Kimlik İnşâsında Şehir ve Mimâri

Yazan: 04 Şubat 2023 5319

Süleymaniye Külliyesi, hepimizin gördüğü veya duyduğu Koca Sinan’ın şehr-i İstanbul’daki muazzam eserlerinden biri. Bu külliye, birçok farklı bölümden oluşmakta... Fakat bizi cezbeden bir kısmı var ki onu görmeden Sinan’ın taşa ve toprağa nakşettiği ruhu hissetmek nâmümkün diyebiliriz.

Medrese-i Salis, adından da anlaşılacağı gibi medrese-i evvel ve medrese-i saniden sonra üçüncü medrese. Diğerlerinden farkı, eğimli bir arazi üzerine yapılmış olması ve bu eğimin kot farkından dolayı kubbelerinin merdiven basamakları gibi yükselip alçalarak ilerlemesi. Aynı zamanda avlunun kademeli olarak üst kattan alt kata inen hücre ve revaklarına ait geometrik konseptini görmezden gelemeyiz. Hem bütüncül hem parçalı bir şâheser.

Eserin, estetik görünümü bir tarafa Mimar Sinan neden bugünün müteahhitleri gibi arazinin eğimli tarafını kesip, düz bir mekâna bütün parçaları aynı hizada duran bir medrese yapmamış? Ne gerek vardı bu kadar zahmete diye düşünebilir modern dönemin insanı, hem belki de daha zahmetsiz olurdu.

Mahlûka olan saygısı vardı çünkü Sinan’ın ve insan gibi diğer bütün canlıların, hatta taşın, toprağın da bir yeri vardı onun yetiştiği medeniyette. Yaradılanı sev, Yaradan’dan ötürü demişti Yunus Emre Hz. Ve üzerine basıp bir zaman sonra da içine gireceğimiz toprak da yaratılandı. Bundan ötürü onu bozmadan üzerini imâr etmişti Mimar Sinan.

Modern dönemde hayatın düzeni insan merkezli diye bir iddia var. Peki insanla birlikte bütün bir mâhlukata, varlığa hürmetin olduğu bir medeniyetin merkezinde insan yok mu? Var fakat o insanla bugünün insanını ayıran çok mühim bir turnusol kağıdı bulunmakta. Bu turnusol kağıdı insanların değer hükümleridir. Değer hükümleri, insanları ayırır ve biçimlendirir.

Bahsini yaptığımız değer hükümlerinin zuhur etmesi insanların hareketleriyle, eylemleriyle, amelleriyle kısacası aksiyon ile müşahhas hâle gelir. O hâlde değer hükümlerini anlayabilmek için insanların yaptıkları eylemlere bakmak gerekir. Burada eylemlerin iki farklı şekilde icrâ edildiklerini gözlemleriz.

-İnsiyâkî Eylemler: İçgüdüseldir, Bu eylemler hayatın idâme ettirilmesi için gereklidir, hayvanların eylemleri ile aynıdır ve diğerlerine nispeten çok fazla yer kaplamazlar.

-İrâdî Eylemler: Bilip, isteyip, tercih edilerek yapılan eylemlerdir. Bizi hayvanlardan ayıran esas eylemlerdir. Her insan irâdî eylemlerde bulunur, bulunmadığını iddia ettiği vakit bile başkasının irâdî eylem olarak tanımladıklarını taklit etmiş olur. Örnek aldığı modelin ürettiği veya düşündüğü eylemi onun yerine yeniden üretmiş olur.

İrâdi eylemlerin meydana gelmesi için bir süreç gerekli ve bu süreç işlerken; içgüdüler, düşünceler, akıl, irâde, hafıza, duygular, vicdan gibi birçok mesele insanı etkiliyor. Herhangi bir olaya karar vermek durumunda kaldığımızda evvela karşı taraftan gelen etkileri alıyoruz, bu etkileri aklımızla ölçüp tartıp analiz ediyoruz ardından iç dünyamızda vâr olan değer yargılarına göre hüküm veriyoruz. Misalen, yanımızda su içen iki farklı insanın sonunda elhamdulillah demesi ile oh çekmesi arasında o iki kimsenin iç dünyasındaki değer yargılarını anlayabiliriz.

Arkadaşlık kurduğumuz kimsenin belli bir süre sonra konuştuklarından mensup olduğu ve inandığı fikri anlamak bu taraftan kolay hâle gelir. Konuştuğumuz kimse Marxist ise Marx’a, kapitalist ise Adam Simith’e, Müslümansa Efendimiz (sav) Hz.’ne ve getirdiklerine inanır. Bütün bir insanlık bu kategoriye girer. Çünkü değer hükümlerine inanmadan yaşamak mümkün değildir. En olmaz fikir dâhi; ateizm, inanmamaya inanır.

Bu kısma kadar irâdi eylemlerin münferit mânâda insanı ilgilendiren kısmına değindik. Şehirleri de insanlar toplu hâlde belirli bir süre içerisinde inşâ ettikleri için meydana getirilen her bir eylem gibi burada da inşâ edilen şehrin arka planındaki değer hükümlerine göre hareket edilmiştir. Misalen;

Antik Atina’nın inşâ sürecinde Hristiyanlık hassasiyeti, Roma nizamı ve Yunan aklı etkili olmuş.

Medine-i Münevvere’de Efendimiz (sav)’in ve sahabelerin uygulamaları hayata geçirilmiş.

Semerkand ve Buhara’dan Sünni-Müslüman-Türkler Anadolu’ya doğru gelmiş ve yapılan medrese ve tekkeler ile yeni bir çığır açılmıştır.

Bu şehirleri diğerlerinden ayıran özellik, insanların istediği hayat tarzı ve inandığı değerlere göre kurgulanmış olması ve onun hayat tarzına imkân vermesidir. Böyle bir şehre ‘etik şehir’ ismi verilmekte. Hayattaki her nesnenin bir işlevsel boyutu bir de simgesel boyutu vardır. Şehir için de geçerli olan bu iki boyut onun etik ve estetik şehir olmasıdır.

Şehir; fiziksel yapısıyla caddesiyle, sokağıyla, anıtsal yapılarıyla, köprüsüyle vs. bağlı olunan medeniyet değerlerini kişiye hissettirip hatırlatacak hatta benimsetip sevdirecektir. Bütün bunlar varsa bu şehir estetik bir şehirdir.

Belirli bir medeniyetin şehri hem işlevsel hem de simgeseldir. İstenilen değerler ile rahat bir şekilde yaşanır. Üsküdar ve Tarihi Yarımada’da birbirlerine çok yakın mesafede bulunan camiler veya Kadıköy Caddebostan Sahili’ndeki alkollü mekânlar buna örnek verilebilir. Her iki ilçenin medeniyet tasavvurunda farklı simgeler var. Biri için cami/mescid vazgeçilmezken diğeri için alkollü mekân onun özgürlük alanıdır.

İnsanın kimliğini oluşturan eylemler, belirli bir zaman ve mekâna ihtiyaç duyarlar. İhtiyaç duyulan bu mekânlar şehirlerdir. Eylemlerin mekânda muhafaza edilmesi şehre inşa edilen yapılar (külliye, cami, medrese, katedral, kilise gibi) ile mümkün hâle gelir. Bu yapıları görünce geçmiş zamanda kalan hadiseler hatırlanır. Ve bu da kimliğin oluşmasına veya vâr olanın korunmasına sebep olur.

Osmanlı, İstanbul’un fethinden itibaren Roma, Bizans-Ortodoks kimliğini Sünni-Müslüman-Türk kimliğine dönüştürmek için on tane külliye inşâ etmiş. İlki 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan, Ayasofya Külliyesi sonuncusu 1763’te III.Mustafa tarafından yaptırılan Laleli Külliyesi’dir. Aradaki zamana baktığımızda yaklaşık 300 yıl var. Bu külliyelerin her biri hayat tarzını ve ait olduğu medeniyetin değerlerini ifade eder.

Osmanlı’nın yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte modern bir başkent olacak Ankara’da da Avrupaî tarzda mimâri etkin olmuştur. Avustralyalı, Alman ve İsviçreli mimarların yaptığı eserler mevcuttur. Ankara Üniversitesi Konservatuar ve Siyasal Bilgiler Fakültesi, Merkez Bankası, Sümerbank, Şeker Fabrikaları, Saraçoğlu mahallesinin yaşam alanı, Bahçelievler’deki ilk konut kooperatifi gibi...

Örneklerden anlaşılacağı gibi şehirdeki toplumsal hafızayı muhafaza edebilmek için yapılması gerekli olan ilk şey âbide niteliğindeki yapılardır. Bu yapılar bize kimliğimizi oluşturan eylem ve hadiseleri hatırlatarak mensup olduğumuz değerleri ve ait olduğumuz yeri gösterir.

Bundan ötürüdür belki; Kadıköy’e Beşiktaş’a gidince ruhu sıkılan, giran gelen Anadolu’nun has evlatları Fatih’i, Üsküdar’ı evleri bellerler.

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi