Heykelleri Yapmak, Düşünceleri Yıkmak!

Yazan: 14 Mart 2019 3028

Poseidon, kardeşi Baştanrı Zeus’la bile tanrılığı paylaşmak istemez… Üstelik bahtına “denizler tanrılığı”, annesi Rheia’nın yardımıyla Zeus onu kurtarınca düşmüştür. Böyleyken öbür tanrılarla birleşir ve eşit olduğunu düşündüğü Zeus’a karşı türlü desiseye girer… Olimpus’un dedikoducu tanrılarında küçüklük hissi yoktur. Belki de, bu tanrıların düşsel dölleri mesabesindeki Yunanlar, her şey ve herkesi bu yüzden kendi mucizelerinden peyda bilirler. İnsanlığa düşün mafsallarından musallat bir kesafet hali! Ama iş burada kalmaz, Yunan, Gaziantep’imizin kaskatı bir lezzet halindeki baklavasına da musallat olur:

“Baklava bir Yunan tatlısıdır!”

Miyarsız bir büyüklük hissi… Tanrıları ekâbir bunların, tanrılar arası nispette bile küçüklük hisleri yok… Aslında gerçek küçüklük hissi, büyüklüğümüzden iğrenen içimizdeki iğrençlerde var... Yunan-Batı hayranlığının, ona iki ayaklı şükranlara kalkan iğrençlerinde… Bunlar, içimizde her devrin dehhamesi olarak durur ve semerelerini “biz” vasfıyla verirler. Onlar yapar, biz yaftalanırız! İşte yafta: Sinoplu Diyojen’in, kendisi Atina’da Diyojenleşmişken Anadolu’da heykelini diker, sanki de yokmuş gibi ona Anadolu’da adam aratırız. Sinop’un girişinde bu heykele gelip geçenler sorar:

“Ne arıyorsun Diyojen?”

Ve yaşarken gelip geçenlerin yüzlerine karşı gururla masturbasyon yapan kokuşmuş adam, heykel lisanıyla cevap verir:

“Adam arıyorum! Yok da!”

Olimpus’un eteklerinde etek yaymış bu heykel adamlar karşısında adamlığımızı yele veren adamcıklar, Olimpus zirvesinde tanrılık cefası çekmiş tanrıların da içimizdeki temessülleridir. İçlerinde Zeus taşırlar, dışlarına Zeus taşırırlar! İçlerinde Poseidon taşırlar, dışlarına Poseidon taşırırlar! İçleri Olimpus’tur bunların, dışları Tanrı Dağı… “Düşün” ve “taşın” azametinde Doğu ve Batı uçlarını birleştirir, arada ne varsa presleyerek ezmek isterler. Ezilen Anadolu, ezik addedilen Anadolu…  Millî ruh ve kültür bakiyemizde, tek bir heykele, tek bir kaide koyumluk yer yokken, heykel izdihamında ezilmiş bir çocuk mesabesindeyiz. Anadolu, bünyesinde heykel kızamıklarının açtırıldığı bir hasta…  Ve hastalık, her dem azmakta… Dünün devrimci heykel istilası dinmeden, bu defa muhafazakâr heykel işgalleri başladı. Yakında Hz. Ömer adaletine meftun çok aşırı dindar kimseler, yükselttikleri Hz. Ömer heykeli altında gurur pozu verirlerse şaşmayın! Eşeklik nasılsa, para ile değil, bedava! Bir karga misal gelse ve dikilen bu Hz. Ömer heykeline pislese, başa gelen felâketten dolayı kazayı def niyetine kurbanlar kesilir, Ömer hıncıyla sapanlar ele alınır!

“Alçak karga! Hz. Ömer’e yaptığın bu saygısızlığın hesabını vereceksin!”

Bilmez ki eşek, “Ömer kılıcına gelesice” olmak çapında Hz. Ömer’e asıl saygısızlığı, saygısızlık da laf mı, candan düşmanlığı kendisi yapmakta! Eşekliğe alkış ve takdirse, fikir ekonomimizin asla engellenemeyen enflasyonu! Futbolcunun heykeli, sanatçının heykeli, siyasetçinin heykeli, bilim adamının heykeli, şunun heykeli, bunun heykeli, en nihayetinde heykeltraşın heykeli… Dünyanın son gününde bir heykel dikmek nasip ve lütfundan mahrum kalmamak için bir heykel yapmalı ve onun mermer mahfazalı çipine şu dijital talimatı yüklemeli:

“Bu heykel, kendi kendinin heykelini yaptıktan beş dakika sonra kendi kendini imha edecektir!”

Vaziyet, görülmek istenmeyen cephesiyle aslında bu kadar vahim… “İşimiz Allah’a kalmıştır!” diyeceğiz ama işimizi Allah’a bırakacak yüzümüz de yok… Şöyle bir fırtına esse, sadece heykelleri silkeleyen bir deprem olsa… Hayal… Ya da heykeller arasında bir husumet çıksa… Hep hayal… Mermerden nefslerin içine hırs hissi eksek… Ütopya… “Benim heykelim üstüne heykel olanın!” hırsının hissini… Namütenahi hayal… Ve nafile, hep nafile… Düşün düşün, heykeldir işin! Heykel heykel, düşündür işin! Söyleyin, hangisi daha akustik, hangisi hayale daha senkronize?

Görmüyoruz: Heykeller patronajı altında, düşünceler patinajı üstündeyiz! “Böyyök” bir milletiz, tarihi önümüze katmış akadururken, heykel yapmakla, düşünce yıkmak arasında durmuşuz ve isabetli bir istikamet tercihinde bulunmuşuz! Yani heykelleri yapmış, düşünceleri yıkmışız!  “Helllaaalll” bize! Helâl mi bize?  “Heykeli dikilecek adam” olmak, haram sofrasına meze olmak demekken, herkes içinde helâlinden bir “heykeli dikilecek adam” hülyası taşır! Hülyalar bile heykel! Hani:

“Ah hayaletler garnizonu, ‘tersinden heykel’ vasfınızla size bile razıyız, gelin!”

Diye seslensek, sesimizin yankısı hayalet lisanıyla şöyle yankılanacak:

“Heykelimizi dikmeyeceğinizi bilsek, geliriz amma…”

Kim gelecek, kime gelecek ve bizi heykel emperyalizminden nasıl kurtaracak? Bizde iş yok… Belki de, heykel fikrinin kaynak bataklığını yoklamalı… “Çek arabanı!” tafrasıyla “Çek heykelini!” diye horozlanmalı… O horozluk? O da yok bizde… Tek çare; heykeller arasında çıkartılacak bir desise… Geçtiğimiz günlerde yaşanan bir hadiseyi köpürterek başlayabiliriz belki… Bakın ne oldu: Tanrılık azametiyle kardeşi Baştanrı Zeus’ta bile kendi tanrılığına bir şirk dirseği sezen Poseidon,  Ege’nin dibine üç dişli yabasını soktu, denizi çalkaladı ve oradan kaldırdığı fırtına ile Aydın-Didim’deki kendi heykelini yıkıverdi. Poseidon, kendisine kendisiyle şirk koşulan Poseidon heykelini yıktı! Yani denizden bu tarafa öfkeyle bakan Deniz Tanrısı Poseidon, denize karşı gururla bakan “Deniz Tanrısı heykel Poseidon”u, şiddetli bir rüzgâr göndererek baş aşağı çevirdi ve Tanrılık azametiyle bir nevi, büyüklüğümüzden iğrenen içimizdeki küçük adamlara, Yunanlık hissinin azametiyle kendince bir ders verdi. Ah pervasız ve merhametsiz Yunan tanrıları ah! Heykellerini, bir barbar köpeği gibi yalayan yılışık adamlara bile onca yılışıkları karşılığında yüz vermeyen Olimpus meskûnları… Bir gün, ihtirasınızla şaşırsanız ve içimizde çil çil kubbeleştirdiğiniz heykellerinizi hepten yıksanız, Yunan paganizmine de, İslam muvahhitliğine de muvafık düşen isabetli bir iş yapmış olacaksınız… Biz beceremedik, belki siz becerirsiniz…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi