İdlip: Son Kale

Yazan: 02 Eylül 2019 5621

Müminlerin Suriye’de zalim idareye karşı başlattıkları kıyam, her an daha da kötüleşen vaziyetiyle dokuzuncu yılına girdi. Başlarda, Suriye’nin yüzde yetmişlik kısmı muhaliflerin elindeydi. Bugün için ellerinde kalan bölge, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından alınan Azez, El Bab, Cerablus ve Afrin gibi bölgeler de dahil, Suriye’nin sadece yüzde dokuzluk kısmına tekabül ediyor. Sayalım: Halep, Münbiç, Haseke, Süleyman Şah Türbesi, Türkmendağı, Humus, Guta, Dera, Hama… Ayaklardan başa doğru yavaş yavaş ilerleyen bir ölüm soğukluğuyla, tek tek hepsi elden çıktı. Suriye kıyamının 2019 Ağustos’u itibariyle canıysa, bir gırtlak mesabesindeki İdlip’te karar kılmış vaziyette… Can, dönecekse buradan dönecek, çıkacaksa buradan çıkacak!

İdlib, bütün muhaliflerin çekile çekile kendisinde toplaştıkları bir son kale mevkiinde ve boğuk nefeslerinden çıkan buğular ensesinde, Ortodoks Hristiyan, Şiî ve Nusayrî teslisi tarafından kuşatılmış vaziyettedir… Rusya, İran ve Esed’in Baas rejimi tarafından… Saadet günlerinde bir buçuk milyon kişinin yaşadığı İdlib’de nüfus bugün, 4 milyona yakın… Güneş sızmaz bir gürlük belirten haliyle bitki örtüsü de adeta, çürümüş mülteci çadırlarından ibaret… Dağlar, tepeler, vadiler çadırlarla dolu… Kırk yıldır, sırf Müslüman olduğu için zulmedilen bir halk, zulme karşı başkaldırmış olmanın faturasını, başını vererek ödemek zorunda bırakılıyor… Bu halkın baş selametine teminat bir tek Türkiye var ama onun da bu mesele yüzünden başı fena halde sıkışmış vaziyette… Böyle giderse, İdlib’de sıkılan gırtlağın nefes kesiklikleri, Ankara’nın serin ikliminde de tecellisini gösterecek ve belki de politik bir zatüre şeklinde dışa vuracak…

İdlib müdafaasını, halâ bir dış siyaset mevzuu gören devlet algısı, daha şimdiden zatüre zaten… Kuyruğu, kaplan ve aslan tarafından ısırılmış bir geyik, “Hepi topu bir kuyruk!” tarzında bir rahatlığa gark ise kıçından başına kadar toptan bir ölüm arkına girmiş demektir…

Rus ayısı, İran çakalı ve Türkiye kurdu, Suriye savaşının sonlandırmak için 2017 Ocak’ında Astana Süreci’ni başlattı. Yaklaşık 16 aylık bir süreç içerisinde de Astana’da tam dokuz kez toplandılar. Bu toplantılarda ayı, çakal ve kurt, yılan şeklinde temessül edebileceğimiz Nusayrî rejimi namına Suriye’nin toprak bütünlüğüne bağlı kaldıklarını deklare ettiler. Oysa tam da bugünlerde Nusayrî yılanı, Suriye toprağının ancak beşte birlik bir kısmına dolanmış vaziyetteydi. Hatta bu toplantılardan ona bir isim de çıkmıştı:

-Suriye Arap Cumhuriyeti!

Çatışmasızlık bölgeleri oluşturmak yoluyla, çatışma vitesinin boşa atıldığı bu görüşmelerde bir de önemli bir toplu mutabakat, DAEŞ ile NUSRA gibi örgütlere karşı beliren karşıtlık olarak çıktı. Örgütlülüğü, fahişelikle artık tescile kavulmuş DAEŞ bir yana, Suriye muhalefeti namına en örgütlü güçlerin başında gelen NUSRA’nın (Heyet Tahrir Şam) silahı, Rus ayısı, İran çakalı ve Baas yılanına karşı aktif, Türkiye’ye karşı inikti ama ismi üzerindeki “İmha edilmeli!” konsensüsünde Türkiye kurdunun da iştiraki vardı. Aslında Türkiye’nin, terör listesine almış ve hatta gerçekten terörist olduğuna inanmış da olsa, düşmanın diş sıraları için en çetin cevizlerden biri olan NUSRA’yı daha baştan “Ortak bir çekiçle kırılmalı!” gibi bir tavırla karşılaması, bize göre baskın olmayan diplomasi tavrı için bir örneklikti. Nitekim, Türkiye’deki goy goy ve fikirsiz basın tarafından ultra aktif ve kazanımları olan bir diplomasi yaklaşımı gibi gösterilen bu tavır, bizce sorunları halı dibine süpürmek ve manasız zaman kazanmak gibi bir mana taşıyordu. Hal böyleyken görüşmeler, Rusya’nın Soçi kentine taşındı, burada gözlem noktaları oluşturulması kararı alındı, bu süreçte çatışmasızlık baş şart olarak koşuldu ve 2019 Ağustos ayı sonuna böylece gelindi… Peki el an, vaziyet ne oldu? Cevap verelim:

Astana süreci başlarken Suriye’nin beşte birine ancak dolanmış bulunan Baas rejiminin kızıl yılanı, an itibariyle Suriye’nin yaklaşık yüzde 65’lik kısmına dolanmıştır, bu dolanıklığından doğma şımarıklığıyla, Türkiye’ye ait gözlem noktalarında insandan bozma çapulcularına selfi çektirmiştir, Rusya, İdlib ve çevresini bombalarken o da, bomba sallamak genişliğini Türk askerî konvoyuna kadar genişletmiştir. Rus ayısı, İran çakalı ve Baas yılanının bu pervasızlıklarındaki gerekçeleri de, iki yıl önce Astana ve daha sonra Soçi’de Türkiye’nin üstlendiği sorumluluğa matuftur:

“Terör grupları halâ tasfiye olunmadı…”

Goygoy medyasının “diplomatik zafer taklarıyla” süsleyip verdikleri haberler bir yana, Astana ve Soçi’de hem düşmanlarını Türkiye’ye temizletmek, hem de gerçekleşmeyeceğini bildikleri bu vaad bahanesiyle topraklarını genişletmek isteyen ayı, çakal ve yılan, Soçi’de ne demişlerdi:

“Terörden temizlenmesinin ardından İdlib’in rejime devredilmesi gerek!”

Aynı gün Cumhurbaşkanımız ise “Asla olmaz!” değil de ,“Şimdi olmaz!” der gibi şöyle demişti:

“İdlib’deki terör örgütlerine karşı tavırlı durmaya mecburuz!”

E peki, Türkiye’nin bu tavırlı durmaktan kastı ne idi? Yoksa bu cümle, vicdanı ile menfaati arasında yaşanan bir sıkışmışlık hissince mi kurulmuştu? Kendi kendimize soralım: Tam manasıyla takınılmayacak bir tavır, ancak günü kurtarmak ya da problemi halı dibine süpürmekten ibaret pasif bir diplomasiye işaret etmez mi? Suriye diplomasimiz aktifse, neden 2013 yılında Baas yılanı, bütün Suriye’den telaşla çekilmek ve kuyruğuyla birlikte başını da Lazkiye kovuğuna sokmak üzereyken, 2019 ortasında nerdeyse bütün Suriye’yi, elimizdeki İdlib’e varıncaya dek yutmuş bulunmaktadır? Türkiye, diplomasi pokerinde salt PKK-PYD bağlamlı bir kart dizilimiyle uğraşıyor da, bu tavrı da düşman oyuncular tarafından “görülmüş” bir poker tarzına tekabül mü etmektedir, bu manada Türkiye, gerçek poker cinlerinin ara ara kazandırdıkları daimi mağlup mudur?

Bunu anlaması güçtür, nitekim Türkiye’de, hükümet “İki artı iki, dört eder!” dediğinde, bu hesabın yanlışlığını ortaya koymak için kendini paralayan müzmin muhalif bir köstek zümresi ile hükümet “İki artı iki, beş eder!” dediğinde, bu hesabın doğruluğunu ispat için kendini paralayacak müzmin taraftar bir destek zümresi arasındayız ve idrak linçine maruzuz…

Türkiye DAEŞ’le iş tuttu mu? Hayır… Ama içeride hainler ve dışarıda düşmanlar “Tuttu!” dediler mi? Evet… Yani diplomasinin, fuhşiyat ajandası gibi notlandırıldığı bir hengâmda, geçer aforizma:

“Yapmasa da, yaptı derler!”

Şeklinde özetlenebilir. Mesela ineğe tapan bir millet için diplomasi masasında inek, bir mangal mevzuu değildir. Ennihayetinde masada ineği yenilmek değil de, tapılmak fiiline mevzu bahis eden bir taraf vardır. İran için Haşdi Şabî, hayvandan beter mensuplarıyla bir terör örgütü değil, bir kahramanlık mangasıdır. İran, masaya Haşdi Şabî’nin vahşi bir örgüt olduğu ön kabulüyle oturursa, Devrim Muhafızları’nı kaptıracağını bilir. Yalnız o mu? Bunu herkes bilir… Amerika’nın PKK ile yetmedi DAEŞ ile görüşmediğini bilmeyen mi var? PKK’yı geçmişte terör listesine almış olmasına bakmaz, birkaç harfin yerine başka birkaç harf koyar ve bu diplomasi krizini çözer… Ama Türkiye’nin bu konularda, hem Kemalizm’den kalma bir zihniyet arızası, hem de çok doğrucu Davut siyaseti sebebiyle güttüğü saftirik bir diplomasi politikası vardır ki; maça baştan mağlup başlamak felâketine onu duçar eder… Daha fazla, daha da fazla istemediği için istediği “azıcık”dan da olan Türkiye’ye dikkat ederseniz, hep PKK bağlamında, o da daha az, ondan da az şey gösterilip bir parça şey verilir ve Türkiye’de siyaset takımı, iç kamuoyunu memnun etmiş olmak tesellisiyle buna kanaat gösterir. PKK, diplomasi çekişmelerinde adeta Türkiye’nin basuru gibi bir vazife görür, basur falezleri sızlatılan Türkiye kurdu, geyiğin budunu alacak donelere sahipken acıyla geyiğin kuyruğuna razı edilir ve ayılı, çakallı, yılanlı masadan hep aç kalkar!

Dikkat edelim; Recep Tayyip Erdoğan değilse bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, ne kendi ülkesine, ne de başka ülke insanlarına vaad ettiği bir şeyi halâ yoktur. Recep Tayyip Erdoğan’ı bu manada mevcut devlet algısından ayrı tutacak müktesebat ve gerekçeye hak veriniz, malikiz… Zaten Recep Tayyip Erdoğan’ı da, kartal olsa güvercin, aslan olsa kedi olarak hareket etmek zorunda bırakan şey budur. Bizi hayret içinde bırakan şeyse, son birkaç yıla kadar Türkiye’nin güvercinleştirilmiş cürmünden kartal, kedileştirilmiş cürmünden aslan çıkarmaya çalışan Recep Tayyip Erdoğan’ın, güvercinle kartal, kediyle aslan arası bir şey olmaya razı olmuş görüntüsüdür. Kendisi ve vatanımız hakkında Allah’tan hep hayırlısını istemiş olmak hakkımızla kaydedelim ki; eğer Suriye davası için son kale mesabesindeki İdlib bağlamında Türkiye ve mümin Suriyeliler için menfi bir tecelli doğacak olursa, bu görüntü daha da tebellür edecektir.

Tekrar ediyoruz; İdlib’de sıkılan boğaz, bizim boğazımızdır, bunu şimdi anlamayanlar, Ankara’da nefesleri kesilmeye başladığında geç kalmış olacaklar… Bunu mu istiyoruz; elbette hayır… İstiyoruz ki; Ankara’dan çığlık atılınca İdlib sallansın ve bütün Suriye ile beraber oradan yalnızca zalimler silkelensin…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi