İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Klişe bir söz vardır ‘’Biz Batının ahlaksızlığını aldık.’’ diye. Bu ‘’yanlış Batılılaşma’’nın doğurduğu bir sonuç olarak dile getirilir. Yani aslında ilmini almamız gerekiyormuş da biz ahlaksızlığını almışız. Batının ahlaksızlığı zaten ilminden, fikrinden inandığı hakikatlerden geliyor. Ahlak ve fikir birbirinden ayrılabilir şeyler midir ki birini alıp ötekini bırakalım? Zaten ahlak fikirden doğmadır. İnsanın fikri neyse zikri de tavrı da duruşu da odur. Dolayısıyla bizim Batı’dan aldığımızı söylediğimiz ahlaksızlığı, alamamış olmaktan hayıflandığımız fikrinin bir tezahürüdür. O ahlak o fikrin mahsulü olarak ortaya çıkmıştır. Batının ahlakı neyse fikri, fikri neyse ahlakı da odur. Gördüğümüz o tüm çirkin ve gayri ahlaki manzaraların tümü Batının temel fikrinin bir gereğidir. Dünya’nın muhtelif yerlerindeki tüm acı tabloların müsebbibi Batı’dır. Yapılan tüm zulüm ve işkencelerin ana sebebi Batının fikrinin temeline oturtulmuş ‘’Yalnızca Avrupalılar insandır!’’ zihniyetidir. Batının ortaya koyduğu bütün felsefi düşünceler temelinde insana hizmet içindir. İnsan da Avrupalı olduğu için diğer tüm insan ırkları onlara hizmet için vardır. Bu sebeple Avrupalılar dışındaki tüm insanlar birer araç gibidir. Diğer tüm insanlar Avrupalıları refaha kavuşturmak için kullanılmalıdır. Afrikalı elmas toplamalı, Ortadoğulu petrol fışkırtmalıdır gerçek insanlar için. Bunun sonucunda da birkaç milyon mahlukun Avrupalıların refahı için feci şekilde can vermiş olması ya da işkenceye maruz kalması hiçbir önem arz etmemektedir. Çünkü zaten onlar Avrupalılar için vardır. Evet Avrupalılar hümanisttir, evet Avrupalılar insan haklarına büyük önem verirler, evet Avrupalılar insanlara nazik davranırlar… Ama insan olanlar sadece Avrupalılardır. Bu yüzden Ortadoğu’da çocuklar fosfor bombaları altında feci şekilde can veriyor, hayatta kalanı kimsesiz kalıyor, kadınlar tecavüze uğruyor, milyonlarca insan genç-yaşlı, kadın-erkek demeden canından oluyor. Ve üstüne tüm bunların müsebbibi Avrupalılar olunca özgürlük mücadelesi oluyor ama bunlara maruz kalanlar kendilerini koruyunca terörist oluyor. Neden böyle oluyor? Çünkü Avrupalılar insanlığın bekası için yapıyor bunu. Onlara karşı duranlar ise insanlığa karşı suç işlemiş oluyor. Hani bir tek Batılılar insandır ya… İşte Batı kökenli tüm zihniyetlerin temeli budur. Buna rağmen tüm insanlık Batı fikrinin üç sacayağı Sokrates-Platon-Aristo önünde ceketinin düğmeleri ilikli halde esas duruşta beklemeli. Biz de bu psikolojik baskıya diyoruz ki ‘’Hadi oradan!’’.
Tüm bunların hepsi Batı temel fikrini oluşturmasına ve Batı fikrinin temelde Sokrates’te bütünleşmesine rağmen Sokrates iyi insan, büyük düşünürdür. Buradan da sanıldığı gibi Batının sadece ahlaksızlığını almış olmadığımızı görerek anlıyoruz. İslami ambalajla Batı fikir dünyasının düşünceleri bizim hakikatlerimiz arasına çeşitli bahanelerle serpiştirilmiş. Pirincin içine atılmış beyaz taşlar halinde pilav niyetine bu taşlar da bize yutturulmuş. Pirincin içindeki siyah taşları fark edebilmek kolaydır da tehlikeyi fark edebilmek ve beyaz taşları pirinçten ayıklayıp dişlerimizi muhafaza edebilmek daha zordur. İşte bu beyaz taşlar gibi alim, evliya ambalajıyla Müslüman Anadolu evlatlarına sunulmuş bazı şahıslar İslam’ın merkezine oturtulmaya çalışılmıştır. Bunlar, Batı kökenli fikirleri İslami bir kisve altında bizden olmayanı güya bizdenleştirerek İslam’ı kökünden çürütmek gayesi taşıyan, şeytanın Sokrates’ten başlayarak yürüttüğü kirli operasyonun içimizdeki en büyük parçaları olan Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşt gibi İslamsı filozoflardır. Bunlar içlerinde en meşhur ve aleni olanları. Duyunca şaşıracağınız daha birçok isim felsefeyi İslam’la barıştırmak ve birleştirmek gayesine düşmüştür. Çocukluk çağlarımızda bu isimlerle beraber birkaç meşhur isim daha ders kitaplarında, orada, burada devamlı karşımıza çıkardı. Biz de İslami kisvenin altındaki gerçek emelleri göremediğimiz için isimlerinin başındaki ‘’ibn’’ ibaresini görünce bunları alim-evliya zanneder öyle muamele ederdik. Meğer çocukluk halimizle yalnızca bu zatlara mahsus olarak içimizden künyelerindeki Arapça oğul anlamına gelen ‘’ibn’’ kelimesinin sonuna bir sesli harf daha ekleyerek değiştirmek gelmesinin bir hikmeti de varmış. Ama geçtiğimiz tedrisat doğruyu yanlışı ayırmak bir kenara bizi yanlışın kucağına sürüklemekte olduğu için yanlışı fark etmek mümkün değildi. Bilmezdik İbni Sina’nın ‘’Allah gaybı bilmez.’’ dediğini ya da Farabi’nin filozofları peygamberlerden üstün gördüğünü bilmezdik. Baktığımız zaman ikisinin bu görüşleri kibre dayanıyor. Allah’ın ve peygamberlerinin üstünlüğüne tahammül getiremeyerek bu zelil duruma düşmüşlerdir. Aslında kendisini filozof olarak tanımlayan Farabi de ‘’Anlasanıza!’’ dercesine sinyal çakıyor. Eflatun ismiyle şekerlenerek anlatılan Platon’un da ne mal olduğunu bilmezdik. O zamanlar Eflatun da yine bu isimlerle beraber anılırdı ve övgü sözleriyle yüceleştirilirdi. Onu da yine İslam alimi zannederdik. Tabi kendisinin aslında Platon olduğunu ve bir Yunan filozof olduğunu öğrendiğimizde liseli Anadolu çocuğu olmak vasfımızla ‘’meğer kafirin tekiymiş’’ hükmünü vermemiz çok da zor olmadı. Biz çocukluk masumiyetimizle bu hükmü bir bakışta verirken Platon’u Allah dostu, Sokrates’i peygamber olarak bilen, bildiren ve öylece fikirlerini cebe atan azımsanamayacak derecede büyük bir Müslüman kesim var. Ve buna başka kimseden değil alim bilinen zatlardan okuyarak ve öğrenerek inanıyorlar. Oysa Sokrates’in gerçek yüzü hiç de bilindiği gibi toz pembe falan değil, pembe ama yüzü değil. Peygamber olduğu iddia edilen ve Batı felsefesinin baş temsilcisi olarak görülen Sokrates’in devrinde felsefede bilgeliğin ve eğitimin en temel uygulaması ‘’oğlancılık’’tı. Hatta oğlancılık M.Ö 600 ve M.Ö 400 yılları arasında doruk dönemini yaşamıştır. Yani tam da Sokrates’in yaşadığı dönem. Bu ilişki bırakın yasak olmayı en erdemli ve ahlaki davranış olarak karşılanırdı. Hatta Yunanlılar azimli sıçan hesabı oğlancılığı eğitimin temel parçası haline bile getirmişlerdi. Öğretmen-öğrenci arasındaki bu ilişki bir olmazsa olmazdı. O dönemde geleneksel eğitimini tamamlayan erkek çocuklar kendisinden yaşça büyük bir bilgenin sorumluluğu altına girerdi. Bilge ve erkek çocuk arasındaki ilişki bilgenin gence ahlaki eğitim, ruhsal ve zihinsel rehberlik ederek gelişiminin hızlanmasını sağlamak içindi. Hatta belli bir yaşa gelmiş ve hala bu anlamda kendisine bir hoca bulamamış gençler evde kalmış kız muamelesi görürmüş. Bu eğitim Atina devlet yönetiminin saygın temsilcilerini iyi yetiştirmek için bir hayli önem arz ediyordu. Zira bu eğitim ahlaki, ruhsal ve zihinsel olarak gençlerin çok iyi(!) yetiştirilmesini sağlıyordu. Bir anlamda Atina’da oğlancılık devletin bekası için çok önemliydi. Çünkü devlet yönetiminde bulunacak kişiler bu eğitimden geçmek zorundaydı. Kendisini geliştiren genç olgunluğa erişince artık o hoca haline geliyor ve adeta elini ovuşturarak bir erkek çocuğunu aramaya koyuluyordu, bu böyle nesillerce silsile halinde devam edip gidiyordu. Yani Antik Yunan’da eğitim ilk halkadan son halkaya bir ‘’papaz bağı’’ halinde uzanıyordu. Yunan felsefesinin de ana dayanağının Sokrates olduğunu düşününce o da mutlaka bu papaz bağının bir halkası olmak durumunda. Belki de en büyük halkası… Zaten Sokrates’in öğrencisi Alcibiades’le olan ilişkisi Platon’un Symposion eserinde açıkça görülmekte. Hakkında peygamber, muvahhid, gerçek iman kutbuna çok yakın gibi ifadeler kullanılan Sokrates’in son sözü de bu anlamda hakikate ışık tutucu nitelikte. Sokrates’in zehri içerek ölmeden önce dostu ve öğrencisi olan Kriton’a söylediği son sözü “Asklepios’a bir horoz adadık, onu yerine getir, unutma!” olmuştur. Peki bu bahsi geçen Asklepios kimdir biliyor muşunuz? Bir Yunan tanrısı, Yunan sağlık tanrısı... Yani Sokrates son sözüyle açıkça Yunan tanrılarına inandığını belli ediyor. Sokrates bir putperestti ve Yunan tanrılarına sonuna kadar bağlıydı, hem de son sözü o tanrılardan birine olan adağının yerine getirilmesi olacak kadar bağlıydı. Bu hadiseyi bildikten sonra Sokrates’e bırakın peygamber, muvahhid demeyi gerçek iman kutbuna yakın demek bile akıl ve izan dışı bir iddiadır.
Batı eşcinselliği bir fikir olarak binlerce yıldır işlemekte. Lut Kavminin çocukları günümüzde de zehrini büyük bir iştahla yaymakta. Dünya’da eşcinsellik muazzam derecede artmış ve normalleşmiş durumda. Eşcinsel başbakanlar ortaya çıkmakta, eşcinsel First Lady’ler türemekte… Ünlüler, bilim adamları, sanatçılar Batının tüm büyük ve meşhur şahsiyetleri birer birer eşcinsel olduğunu açıklamakta veya eşcinsel oldukları ortaya çıkmakta. Eşcinselliğe doğru planlı bir şekilde ilgi akımı yapılıyor. Bu tip meşhur şahsiyetler vesilesiyle eşcinsellik övgü dizilecek ve merak uyandıracak bir hale bürünüyor. Bizim topraklarımızda dahi kimi eşcinsel fenomenler ‘’sempatik’’ olarak algılanıyor. Zeki Müren ve Bülent Ersoy’la başlayan Fatih Ürek’le devam eden ve Kerimcan Durmaz’la günümüzde zirve yapmış olan eşcinsel ünlülük giderek yayılıyor ve bir ilgi odağı oluşturuyor. Eşcinsellik yalnızca iğrenç bir cinsel tercih değildir, bunun ötesinde küfrün bir fikri kolunu da ifade eder. Eşcinseller yalnızca eşcinsel değildir. Eşcinsellik de diğer tüm Batı kökenli fikirler gibi temelinde İslam düşmanlığı taşımaktadır. Ramazan ayında yapılan Onur(!) Yürüyüşü olarak adlandırdıkları zırvada ahlaksız azılı küfür topluluğu -sümme haşa- ‘’Recep’le Şaban’ın aşkına Ramazan karışamaz.’’ pankartıyla amacının tamamen İslam düşmanlığı olduğu gerçeğini alenen ortaya çıkarmıştır. Eşcinsellik Batı’da bir fikirdir. Zira Yunanların atası olduklarına inandıkları androjiniyi yani 3. insan türünü tekrar diriltmenin gayesidir eşcinsellik. Androjini hem erkek hem kadın olan mükemmel(!) insan türüdür Batılılara göre. Şimdi şeytanın büyük planı da 3. insan türünü tekrar meydana getirmek namına insanları öbek öbek eşcinselliğe sürüklemektir. Ve bu pislik yalnızca burada kalmayacaktır ve çocuklarımıza kadar varacaktır. Bugün erginlere sulanan eşcinsel iğrenç tipler yarın ataları gibi çocuklara da sulanacak. Bugün ergin hemcinsine sulanmayı nasıl bir hak ve özgürlük olarak yutturdularsa yarın da sıra çocuklara pis salyalarını akıtmaya gelecek. Sebatla eşcinselliği normalleştiren pislik zihniyet pedofili vakıalarının arttığı şu vakitlere yakın bir vakitte pedofiliyi de normalleştirmek için adım atmaya başlayacaklardır. Hiçbir şey önem arz etmiyorsa yarın çocuklarımıza sıra gelmesin diye küfre karşı tavizsiz şekilde canımızı dişimize takarak çalışmak zorundayız. Çünkü bizim pineklediğimiz yer ve vakitte Batı bu kirli zihniyeti namına planlarını işletmekte.
Yapılmak istenen şey İslam kisvesi altında Sokrates-Platon-Aristo sevgisiyle beraber küfür tohumlarını da Müslüman Anadolu gençlerinin zihinlerinde yeşertmektir. Sokrates’in eşcinselliği ve Yunan tanrılarına olan inancı bu kadar açıkken bizim içimizdeki bizden görünenlerin hakikati Batı’da, Sokrates’te, Platon’da, Aristo’da araması ve İslam’ın içerisine bunları hakikat olarak sokuşturmaya çalışması esas gayenin İslam’ın köküne kibrit suyu dökmek olduğunu gözler önüne seriyor. Hakikati bu gibi çeşitli vasıtalarla Batı’da arama gayreti güneşi batıdan doğurmaya çalışmak kadar abestir. Oysa hiç Güneş Batı’dan doğar mı? Güneş’i Batı’dan doğurma gayreti İslam alemini felakete düşürmek içindir. Güneşin batıdan doğması kıyametin alametidir. Ve Güneş’i Batı’dan doğurmaya çalışan bu ibibikler şeytanın 3.000 yıllık planının bir parçası olarak kıyameti İslam’ın içerisinde koparmak istemektedirler. Batı’dan pislikten başka hiçbir şey zuhur etmediği vakidir, kaldı ki güneş mi doğacak, hakikat mi fışkıracak? Bizim Batı’nın ne fikrine ne de hakikatine ihtiyacımız var. İslam hakikati mutlak hakikattir. Bize İslam hakikatleri yeter. Onun dışında her şey batıl ve zaildir. Biz yüzümüzü ancak savaşmak namına Batı’ya döneriz. Savaştan ziyade hiçbir münasebetimiz ve ganimetten başka hiçbir alacağımız yoktur Batı’dan. Batı bizim ezeli düşmanımızdır ve ebeden bu devam edecektir. Üstad’ın bir Allah dostunun rüyasına yaptığı yorumdaki ‘’Garp illerine hiçbir masum ayak basmamıştır.’’ inancına sonuna kadar sahip çıkacak ve fikrimizi tüm kötü emellerden ve içeriye girmiş İslam’dan görünen sahteliklerden koruyacağız. Avrupalı olmamanın şerefi bize yeter!