Kıbrıs, Girit Olmasın!

Yazan: 01 Temmuz 2019 4039

2004 yılıydı. Türkiye’de, hararetli şekilde o yıl Kıbrıs Rum ve Türk kesimlerinde referanduma götürülecek Annan Plânı tartışılıyordu. Devrin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs’ta toprak tavizine hazır olduğunu kaydediyor, zaten böyle bir içeriğe de sahip Annan Plânı’nı destekliyordu. Devrin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ise bu plâna karşıydı. Gerçekten de plân karşı olunası taraflara muhteviydi. Kıbrıs’taki Türk toprağı %36’dan % 29’a indirilecekti. Ayrıca kuzey kesimdeki Türk nüfusu azaltılacak, Türkiye’nin ada üzerindeki garantörlük hakları zamanla sonlandırılacaktı. Recep Tayyip Erdoğan ile Rauf Denktaş arasında ipler atıldı. Annan Plânı etrafında karşılıklı suçlamalara girişildi. Hatta 2004 yılında Japonya seyahati için havaalanında bulunan Recep Tayyip Erdoğan, kendisine uzatılan mikrofonlara şu demeci verdi:

“Denktaş Annan Plânı aleyhine miting yapacaksa, bunu Türkiye’de değil, Kıbrıs’ta yapsın! Ama Türkiye’ye geliyor ve bazı marjinal gruplarla toplantılar yapıyor. KKTC Cumhurbaşkanı’na bunlar yakışmıyor. Bunları kendisine de söyledim. Biliyorsunuz, Ankara Ticaret Odası’nda malum gruplarla bir toplantı yaptılar. O toplantıya katılanların çoğu, Türk ordusuna işgalci diyenlerdi. Onlarla Denktaş’ı aynı fotoğraf karesinde görmek bahtsızlıktı…”

Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ankara Ticaret Odası’nda ve marjinal gruplarla yapıldığını kaydettiği toplantıda, Muhsin Başkan da var idi. Doğu Perinçek ve kaydedildiği üzere solun marjinal gruplarının da katıldığı bu toplantıya, Muhsin Başkan katılacağı için katılacaktık… Ama ben, kalabalık bir grup halinde yola çıkan arkadaşlarıma aynen şöyle dedim ve toplantıya gitmedim:

“Sadece Muhsin Başkan için slogan atacaksınız… Denktaş için bile, asla…”

Gerçekte Annan Plânına öfkeliydik… Muhsin Başkan da öyle… Öfkemiz dayanağını biraz da ondan alıyordu zaten… Ama ben, 2004’te yazdığım bir yazıda, Annan plânına karşı olduğumuzu beyan etmekle beraber, devrin yükselen kahramanı gibi takdim edilen Rauf Denktaş’a da çatmış, hatta bu tavrıma şaşıranlarla karşılaşmıştım. Yazımda ve yazıma şaşıranlara karşı dediğim ise şuydu:

“Bir adam bir memleketi 30 yıl tek başına yönettikten sonra o memleketin bütün ahvalinden sorumlu tutulabilir…”

Gerçekten de Denktaş, 1974’ten 2014’e kadar 30 yıl, “tek adam” ve “son sözü söyleyen” gibi bir vasıfla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni idare etmişti. Fakat Kıbrıs, herkesin de malumu olduğu üzere bir “açık hava kârhane ve kumarhanesi”ne döndürülmüştü. Adada, Anadolu Türk’ü sevilmez ve Türk askeri işgalci gibi görülür olmuştu. 1959’da 300 olan cami sayısı, 2004’te yaklaşık 150’ye düşmüş, daha da kötüsü camilerin varlığından ve ezanların sesinden rahatsız Kuzey Kıbrıslı Türk sayısı artmıştı!

Ne ise ne; Annan Plânı Kuzey ve Güney Kıbrıs kesimlerinde oylandı ve reddedildi. Ama durun, Kuzey Kıbrıs Türk Kesimi reddettiği için değil, her hâlukârda bu referandumdan kârlı çıkacak Güney Kıbrıs Rum kesimi reddettiği için… Referandum sonucu Türk kesiminde % 65 evet, Rum kesiminde %76 hayır çıktığı ve plânın onaylanması için iki kesimin de onayına gerek duyulduğu için reddolunan Annan Plânı, böylece rafa kalkmış ama Kuzey Kıbrıs Türklerinin de, Annan Plânına şiddetle karşı çıkan kurucu ve aktif Cumhurbaşkanları Rauf Denktaş’a % 65 oranında ve şiddetle dirsek vurdukları anlaşılmıştı. Kıbrıs’ın, 30 yılda bir kumarhane ve fuhuş merkezi olmasında, bizce Kıbrıs’ta izlediği çağdaş (!) ve seküler politikalarının büyük tesiri olan Denktaş, işte bu andan sonra bir röportaj verdi ve belki de yediği dirseğin tebellür ediciliğiyle şu itirafta bulundu:

“Halkımızı dini yönden iyi yetiştiremedik…”

Ve dahi eklemişti:

“Girit gibi Kıbrıs da gidiyor… Kıbrıs’ın Girit gibi olmasından korkuyorum…”

Oysa korkulan şeyin, belki de başa gelmiş olabileceğini sinyalize eden ne hadiseler Kıbrıs’ta yaşanıyordu… Kıbrıs’ta, Kuran kursu açılmasına izin verilmiyor, üstelik bunu halkına rağmen despot devlet değil, bizzat halkın kendisi böyle irade ediyor, hatta bazı sendika ve vakıflar, camilerin kapatılması gerektiğini açık bir şekilde ilan ve propaganda ediyorlar. Türkiye’yi değil de İngiltere’yi esas alan trafik akış yönü gibi Kıbrıs Türk’ünün de yakın gelecekte, adada Türkiye’ye göre değil, İngiltere’ye göre bir siyasi istikamet tayin etmeyeceğini kimse garanti edemez. Kıbrıs ve Türkiye idarecileri, bir kumar krupiyeri gibi Kıbrıs’ı sadece madde ve toprak plânında iskambilize ederlerken, İngilizler’in “Üç Kâğıtçı Kempıl” tarzı hokkabazlık ve Kıbrıs Türk’ünü mana plânında da devşirici sinsilikler ile neler neler yapabileceğini hayal etmek lazımdır. Bu mevcut ve yakın müstakbel vaziyeti de ancak derin gözlerle bakanlar görebilirler.

Hal böyleyken Türkiye’nin yapması gereken ilk elden şey, Kıbrıs Türk’ünü evvela mana plânında inşa faaliyetlerine girişmektir. Oysa Türkiye’nin Turizm Bakanlığı’nı teslim ettiği turizm işletmecisinin, Kıbrıs’ta gırla kumar oynayan ve rahatlıkla fuhuş yapılan otelleri vardır. Suç elbette bir başına onun değil, Kıbrıs’ın kültürel manada kaybedildiğini görmeyen ve bunun için alarm seviyesinde dini ve kültürel tedbirlere girişmeyenlerin tamamına aittir. Hatta bize bile çoktan gelinmesi ve:

“İşte Kıbrıs! İşte bazı imkânlar… Kıbrıs Türk’üyle dostluk kurun ve ‘Seriyye olmak’ tabirinin içli yakıcılığını onlarla paylaşın! Üç kişi kazansanız, kârdır!”

Denilmesi lazımdı. Heyhat ki; mevcut vaziyetimizle Anayurdumuzda bize yumurta tezgâhını bile çok görecek ve kolonizatör Türk dervişliği rolünü muşambadan ve ideolojisiz yapılara hasredecek bir idare gözü var. Körlük had safhada… Bu körlük, Türkiye’yi de içine alan ve ahlâkî, kültürel, imanî ve itikadî çöküşe de taalluk eden toplu bir yıkım manzarasına da kör… Türkiye’yi idare edecek yeni hükümetin 2023’da seçileceğini, o tarihte Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi idare süresinin –İstanbul’u da sayarsak!- 29 seneye varacağını, bu sürenin de Denktaş’a uyguladığımız üzere onu da her halukârda mesuliyet halkasına alacağını kaydetmek isteriz. 2023’te:

“30 yıldır bu ülkeyi koalisyonsuz hükümetlerle tek başına yöneten kimse, Türkiye’nin ahlakî, dinî, kültürel ve imanî vaziyetinin de mesulü odur…”

Denilir ve bu denilen hiç de yanlış olmaz. Ve bugün için manzara hiç de ümit telkin eden bir vasatta değildir. Yollar, köprüler, tüneller, statlar yapıyoruz ama mimarî de şehirlerimiz perişanlaşmakta, ailede bağlarımız gevşemekte, ahlakta zeminimiz çökmekte, imanda ve itikatta surlarımız çatırdamaktadır… Gün gelecek, mukadder olarak şu denecek:

-30 yıl boyunca şikâyet değil, icraat makamında olarak idareye kurulan kim ise 30 yıllık vaziyet manzarasının da ressamı odur. Vaziyet iyi ise takdir, kötü ise tektir edilecek olan da, o…

Ve biz yıllar sonrasında değil anın içinde olarak dikkat edelim:

“Kıbrıs Girit, Türkiye de Kıbrıs olmasın…”

Yoksa olduk mu?

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi