İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
“Hava savunma sistemi”, bir kavram olarak Türkiye’nin gündemine ilk defa 1991 Körfez Savaşı vesilesiyle girdi. Amerika’nın, Kuveyt bahanesiyle İsrail’e kalkan, Irak’a ise musallat olduğu o günlerde Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, adeta bütün dünya insanlığına “Karın deşen Jack” gibi takdim edilmiş, böyle bir ortamda Irak’a ağır bombardımanlar başlatılmış, Saddam Hüseyin’in İsrail’e can havliyle attığı Scut füzeleriniyse, Amerika’nın İsrail’e konuşlandırdığı Patriot isimli hava savunma sistemleri imha etmişti. Scut ve Patriot isimlerinin, her haber bülteninde düzine düzine kullanıldığı o günlerde, her nasılsa tek bir Scut füzesi, İsrail’deki Patriot hava savunma kalkanını delmiş, düştüğü İsrail’de tek bir çocuğun ölümüne sebep olmuş, Irak’ta on binlerce çocuk halâ bombardımanlardan arta kalan enkazlar altındayken de İsrail köpeği Fetullah Gülen:
“O bomba benim yüreğime düştü yüreğime!”
Diye camilerde salya sümüklü vaazlar vermeye başlamıştı. O günlerin netameli ve cemiyet idrakimizin fikrî ve fiilî pisliklere karşı savunmasız ahvali, Amerika ve İsrail’den değil de, daima Türkiye’ye dostluk etmiş, buna rağmen dostluk eli çoğu zaman havada bırakılmış ama gene de bu ısrarından vazgeçmemiş Saddam Hüseyin’den korkutulmaktaydı ve hatırlamayanlar duyup da şaşırsınlar diye kaydedelim; o günlerin en çok rağbet gören savunma sistemi, bir hava savunma sistemi olmasa da, havadan gelecek olası bir kimyasal füze saldırısına karşı koruyacağı düşünülen NSS idi. NSS ne miydi? İzah edelim:
Hani Türkiye’deki camilerde, dünya sistemine tersinden müdrik imamlarca:
“Allah’ım! Sen bizleri Saddam’ın şerrinden muhafaza eyle!”
Diye manasız dualar edilirken, Malatya’da şeytanî vesvese şehir umuruna tesir etmiş, sırf Türkiye lideri Turgut Özal o şehirden diye oranın Saddam’ın kimyasal saldırı hedefi olacağı vehmi yayılmış, bu ebe gümecinden istihbarat ağındaysa naylon satan mütevazî çarşı esnafı handiyse zengin olmuştu! NSS işte bu, Naylon Savunma Sistemi… Naylonlar cam kenarlarına bir güzel gerdirilecek, böylece Saddam’ın kimyasal füzeleri Malatya’ya düştüğünde ev içlerine sızamayacak!
Kargaları bile gülmekten dizili oldukları telefon tellerinden düşürecek bu vaziyetin üzerinden tam 27 yıl geçti. 1991’de devrilemeyen Saddam Hüseyin’i, milyon Müslüman katlettikleri halde bu defa 2003’te devirdiler. Amerika, Irak’ı Saddam’dan aldı ama bu defa onu, sahte düşmanı İran’a teslim etti. Bundan 8 yıl sonra, 2011’de bu defa Suriye karıştı. Irak’taki gibi Suriye’de de sünnîler, hem Baas rejiminin, hem o rejimin destekçisi İran ve Rusya’nın, hem de Amerika ve onun kukla örgütleri Deaş ve PKK-PYD’nin imha hedefi oldu. Mazlum Suriye halkının canına toplu bir iştirakle okudular. Bu hengâmda onlara bir tek Türkiye, o da elinden geldiğince ve gücünün yettiği mikyasta kol kanat gerdi. Bu arada Amerika’nın PKK-PYD ile cereyan eden ve Suriye’de alenileşen ittifakı, Türkiye’nin ebedî sömürüsü için bir sihirli sözcük gibi kullandıkları “stratejik ortaklık” kavramını da zedeledi. Rusya, bu puslu ortamda Türkiye’nin Amerika’ya karşı kullandığı bir denge gücü haline geldi. Hava savunma sistemlerine olan kavram aşinalığımız da, bu denge siyasetinin ikliminde gelişti. Zira Türkiye, “Patriot” isimli hava savunma sistemini parasıyla satın almak istemiş, ancak Amerika kuyruk sallayan ama yanaşılınca diş gösteren dişi bir köpek tavrıyla Türkiye’yi reddetmişti. Ebedî kapatmalığı gibi gördüğü Türkiye, nasıl olsa kendi iradesi dışında büyük adımlar atamazdı. Ama öyle olmadı. Türkiye bu defa Rusya’dan, Patriot’un muadili ve hatta daha da gelişmişi olan S-400 hava savunma sistemini istedi. Nitekim Irak’tan Suriye’ye sıçrayan ve günden güne Türkiye’ye daha çok diş gösteren ahval, Türkiye’yi tez elden bir hava savunma sistemine sahip olmaya zorlamaktaydı. Bir kısım uçaksavar topları, Rapiers füzeleri ile omuzdan atılır Stingers füzelerini saymazsak, Türkiye, olası ve bizce bir gün mukadder bir uçak ve füze saldırısına karşı adeta, helikoptere karşı sapan vaziyeti belirten kısır bir savunma vaziyeti belirtmekteydi. Bu vaziyette, akıllıca bir doldur boşalt siyaseti ile Amerika ve Nato’nun şiddetle karşı çıktıkları bir satın alma süreci yaşandı. Tehditler, Bill Clinton karşısındaki duruş temessülüyle Ecevit’in idare ettiği bir Türkiye liderliğini bükebilirdi. Ama Tayyip Erdoğan, ince bir siyaset ile bu süreci bir şekilde geçiştirdi, bükülmedi ve an itibariyle S-400 hava savunma sistemleri Türkiye’ye partiler halinde taşınmaya başlandı. Önümüzdeki aylar içinde de, kurulumlarının yapılması bekleniyor.
Hal böyleyken S-400 bağlamında yaşanan tartışmalar bitmedi ve bize sorarsanız asıl şimdi başlayacak ve belki de, yakın gelecekteki bir takım çarpışmaların de sebebi olacak… Zaten Amerika, satranç tahtasındaki ilk hamlesini oynar gibi ilk elden, kendisine rağmen yapılan bu alışveriş için Türkiye’yi F-35 yeni nesil uçak projesinden çıkarttı. Parası ödenmiş dört uçağımızı da vermiyor. Bundan başka, 2017’de yürürlüğe koydukları “CAATSA” yasasını işletmek için de an kolluyorlar. Yani S-400 bağlamındaki oyun gerçekte yeni başlıyor. Amerika açısından, Türkiye satranç heyetinin şahı devrilene kadar da devam edecek gibi görünüyor. “CAATSA” yasası Amerika için resmen, kendisine rağmen düşmanlarıyla ilişkiye girenleri cezalandırmak yasası… Ulusal Güvenlik Konseyi, Rusya ile istihbarat ve savunma sektörü alanlarında işbirliğine ve alışverişine gittiği için Türkiye’ye yaptırım açıklamak için hazır ve nazır… Onlar, nasıl bir şeytanlık için bekliyorlar ayrı husus, Amerika Başkanı Trump da, bu yaptırımları erteleme hakkını kullanarak belki de başka bir şeytanlık için onları bekletiyor. Belki bu arada Türkiye’ye, S-400’e rağmen bir de Patriot hava savunma sistemi satmak gibi bir plânı var. Hem para kazanacak, hem de bu yolla S-400 savunma sistemini, Nato sistemleriyle entegre olamayacağı gibi bir bahaneyle depoya çektirecek… Bu mümkün mü? Mümkün ve de daha evvel uygulanmış bir şey… Zira 1997’de Kıbrıs Rum Kesimi, Rusya’dan S-300 hava savunma sistemi alıyor. Ama baskılar uygulanıyor ve bu sistemi daha sonra Yunanistan’a ait Girit Adası’na çektiriyorlar. Orada da depoya kaldırıyorlar. Hatta 15 yıl boyunca, kendini depolardaki fare ve örümceklere karşı kollamış bu hava savunma sistemini 2013 yılında depodan çıkarıyorlar, birkaç test atışı yaptıktan sonra tekrar depoya kaldırıyorlar. Trump’un da aslında, Türkiye’ye Patriot sattıktan sonra yapmak istediği bu… S-400’lere sahiplik hissiyle Türkiye’yi sahte bir gurur tavrının hamağına yerleştirmek, sonra bu sistemi aktive etmeyerek depoya çektirmek, böylece NATO sistemleriyle entegrasyon vesilesiyle çıkacak sıkıntılardan da güya Türkiye’yi kurtarmak… İşin hakikatini temessül ettirecek misalse şudur: Her an bir saldırı ve istilaya maruz kalacak bir bahçe için çit sistemleri satın almak ama aldıktan sonra onunla bahçeyi dört bir yanından çevirmek yerine, bu çitleri bodrum katta bekletmek… Trump’un, açık ve gizli bir tehdit lisanından sonra, Türkiye kamuoyunun pek de anlamadığı bir kavram kargaşasında Türkiye idaresini razı etmek istediği vaziyet aynen böyledir. Kendisine rağmen evvela satın alınmış çit sistemlerini kurulmadan bodruma kaldırtmak ve yerine, bütün detay ve sırlarına vakıf olduğu kendi çit sistemini satmak… Kongre, bunun için aheste bekliyor, Trump bunun için rehavet kasıyor… Ya da S-400 sistemi kurulduktan sonra, ya içimizdeki maddî bir ihanet eliyle, ya da dışımızdan sızacak teknolojik bir hokkabazlıkla NATO’ya ait birkaç uçağın vurulmasını sağlamak isteyecekler, bu yolla Türkiye’ye sinsi düşmanlık taktiğini rafa kaldırıp, raftan Türkiye’ye doğrudan düşmanlık ve sadırı taktiğini indirecekler… “Kim bilir?” dememeli, derin bir temkin tavrıyla her ihtimali öncesinden bilmeli ve irfan savunma sistemiyle bunun def’ine çalışılmalı…
Meselenin bütün teknik detayı ve diplomatik serüveni bir yana, bizce S-400 mevzuundaki asıl başarı, psikolojiktir. İlişkilerin başladığıgünden bu yana Türkiye için gitgide derinleşen, kanserli hücre yayılımı gösteren ve “ABD’ye rağmen bir şey yapılamaz!” şeklinde formülize edilen zehirli his, S-400 mevzuunda bir parça da olsa ilk kez gaseyan edilmiştir. Bu süreci, Amerika sırtlanını tam saha hücum moduna sokmadan ve Rusya ayısını, tam teslim dostluk tapusuna erdirmeden sanatkârane yönetmeli, sırtlan ve ayı arasındaki çekişme noktalarını gizli tırnak maharetiyle bir yandan kaşırken, bir yandan da sırtlan ve ayının birlik olma ve Türkiye’yi bir geyik gibi ortak bir iştah hedefi kılma ihtimalinden ürkmelidir. Amerika ve Rusya, sırtlan ve ayı gibi biribirlerine hırlarken, daima birinin hırını öbürünün harına, öbürünün hırını da berikinin harına püskürtmeye bakmalı, bu esnada onlar biribirlerindeki harı hırlarıyla körüklerken, tez elden kendi millî hava savunma sistemimizi geliştirmeliyiz. Zira Amerika ve Rusya’ya karşı bizi savunmada kalmaya ve müşküllü hesaplar yapmaya zorlayan vaziyet, yırtıcı diş ve pençe malikiyetinin onlarda olması ve buna karşı bizde ancak, dürtücü geyik boynuzlarından ibaret iptidaî bir savunma malikiyetinin bulunmasından kaynaklı değil midir? Hamasetten kaçıcı ve gerçeğin bıçkın baltası altına yatıcı bir irfanla kaydedelim ki; tam tamına bundan kaynaklıdır ve Türkiye’nin, şimdilerde hiç olmazsa kısmî caydırıcılık belirten bu boynuzları da kırılmadan, kendi bünyesinden ona yırtıcı diş ve parçalayıcı pençe çıkartacak ruhî bir gıda rejimine girmesi elzemdir.
Türkiye, kurt adam masallarının ancak dolunay vaktinde kurtlaşan insanı gibi her vakti dolunay bilmeli, kurtlaşmalıdır. Tabi bunun için de gene kurt adam masallarının gerçekliğiyle kaydedelim ki; kendini bir dolunay vakti bir başka kurt adama ısırtmalıdır. Türkiye gerçekliğinde böyle bir kurt adam yoktur, bu kurt adam, Türkiye’nin kendi ahlâk ve fikir rejiminden deruhte edeceği ruhtur. Bu ruhla, bir an için Amerika’ya karşı “Sensiz de olur!” şeklinde vücuda getirdiği S-400 edinimini, Akdeniz’deki doğalgaz krizinin muğlak ve karanlık noktalarına millî bir projektör halinde çevirmeli, icap ederse Rusya ile Amerika’ya karşı ortaklığı bu alana da taşımalı ve değeri 3 trilyon dolar olduğu söylenen Hidrokabron’un paylaşımında geyik değil de, kurt payını kapmalıdır.
Hem fonetik tevafukuna da bakın ki; S-400 hava savunma sistemi, asli hüviyeti dışında kulağa birer fiil ve emir kipi şeklinde arz olunmakta ve adeta milli idare ve irfan mekanizmasına şöyle seslenmektedir:
“Akdeniz’de Lodos gibi ES! Akdeniz’e çöreklenen timsahları DÜRT! Ve gene Akdeniz’de Barbaros’dan sevkli gemiler gibi YÜZ!”
Kısaca “ES! DÜRT! YÜZ!” şeklinde cevelan eden ve S-400’ün kendisinden çok daha fazla önem arz eden gaip bir ruha işaret eden bu fonetik tevafuku, anlayabilene çok şeyler söyler. Ama bir kuşun asla tek bir kanatla uçamayacağını da fısıldar. Bir hava savunma sistemi, vatanın maddî hudutlarına yerleştirilecek tek bir kanat hükmündeyse, ülkenin diğer kanadı, manevî hudutları muhafaza etmek üzere konuşlandırılması gereken manevi bir savunma sistemidir. Ama maatteessüf, S-400 bağlamında şimdilik sağlanan ve tamamı doğru idare edilmezse bir felâkete de sebep olabilecek kısmî muvaffakiyet, manevi savunma sistemleri hususunda çatılmamış bir kanat mevkiindedir, eğer S-400 tam manasıyla fayda sağlasa ve hatta içinden millî bir hava savunma sistemi dahi çıkarsa, manevi savunma sistemi buruk Türkiye, tek kanadı uçmak için çırpınan ama uçmak yerine yerden toz kaldıran yaralı bir kuş hükmünde olacaktır.
Küresel ahlâksızlık trendlerine karşı Türkiye’nin, gölge Amerika ve hempalarına karşı geliştirdiği ya da geliştirmesi gerektiğinin farkına vardığı manevi bir savunma sistemi var mıdır? Televizyon, sinema, basın, müzik, kitap vasıtasıyla içimizde cirit atan türlü sapıklığa karşı Türkiye’nin sözümona üretebildiği tedbirler cümlesi, çay tüfüne karşı çay süzgeci çapında rafine gücüne sahip midir? Vaziyete bakılınca bu suallerin hiçbirine “Evet!” diye cevap vermek mümkün değildir. Pornografi, hiçbir savunma sistemine takılmadan içimize girmiş ve hatta hususî setini içimizde kurmuştur. Şeytanî eşcinselleştirme projeleri, üzerlerine aldıkları ince bir masumiyet tülüyle hükümetin teşrifat salonlarına kadar sızmıştır. İstanbul Sözleşmesi ve zehirli fikir kökü ta Antik Yunan devrine kadar uzanan Toplumsal Cinsiyet kavramı, S-400 dirayetini gösteren hükümetin kadınist Amazon birliklerince can siperane savunulmakta ve hatta bu kadınlar, bu zehirli kavramlar için bir savunma sistemi gibi işlemekte ve bu yolla Anadolu halkına diklenmektedir. Millî Eğitim sahası, hayalet timsahların şezlong serdikleri bir Nil Nehri deltası gibidir. Okul kitaplarının güya kırk kez süzülür gibi kırk komisyondan geçirilerek seçildiği bir hengâmda, “kız kıza-erkek erkeğe aşk” replikli sapıklıklar bile arz-ı endam etmektedir. 15 Temmuz destanının üçüncü yıldönümünde Kültür Bakanlığı, bu destana şehitleriyle beraber küfürler etmiş lezbiyen ve birlikte yaşadığı sevgilisinin canını yakmak için başka bir adamla fuhuş yaptığını gururla anlatan kadın bir şarkıcıyı konsere davet edebilmektedir. Aile politikalarının teslim edildiği kadınist kadın bakanlar elinde aile, adeta kevgire döndürülmüştür. Öyleyse söyleyin; öz yurdumuzda biz, biz olarak kalamadıktan sonra dışarıya karşı savunmaya geçeceğimiz neyimiz kalacaktır ki?
Son söz sadedinde kaydedelim ki; millî idrak, Amerika’ya rağmen S-400 mevzuunu çözümlemiş ve millî idare mekanizmasına fonetik bir tevafukla şöyle seslenmiştir:
“Akdeniz’de es! Dürt ve yüz!”
Ama milli merak, halâ derin bir müşkülün pençesindedir ve S-400 mevzuundaki kısmî muvaffakiyete rağmen Türkiye’yi idare edenlere şöyle demektedir:
“Peki ya, ruh ve ahlâk hudutlarımızı nasıl koruyacağız?”