İnsan: Bir Garip Cenk Meydanı

Yazan: 10 Ocak 2019 3500

İnsan… Kainat’ın “Eşref-i Mahlukât” namlı sakini… Allah'ın arzdaki halifesi... Zıtlar, insan ayeti üzerinde birleşir… Zıtları; Nefsi ve Ruhu... Bakalım:

Nefs ve ruh, birbirine amansız iki düşmandır. Şöyle ki: Birinin elemi diğerinin süruru, birinin süruru diğerinin elemidir. İlahi cilve gereği, ruha, nefse dair bir miktar sevgi akıtılmış… Yoksa asil ruh, serkeş nefs ile bir bedende birleşmeyi kabul eder miydi? Buna rağmen asil ruh, aşık olmuştu nefse, bütün serkeşliğine rağmen… Nefsin ardından bu kadar sürüklenmesi ondan… Ama ilahi cilve de, ondan meyvesini bu sürüklenme seyrinde ister… Asil ruh gurbette idi, asli yurdunu unutmamalıydı.

Zaten “Esfel-i Safilin” (Sefiller sefili) olan bu dünyaya da, “Âlâyı İlliyyin”e (Yüceler yücesi âlem) çıkmak için gelmişti. Dünya, yükselme basamağı idi. Ve kolaya mahal yoktu. Soluk soluğa kalmadan hiçbir talibe madalya da yoktu… Asil ruha asil müşkül: Ya aşık olduğu nefsi adam edecek ve “Âlâyı illiyyin”e çıkacak, ya da büsbütün nefsin hükmüne girip “Esfel-i Safilin”de kalacaktı.

İnsanın “cenk meydanlığı”, işte böyle bir vaziyete müteallik… İnsan ki; kadrosunda, ufkunda Allah’ın “Habibim!” diyerek kendine sevgili kıldığı, “Sen olmasaydın eflaki yaratmazdım!” dediği M….d Mustafa var… Ya da tersinden insan ki; kadrosunda, kıyamete kadar cehaletin sülbünden akıtılacağı Ebu Cehil var… Firavunlar, Nemrutlar, Deccaller, Ahbesler… Kimler kimler var….

Dedik ya; insan, zıtların birleştiği muazzam varlıktır! Ya nefsi, ruhunu kölesi yapar ve onu, Kuran’ın “Bel hüm Adal” (hayvandan aşağı) dediği zümreye katar… Ya da ruhu, nefsine hükmeder ve onu, “Razıyeten merziyye“ (O Rabbinden, Rabbi de O'ndan razı) makamına mazhar kılar...

Bu cengin ifa mühleti, kıyamete kadardır. İnsanların sadece ismi değişir. İyilik de, doğruluk da, güzellik de, elden ele zamanı kuşatır. Kötülük, yanlışlık ve çirkinlik için de aynı şey… Şairin dediğini duyalım:

“Ebu Cehil ölmedi Ya Resulallah! Kıtalar dolaşıyor!”

İnsan içre “ruh ve nefs” diye serdedilen cehd, insan dışında “Hak ve batıl” ismiyle tesmiye olunur ve icra edilir. Kıyamete dek… İnsan, içindeki cengi kaybetmedikçe, dışında asla yenilemeyecek olan cengaverdir… Rivayet odur ki; bu sebeple Allah’ın Resulü, Tebük gibi zorlu bir seferden dönerlerken Ashabına:

“Küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz.”

Diye buyurmuşlardı. İçimize sarkıttığımız teleskopu koy verelim ve şimdi, kuşlar gibi süzülerek İslam coğrafyasına tepesinden bakalım… Nemrutların halâ kan döküyor olmaları, yeni nesil İbrahimlerin büyümemesinden midir? Katran karası zulmetlere müştakız! Allah’ın Resulü, müminleri biribirlerine emanet etmişti.

Ama müminler, emanet edenin emanetine sahip çıkamadılar. Ruhumuzu, nefsimize galebe çaldıramadık… Nefsimizi, ruhumuza padişah kıldık… Nefislerimizin zulmet karası elleri, gözlerimizi kapattı. Göremedik… Oysa nefislerimizi gözleri bağlı bir köpek gibi layık olduğu yerde konumlandırmalıydık… Aşksız sloganlar eşliğinde caka satarken, nefislerimizi kurulduğu makamlarda rahatsız edemedik… Oysa kapılarına dayanmış bir ordunun sayhaları karşısında hissetmelilerdi kendilerini… İslam’ın fetih sancağını, surlarını yoklarken terlemeliydi. Anlamalıyız; biz, evvela kendi kendimize yenildik… Ve dahi bilmeliyiz; içimizi bükmeden, dışımızı eğemeyeceğiz…

İnsana, “zalim ve cahil” olduğunu İslam öğretti, zulümden ve cehaletten kurtulma yolunu da… Yaşanacaksa da İslam için yaşanmalı, ölünecekse de İslam için ölünmeli… Üstadımız Necip fazıl Kısakürek’i duyalım:

“Senden alınan her nefes, varlığın değil yokluğun nefesi…”

İslam’dan gafil olan nefs, acınası bir mahlûk… İslam’la hem hal olan nefs, izzet boyasıyla boyanan aziz bir sultan… Dünyamız ve dünyalımız, izzet ile zillet arası paranoyak… Bağrı hançer tarlası bir muamma sahnesi… Hançer, böğrümüzde, evlerimizde, vatanlarımızda, idraklerimizde… İdraki iğdiş edilmiş nefs panayırındayız. İşgalin zahiri ve Batıni orduları, hanelerimizi çiğniyorsa, meselenin peşrevini azgınlaşan nefslerimizde aramalı değil miyiz? Çocuklarımızdaki dudaklar büzülüyse, İslam’ın ruh vatanındaki seyrimizin yokluğundan değil midir? İslam’ın kıymetini bilemediğimizden, kıymetsizleştik… Kıymetsizliğimizin başkenti, İsrail’e başkent kılınan Kudüs’ten çığırılıyor! Kudüs, nefsimizin podyumu… Peygamberler Peygamberinin, Peygamberlere imamlık namazgâhında şimdi, dünyanın bütün kirli nefsleri zulümgâh… Kudüs, yüreği volkan bir yetimlik abidesi… Rabbimiz, bizleri affetmeli ki; o volkana lavı nefislerimizdeki ateşten taşıdılar. Ya Suriye, ya Doğu Türkistan… Hıı? Ses gelmiyor? Kulakları katran tıpasıyla tıkalı nefslerimiz! Yemen’in, dünyaya rezaletini ekmek yokluğuyla ifşa eden çocuklar… İslam’dan kopmak mikyasınca, asalet ve haşmet çığırlarımızdan koptuk… Rabbimiz bizleri affeder mi? Üzerinden Allah Resulü’nün kokusu gelen şehitler, çocuklar… Küstürdüğümüz güller, bülbüller… Büsbütün küstürdüğümüz sevdamız… Leyla? Mecnun? Nerede, kimlerleler? Sevdayı öldürdük, sevdasız kalarak öldük… Rabbimiz affeder mi?

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi