Doğan Dünya ve Biz

Yazan: 18 Mart 2019 2883

Dünya, mazisine nispetle hiç olmadığı kadar büyük bir ıstırabın kucağındadır. I. ve II. dünya savaşlarıyla birlikte düşünceden siyasete, maddi keşiflerden ekonomik sistemlere kadar insan tasavvur ve tahayyülünün uzanabildiği her sahada kayda değer terakki ve tekamüller gerçekleşti. Her sahada gerçekleşen terakki ve tekamüller insanlığın ızdırabını hafifletmek şöyle dursun onu büsbütün azdırdı. Hususen son bir asırdır müspet bilgilerde ve teknolojik keşiflerde baş döndürücü bir hızla kat edilen mesafeler, neyi aradığını bilmeyenin, bulduğunun da ne olduğu hususunda bir fikrinin olmayışı gibi, insanı, memur olduğu dünyayı inşa etme idealinden fersah fersah uzaklaştırdı. Dünyamız,  geldiği nokta itibariyle sağ salim bir şekilde ulaşılmış bulunan sahilden ziyade, uçurumun kenarındadır. Onu düzlüğe çıkaracak hamle de ne ekonomik, ne politik, ne şu, ne bu… Sadece ruhi… Ruhi hamleyi gerçekleştirmeye namzed devletler ve sistemlerin tamamına göz attığınızda ise o hamleyi bu saatten itibaren hayata geçirebilecek olan ne Amerika ve onun şahsında kapitalizm, ne İngiltere ve onun şahsında liberalizm, ne Avrupa ve onun şahsında demokrasi, ne de Rusya ve onun şahsında –mazisine nispetle- sosyalizm ve komünizmdir. Bu devletler ve yansıttığı sistemler son üç asırdır dünyamızın tepesine kara bir bulut gibi çöküp, en feci katliamlardan tutun da insan haysiyetini sıfıra indiren en deni ahlaksızlıklara kadar tarihte bir benzerine rastlanmamış türlü belaları zehirli yağmurlar halinde üzerimize boca etmiştir.

Tek tek saydığımız devletler ve sistemler bütünü hakkında en özlü ölçüyü koymak bakımından başvuracağımız yegane kapı, bütün insanlık kadrosuna kurtuluşun reçetesini getiren ve her hastalığın mutlak şifasının kendisinde bulunduğu Allah Resulü’dür(sav) ve şu ölçü de O’na(sav) aittir:

-“Küfür, tek millettir.”

·

                Uluslararası küfür şebekesi özellikle son bir asırdır bütün İslam coğrafyasını ve hususen bu coğrafyanın temsilde ve takdirde ağabeyi mesabesinde olan Türkiye’yi türlü stratejik hesaplarla bir satranç tahtası gibi gayet uzmanca ve sinsice kullanmıştır. Lakin bu küfür şebekesi son birkaç yıldır aynı coğrafyada kurduğu bütün planlarını gözden geçirdi ve midesine indirmekten başka bir düşüncesi olmadığı avını türlü hile ve desiselerle pusuya düşürmenin hesaplarıyla meşgul olmaktan vazgeçip, bin yıldır arzuladığı İslam coğrafyasını yok etme planını devreye soktu. Yuları uluslararası küfür şebekesinin elinde olan Fetullah Gülen denen sadık köpek eliyle ülkemizde gerçekleştirmeye çalıştıkları ve Allah’ın lütfuyla milletçe üstesinden gelebildiğimiz darbe girişimi, Batının bölgemiz üzerinde kurduğu planlarını değiştirdiğinin bir göstergesidir. Az değil, kırk yıllık projelerinin, dört saat içerisinde akamete uğradığını gören Batı’nın gözü döndü ve topyekün saldırı pozisyonuna geçti. Bu kavgada ülkemiz adeta file nispetle civciv cürmüne sahip… Peki, böyle bir saldırıya karşı İslam aleminin ağabeyi konumunda olan Türkiye’nin takınması gereken tavır nasıl olmalı? Savaş sanatlarına vakıf olanlarca bilinir ki, düşman sizden üstün ise ve size olan saldırılarını yoğunlaştırmışsa duruma göre size düşen en güzel taktik, taarruzdur. Lakin bu taktikle kurtuluş, geçicidir. Kurtuluş savaşı buna güzel örnektir. Yedi düvele karşı koyduk ama sular durulduktan sonra da yırtık çarıklarımızla ve yamalı elbiselerimizle yine baş başa kaldık. Batının asırlardır bizi mağlup etmesindeki maddi sırra vakıf olamadık. Bunun için de her alanda batıya mahkum olduk.

Huzur ve sükûnetin sürdürülebilir olması için her sahada canhıraş bir çalışma atmosferine girilip, devletin hayati ihtiyaçlardan hiçbirisini ithal etmeye mecbur kalmayacak şekilde yerli üretime geçmesi lazım. Ve milletinin her ferdini bu üretim aşamasına dahil edip milletçe ve devletçe ayağa kalkmanın politikalarını devreye sokması lazım. Milletini aşağılık psikolojisinden kurtarıp iyi, doğru ve güzelin tecelli etmesi için çalışma atmosferine sokması lazım. Ve hepsinden önemlisi, milletini, bu çalışmaya inandıracak fikrî olgunluğa sahip olacak bir şekilde eğitmesi lazım. Tanzimattan beri en büyük problemimiz de bu değil mi? Eğitimsizliğimiz… Daha doğrusu, fikirsiz eğitim politikalarımız… Fikirde muhkem yüzbinlerce mensubu olan devlet müessesesinin iş ve hamledeki gücünü tahayyül  etsenize… Önceki sayımızda bir söz etmiştik, burada yeniden kullanalım:

                “Elimizde şeriat terazisi ve fikir cetveli olduktan sonra, altından kalkamayacağımız yük ve boyunun ölçüsünü alamayacağımız mesele yoktur!”

.

                Amerika, Rusya, Avrupa, İngiltere, Çin, Japonya… Dünya nimetlerinin insanoğluna taksimatı için kurulan kurtlar komisyonu… Bu kurtlar komisyonunun dışında kalan irili ufaklı devletler de bu kurtların tıka basa doyarak kalktığı sofradan kalan kırıntılarla karın doyurmaya çalışan zavallılar… Kurtlarla mücadele etmek için biraz olsun kurtlaşmak mı, yoksa yepyeni bir anlayışla belirmek mi lazım? Cumhuriyet, demokrasi, parlamenter sistem, başkanlık sistemi, şu, bu… İsmi ve cismi ne olursa olsun, nihayetinde bu sistemler bir iskelettir. Marifet, iskeletin kendisinde değil ona giydirilecek olan vücutta, beyinde ve ruhtadır… Ve bu beynin besleneceği fikirde, bu ruhun besleneceği imandadır… Fikirsiz ve imansız bir demokrasi anlayışının az evvel ifade ettiğimiz gibi fen bilgisi derslerinde öğretici meta olarak kullanılan iskeletten farkı yoktur. Bu fikri ve bu imanı, yöntemi ne olursa olsun bu sistemlere giydirerek belirdiğimiz gün gerçek bir devlet olmanın asgari şartlarını yerine getirmişiz demektir. Dünya sofrasının başında bulunan kurtlarla da ancak bu vasıflara haiz bir devletle mücadele edilebilir ancak… Biz Müslümanlar, “Mutlak Fikir”in mensuplarıyız. Siyaset, ekonomi, eğitim, dış politika, sanayi, tarım, vs… Bunlar ancak Mutlak fikrin şefliğinde icra edilen bir senfonyada enstrüman olarak yerini aldığı zaman maksad hasıl olur. Dünyanın ihtiyaç duyduğu huzur ve adalet de ancak o zaman tesis edilir…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi