İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Önce unvanına bir bakın:
“TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’na bağlı İstanbul Sözleşmesi’nin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi Alt Komisyonu Başkanı…”
Avrupa Konseyi tarafından ortaya konan ve Türkiye tarafından uygulanması için imza edilen İstanbul Sözleşmesi’nin, Anadolu aile yapısının doğrudan ve dolaylı yollardan hedef alan mahiyetine bakarsanız bu unvanı:
“İngiliz Sömürge Bakanlığı’nın Anadolu’nun İzlenmesi ve İşgal Edilmesi Alt Komisyonu Başkanı…”
Diye de okuyabilirsiniz! Ak Parti Kayseri milletvekili Hülya Nergis’ten bahsediyoruz. Bahsimize sebep, geçtiğiniz günlerde “İstanbul Sözleşmesi”, “Toplumsal Cinsiyet”, “kadının iş hayatına katılması” konularında yaptığı açıklamalar… Bu örtülü işgal ve ifsat kavramlarını, hem de bu kavramları Anadolu’yu müdafaa için eleştiren müminlere örtülü hakaret de içeren bir lakaytlıkla savunuyor. Bu savunmanın, bu hanımefendinin asla üst siklet belirtmeyen fikrî seviyesine mi, yoksa AK Parti’nin kurumsal yapısına mı ait olduğunu bilmek istiyoruz. Yazdıklarımız, bu manada sorduğumuz da olsun…
Evvela şunu kaydedelim; İstanbul Sözleşmesi’ni, aile yapımızı çökertmeye odaklı bir kültürel işgal belgesi görüyoruz. Buyurun, milli ve İslamî kimliklerimizi nispet makamı tutarak tartışalım… Zira bu konuyu Laikle, Kemalistle, Batıcıyla, Komünistle, Ateistle, züppeyle konuşmaya tenezzül bile etmeyiz. Buyursun Hülya Hanım ve eğer Toplumsal Cinsiyet’i “Kararlıyım, uygulayacağım!” diyorsa buyursun Ak Parti!
Bizim inandığımız şu: Toplumsal Cinsiyet kavramının, Aristo devrine kadar uzanan ve temellerinde insan neslini çift cinsiyetlikten ya teke indirmeye ya da üçe çıkarmaya odaklı şeytanî bir proje olarak görüyoruz. Yazdık, çizdik, söyledik… Hadi bakalım; din, tarih, felsefe, demonoloji, kültürel işgal taktikleri demeden her şeyi masaya yatıralım ve konuşalım… Hülya Nergis’in, allayıp pullayıp millete, hem de onun vekili olarak dayatmaya çalıştığı bu kavramların, asli hakikatleriyle nerelere dayandığını size gösterelim…
Hülya Hanım! Anlayabilir misiniz, şüpheliyiz… Zira Batı tandanslı bu kavramları, zehirli birer kaktüs iken allı pullu birer gül gibi takdim ediyorsunuz, ancak bunu yaparken ahmakları aldatabilecek bir dil ve gene Batı tandanslı sahte bir mantık kullanıyorsunuz. Batılıların “Falde Analogy” dedikleri şeyi… Hem sahte, hem ahmakane… Mesela kullandığınız şu cümleyi, sesinize mikrofon tutan haberciler yayınladıklarında muhtemelen siz kendinizle gurur duydunuz ama bizim yüzümüz buruştu:
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’nden rahatsız olanlar niye kızlarını okutuyor veya iş hayatına girmesi için çaba harcıyor?”
Ne yani, okutmama şansımız var da biz mi bilmiyoruz? Daha geçtiğimiz günlerde, kız çocuklarını okula göndermeyen bir ailenin, okul çağında olmayan çocukları da dahil, bütün çocuklarına devlet tarafından el konuldu. Ama kastınız muhtemelen yüksek tahsil… Öyle olsa bile Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile kız çocuklarının iş hayatına katılmak üzere yüksek tahsil yapmaları arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? Kadının çalışması, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’nin mi ona sağladığı bir himmet? İstanbul Sözleşmesi’nden ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’nin, elinizde toplumsal bir projeye döndürülmesinden önce Türkiye’de kadınlar iş hayatına giremiyor muydu? Yıllardır akan bir köy çeşmesi başında biten ve ona sadece yeni nesil bir musluk başı takan adam gerinse ve:
“Ben olmasam, susuzluktan ölecektiniz!”
Dese, ne kadar manasız ve gülünç bir laf etmiş olur değil mi? Toplumsal Cinsiyet mevzuunda dediklerinizle tıpkı sizin gibi… Erkek ile kadın arasındaki sanki fırsat eşitliği sanki de Türkiye’ye Toplumsal Cinsiyet kavramı ve İstanbul Sözleşmesi ile gelmiş gibi konuşmanız tam bir False Analogy örneği… Hem Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile kız çocuklarını okutmak arasında kurduğunuz sığ ve kaba bağlantı da ne oluyor? Mesela insanlar kız çocuklarını okula gönderiyorlar diye onlara, sığ ve kaba akıllardan çıkma her şeyin tatbik edilme hakkını da verdiklerini nereden çıkarıyorsunuz? Önce kadını iş hayatına çekmeyi bir hükümet hedefi haline getiriyorsunuz, şartları ve kanunları bunun olması için düzenliyorsunuz, hatta yılsonlarında “Şu kadar kadın çalışma hayatına başladı!” diye gurur tabloları hazırlıyorsunuz, sonra da “Niye o zaman kadınlar iş hayatına giriyor!” diye vaziyet paralıyor ve “Demek ki, kadının çalışması iyi bir şey!” sonucuna varıyorsunuz!
Hülya Nergis Hanım! Açık söyleyeyim; kız çocuğum için mürebbi tutacak olsaydım ve sizin sadece bu kadarcık mantık ve muhakeme serginizi görseydim, sizi asla iş hayatına davet etmezdim! Batı demokrasilerinin, Anadolu’yu fiilde ve fikirde iğdiş etme ameliyesi, anlaşılan o dur ki; sizde cana batık Batılı bir kıymık gibi durmaktan çıkmış, parmağa takık Batılı bir yüzük gibi durmaya başlamış… Bu sebeple Batıdan bizi batırmak üzere gelen her şeyi başa taç ediyor, Anadolu insanını da eğitilmesi şart bilgisiz ve anlayışsız insanlar olarak görüyorsunuz.
Söyleyin; Milli Eğitim Bakanlığı, Toplumsal Cinsiyet kapsamında yıllardır tasarladığı ve okullarda uygulamak safhasına geçtiği ETCEP projesini ne diye yürürlükten kaldırdı? Cevap verelim: Sizin üstü örtülü cahil diye suçlandırdığınız Anadolu insanının tepkileri dolayısıyla! Hem bazı üniversitelerde kız ve erkek tuvaletleri ne diye birleştirildi biliyor musunuz? Toplumsal Cinsiyet Projesi’nden damıtılan irfan ve alınan cesaretle! Ya da İstanbul seçimlerini ilk etapta şaibeyle kazanan ve koltuğa oturan CHP’li Ekrem İmamoğlu, mazbatasını alır almaz belediye meclisine “Toplumsal Cinsiyet Komisyonu” kurulması için teklifte bulunduğunda, çoğunluğu elinde bulunduran Ak Partili ve MHP’li üyeler ne sebeple bu teklifi reddettiler? Ya da Yüksek Öğretim Kurumu, “Toplumsal Cinsiyet” için üniversitelere namına bölümler kurulması için telkinde bulunduğu ortaya çıkınca, neden altına pisleyen kabahatli çocuk tavrına büründü ve bu telkinini geri çektiğini duyurmak zorunda kaldı? Söyleyin, cahil insanların tepkilerinden çekindiği için mi, arif Anadolu insanı vesilesiyle ayıbını gördüğü için mi? Siz Hülya Hanım, Ak Parti’nin hususla ilgili görevlendirdiği bir milletvekili olarak ayıbı Anadolu insanında gördüğünüzü bu mülakatınızla ele veriyorsunuz. Yani sualimize verdiğiniz özlü cevabınız şu:
“Cahil insanların tepkilerinden çekinildiği için!”
Cahil gördüğünüz bu insanların aynı zamanda, insanlık gereği hıçkırsa, hıçkırığının işaret ettiği istikamete doğru kanun düzenleyeceğiniz Recep Tayyip Erdoğan’ı acı zulüm çeyrek asırdır sırtlarında taşıyan insanlar olduğunu görmemek için, tam fikirsiz ve yarım akıllı olmak lazımdır. İstanbul Sözleşmesi’nin yılmaz müdafii sayın Hülya Nergis Hanım! Görüyor musunuz, görmüyor musunuz? Cevabı, size edilen suale evvela verdiğiniz cevap ve az önceki cümlenizin “Falde Analogy” meşrebiyle süren devamı versin:
“Kadının çalışıyor ve eğitimli olması aileye zarar vermez. Meclis'te 104 kadın milletvekili var ve çoğu anne… Hiç kimse de ailesini ihmal etmiyor…”
Yine sahte mantık, yine ahmakane bir kıyas vahidi… Biz elbette kadını hayattan tecrit edici bir kadın tasavvuruna sahip değiliz. İslam’la meczolunmuş kültürümüzün çizdiği hudutlar ve şartlar içinde, kadının öğretmenlikten doktorluğa kadar yolları açık… Ama bu şartları temin etmeden kadını iş hayatı içine çağırmak, bunun için teşvikler ve kanunlar çıkarmak, kadını tavuk gördükten sonra onu tilki inine kışkışlamaktan farksız… Tabi ki Hülya Nergis Hanım, siz bunu da göremiyorsunuz. Evvela; kadın olarak milletvekilliğini “iş hayatı” gördüğünüzü itiraf ettiğiniz için teşekkürler… Bugün Türkiye Sanayisi’nin, dumanları tütmeme evresine girmiş lokomotifi Ankara-Ostim’de, ayda 15 milyar kazanan insanların “fabrikatör” edasıyla gezindiğini beyan edelim. Sonra da; aylık olarak sizin elinize, “milletvekilliği işinden” ayda 50-60 milyara yakın para geçtiğini… Sakın “Ama milletvekili maaşları 23 milyar!” demesin kimse… Komisyonlardan yol harcırahlarına, türlü isim ve kalemler altında ödenen ama maaşın çıplak hali söylenince kendisine yer verilmeyen rakamlara girmeyeyim… Hele her milletvekiline üç adet danışman tahsis edildiğini, bunlara sırasıyla yaklaşık 10, 9 ve 8 milyar maaş ödendiğini, bu danışmanların da sadece mecliste değil, hatta en çok meclis dışında ve “milletvekilliği işi yapanların” hususi işlerine amadelik belirttiklerine de girmeyelim… İşte Hülya Hanım; sizi False Analogy kurmayı bir kenara bırakıp, hayatın içinden aktardığım şu gerçek kıyasa davet ediyorum:
Akşam mesai saatlerinde, Ankara-Ostim-İvedik bölgesine uğrayacak olursanız, her etapta kavşakların yan yana park etmiş arabalardan tıkandığını göreceksiniz… Sonra bu araba keşmekeşinde, balık istifine dönmüş dolmuşlara binmeye çalışan kadınları… Tamamına yakını çay, temizlik ve sekreterlik işine bakıyorlar. Her etap için yüzlerce, hatta böyle binlerce kadın… Aldıkları maaş 2000 lira… Bölgenin etrafında yerleşim yeri pek olmadığından, genelde bu kadınlar evlerine çift vasıta kullanarak gidiyorlar. Bu, günde dört defa dolmuş parası vermek demek… Maaşın bir çeyreğe yakını yollarda eriyor yani… Eğer ulaşımı daha ucuza getirmek zorunda kalırlarsa, ki kalıyorlar, semtlerinde oturan arabalı bir işçi bulmalı ve onun benzin parasını kurtarma emelli “araba-servis”inde yer ayırtmalı… Yollar işte bu “araba-servis”lerin abonelerini almak veya yeni abone bulmak için usulsüz bekleyişlerinden doğuyor. Ya bu manzaradan doğan toplam kaos? Arkası “dörtlenen” eski modelli yaşlı arabalar ve bu arabalarda vıcık vıcık hale gelen kadınlarımız… Duyduğumuz rezilane hadiseler, duymadığımız ve asla duyamayacağınız hadiselerin de bin misli… Bir de, bu kadınların, “milletvekilliği işinde” çalışmadıkları için sabah saat 08.00’da işlerinin başında olmaları şart… Sincan’da oturan bir kadın, saat 06:30 da bir dolmuşa binebilmeli ki; patronu tarafından işten kovulmasın… Bu riski alamadıkları için çare, “araba-servis”ler… İş hayatına çekilmek üzere uğrunda yırtınılan mücerret kadın bir yana, tamamen müşahhas ve çile örgüsünden ibaret bu kadınlar, akşam 18.00’e kadar, babaları, eşleri, çocukları olmayan erkeklere hizmet ediyorlar. Çay taşıyor, temizlik yapıyor, telefonlara bakıyorlar. Bu bölge için yüz binler, Türkiye için milyonlar… Ve siz Hülya Nergis Hanım, Meclis’teki 104 kadın milletvekili namına:
“Biz çalışan kadın olarak çalışma hayatından memnunuz!”
Diyerek kadının başında “dikenli tac” olarak duran “iş hayatı” kavramını, defneyapraklarından örülmüş bir “şeref çelengi” gibi gösteriyorsunuz. Bu sahte ve ahmakane kıyası kurarken de hiç utanmıyorsunuz! Ama merak etmeyin; Anadolu, Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK’ten başka, size de siyaset vitesinin bir de geri vites bölmesi olduğunu öğretecektir. Toplumsal Cinsiyet’in, salt kadın-erkek eşitliği olmadığını ve müntehasında, Allah’ın kadını kadın, erkeği erkek olmak kaydıyla iki cins olarak yaratmasını tahrife odaklı nice sinsilik barındırdığını size de öğreteceğiz. Heyhat ki; Avrupa’dan terbiye ve kültür ihalesi alanlar milletin vekili mevkiinde, millete fikirde ve ruhta vekillik etmek haysiyetine sahip kimselerse, milletin vekillerine karşı milleti müdafaa mevkiinde… Haksızlığa uğrayan millet, uğradığı haksızlığı dillendirince “milletvekilliği işinde çalışanlarca” bir de, haksızlık yapmakla suçlanıyor… Heyhat ki; ne heyhat…