Ercan Harmancı’nın, öğretmenlik mesleğine layık görülmeyen tarafı nedir? Kız öğrencilerin, hem de ailelerince öğrenimleri için İmam Hatip Lisesi tercih edilmiş halleriyle daha mahrem şartlarda öğrenim görmelerini istemek, suç mudur, Ercan Harmancı bu isteği uğrunda silahlı bir ayaklanma mı başlatmıştır, ya da eşofmanlı kızların üzerine kezzap mı püskürtmüştür, ya da bir Celalî ayaklanmasının iplik başını mı tutmuştur, ya da edasında bir Çerkez Ethem vakıası mı tüttürmüştür, ya da Samson gibi eline bir çene kemiği mi geçirmiştir, ya da Spartaküs gibi kölelere özgürlük vesvesesi mi vermiştir, ne yapmıştır?
Biz kaydedelim; bunlardan hiçbiri olmamıştır, Ercan Harmancı, hepi topu bu mevzuya has görüşlerini kimseyi tehdit etmeden ve kimseciklere hakaret etmeden sosyal medyada paylaşmıştır!
Hal böyleyken, gerçekte tabiatının zulasında tastamam bir Ebu Cehil, büsbütün bir Ebu Leheb, boylu boyunca bir Makaryos taşıyan rejim, mesela “inanılmaz güzel bacakları” olduğunu söylediği kız öğrencisini, daha yakından dikizlemek için bahane ürettiğini ve yaklaşarak bacaklarına doyana kadar baktığını, hem de milyonlarca insana televizyon ekranından ballandıra ballandıra anlatan Allahsız Profesör Celal Şengör’e, hem de kendi pisliğiyle gıdalanan bu Allahsız İstanbul Teknik Üniversitesi’nde görevliyken sadece tebessüm eder ve bilhassa rıza kucağına oturtur, mesele öz Muhammedî İslam’a dair bir şey olunca ise muruzunu çatar, yetmezse omuz vurup fiilen çatar, o da yetmezse cinaî bir kasıtla tüfeğini çatar ve en nihayetinde Allah Resulü’nün, ruhaniyetiyle devlet olmadığı beldelerde böylesi rejimler, başlarında kim olursa olsun, sadece Allah Resulü’ne “Ne dediyse o!” sırrıyla bağlı bulunanları gadre uğratır!
İnsan nefsine kota koyup, ruhunu hür kılacak devlet de, insan nefsini zıvanadan çıkarıp, ruhunu zindanlara tıkmış rejimin elinden bîzardır ve gaiptir!
Ve derin ve gerçek müminler, veremin gösterilip sıtmaya razı edilmesine eş, devleti gösterip kendisini rejime razı edenlerin elinden bîzardır ve gariptir!