İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Limonu sıksanız, ondan akacak şey onun ekşi suyudur? Madde âlemine Allah’ın koyduğu bir kanundur bu… Oysa mana alemine Allah’ın koyduğu kanun bundan daha komplike ve taş karşısında kuşun belirttiği kıvraklıktan çok daha öte bir çapraz-ters ilişki trafiğine havidir… Âlimin nesep yolunu damıtsanız, oradan her zaman ilme mutabık ve muvafık evlatlar mı peyda olur? Asla… Tevekkeli millet boşuna dememiş:
“Âlimden zalim doğar!”
Diye… Millet de bu irfanı Kuran’dan emmiş tabi… Ayet meali:
“Nuh Rabbine niyaz edip dedi ki: ‘Ey Rabbim! Oğlum benim ehlimdendir ve elbette senin vaadin haktır…” (Hud-45)
Kendisine iman etmeyen ve yaptığı gemiye de binmeyen Nuh Peygamber’in Allah’a niyazı nidası bu… Devam eden ayet, Allah’ın bu niyazı nasıl karşıladığını aktarıyor:
“Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü o salih olmayan bir amelin sahibidir… Hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme… Ben seni cahillerden olmaktan sakındırırım…” (Hud-46)
Peygamber evladından olan kâfir oğulun akıbetini biliyorsunuz. Geminin içine de, imanın içine de dahil olamamak… Helâk… İbrahim Peygamber’in de, kendi amcası ile ilgili böyle bir af talebi var… Kuran’dan özleştirelim:
“İbrahim’in, babası (amcası) için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi…” (Tevbe-114)
Bedir’de Ebu Ubeyde bin Cerrah, üzerine çok gelince müşrik olan babasını öldürüyor. İmanının bir gereği olarak… Ve Allah, bu hadise vesilesiyle ortaya bir müminlik kıstası koyuyor:
“Allah´a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah´a ve Resulü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin….” (Mücadele-22)
Kıstas şu: Allah ve Resulü’ne düşmanlık eden bir kimseye sevgi duymak, alnı secdeye yapışık bir kimse için bile “Allah’a ve ahret gününe gerçekten inanmamak” anlamına geliyor. İlla ki; Allah ve Resulü’ne düşmanlığı alenileşmiş kimselere buğz edilecek… Bu kimse kişinin babası, oğlu, kardeşi, akrabası, kavmi olsa dahi… Söze nerden başladık, nereye getireceğiz… Şuraya: Son asrımızda Türkiye ve ona hâkim sistem; bir taraftan adeta bir “Âlimden zalim ve cahil üretme tesisi” gibi işlerken, bir taraftan da müminlikteki en esas kıstaslardan biri olan “muhabbet-öfke” senkronizasyonunu silmek için didindi. Bugün kendini laik-seküler-Kemalist diye tanımlayan ve “modern Türkiye”ye şayan bir hayat süren insanların çoğunun bir iki nesil gerisinde, şahsiyet ve tutumu “şeriat-tarikat-marifet” temeli nur yüzlü bir dede ve nineye rastlamak mümkün… Meclis kürsüsüne Karaoğlan cakasıyla çıkan ve kadın bir milletvekilini, sırf Meclis’e başörtülü girdiği için işaret ederek:
“Şu kadına haddini bildirin!”
Diyen Bülent Ecevit, dedesi Sultan Abdulhamit tarafından Çin’e gönderilen ve kendisine:
“Şu Çin’e İslam’ı öğretin!”
Diye telkinde bulunulan bir İslam alimi… Alimden çıkan mahsule bakın ama arkasındaki tesisi de görün… Madem Abdulhamid Han üzerinden gittik, müminliğin “muhabbet-öfke” kıstasının nasıl silindiğini de onun üzerinden kıyas vahidine dökelim… yıl 1889… Fransız oyun yazarı Vicomte Henri de Bornier’in, Allah Resulü’ne hakaret maksatlı oyunu Commedie Française’de sergilenecek… Sultan Abdulhamid, daha prova aşamasında oyunun metnini ele geçiriyor ve Allah Resulü’ne hakaretle dolu pasajları görünce Fransız hükümetini tehdit ediyor, “Bu oyun sahnelenirse, Fransa ile tüm ilişkilerimiz sonlandırılacak…” diyor ve oyunu tüm Fransa’da yakalatıyor. Oyun İngiltere, İtalya, Amerika ve tekrar Fransa’da gösterime konulmak için her girişimde bulunduğunda, Sultan Abdulhamid müdahale etti ve oyunu sergiletmedi. Victor Hugo’nun da benzer bir oyunu, Fransa’da Sultan’ın müdahalesiyle yasaklandı. İngilizler oyunu kendi ülkelerinde göstermek için kararlıydılar. İstanbul’dan nağme aldılar:
“Eğer bu oyunu sahnelerseniz, Halife-i Müslimin olarak, İngilizler’in Peygamberimize hakaret ettikleri tüm İslam âlemine bir beyanname ile duyurur ve derhal cihad-ı ekber ilân ederim…”
Böyle bir devlettik… Böyle bir devletin içinden Kuran’ı “Gökten indiği zannedilen safsata” gören liderlerin idare ettiği devlet çıkardılar… Bugünse, bu çıkanı telafi etmek derdinde bir lider var. Ama onunkisi hususi, şahsi ve maksadına tam manasıyla ermeyecek bir çaba… Eğitim müfredatı “Allahın dostlarına dost, düşmanlarına düşman” nesiller yetiştirmeye mi odaklanmış? Hayır! “Aile” kavramımız üzerindeki politikalar, Kuran’a ve Allah Resulü’nün Şeriatına uydurulmak üzere mi geliştirilmekte… Hayır… Halâ ilk mektep talebelerinin okuduğu kitaplarda, Abdulhamid Han dahil, Osmanlı Padişahları yurdu satan hain kişiler, Mustafa Kemal de “Türk’ü yaratan bir ilah” olarak anlatılıyor. El an, ilkokul 4. Sınıf öğrencilerine okutulan kitaptan:
“Halkın ne söz hakkı vardı ne oyu
Mutlak hâkim idi padişah soyu
Uyutulmuştu asırlar boyu
Uyandı, silkindi durdu bu millet”
Körpe çocuklarımıza uyutulduğumuzu söyledikleri asırlar, dünya karşımızda el pençe durmaktaydı. Şimdi aynı çocuklarımızı el an halâ böyle ilahîlerle (!) zehirliyorlar:
“Yaptığı ordu
Düşmanı kovdu
Ulusu yurdu
Odur yaratan”
Şahsi çaba yakıştırmamız anlaşılıyordur umarım… Kemalizm’i, Kemalizm’in kanunlarıyla bir mümin de yönetse, Kemalizm’dir! Kötü malzemeyle iyi aşçı bir araya gelse, iyi salata ne kadar çıkabilir ortaya… Sistem, bir zıp zıp topu gibi iman ve ihlâs çapımızı zamanla doğru orantılı olarak düşürmekte… Usta ve mümin aşçı, 17 yılda İmam Hatip Okulu açma rekoru kırdı ama nur yüzlü dede ve ninelerden peyda gençliğin iman ve itikattan düşme rekoru da kırıldı. Çünkü usta ve mümin aşçı, çürük domates, ezilmiş marul ya da kokmuş soğandan iyi salata yapmaya çalışıyor. Sistem yerinde, çaba şahsi… Hele de bu usta ve mümin aşçıdan sonra bir de beceriksiz ve kaypak biri salata tezgâhının başına geçerse, sormayın gitsin! Şahsi gayret, tekebbür edip kokuşmuş sistemin icabına bakamazsa, ortaya çıkacak suçun özlü maddesi şu olmayacak mıdır:
“Müslümanlığın biley taşıyla küfrün bıçağını bileylemek…”
Bugün için zaten küfrün biley taşı, Müslümanlığın bıçağını bileylemiyor da, imanını, itikadını, ahlakını, şahsiyetini törpülüyor, eritiyor. Buna kim engel olacak? Şahsen mümin idareci mi, yoksa müminleştirilmiş idare mi? Bu sualin cevabı, bütün halde Müslüman olan için nettir ve İslam’ın kendisindedir…
“Ey müminler! İslam’a bir bütün halde dahil olun…” (Bakara-208)
Bu sualin ibret tablosu da, her zerresiyle küfre, zulme ve bunlardan peyda fuhuş, içki, faiz, kumar gibi illetlerle hayatı boyunca erkekçe çarpışmış Timur Taş Hocaefendi’nin, Devletin resmi kumarhanesi Milli Piyango’ya genel müdür atanan erkek oğlundadır…