Hicab

Yazan: 02 Ağustos 2019 2913

Hicap… Ar etmek, hayâ duymak, utanmak… En kapsamlı ifade ile “sakınmak” demek…

Allah, insan dışındaki mahlûka, düşünmesine ve hayâ edip harekete geçmesine mahal bırakmaksızın ilahî ve hazır bir tesettür giydirmiştir. Eşref-i mahlûkat olan insandan ise şuurlu bir kıyam iradesiyle tesettüre bürünmesini istemiş, bu amelin ifâsı için de insana hayâ duygusunu vermiştir. Böylece ayrım yapmaksızın her insanda örtüsüzlük kerihtir, nefsanî bir kıratta da olsa her insan çıplak bedenini bir şekilde örtmez ihtiyacı hissetmiştir. Örtünün kamil ölçüsü ise yalnız mutlak hakikatler manzumesinde olarak Allah’ın gösterdiğidir.

Allah Resulü’nün, akılları başlardan götürücü sohbetlerine mazhar olmaları sebebiyle, her biri birer altın mesabesinde olan ve haliyle fıtratlarını da en güzel şekilde muhafaza eden Ashab-ı Güzin’in nur halkasından Ümmü Hallâd isminde bir hanım, bir gün Peygamberler Peygamberi’nin yüksek huzurlarına çıktı. Yüzü de dahil, bütün vücudu örtülüydü. Savaşa giden çocuğunu sormak için gelmişti. Zira çocuğu şehid olmuştu. Haberini almış, edebini ve halini hiç bozmamıştı. Ashap halkasından biri Ümmü Hallâd’ın bu haline şaşırdı ve ona:

“Allah’ın Resûlü’ne gelmiş şehid düşen çocuğundan bu halde haber mi soruyorsun?

Dedi. Ümmü Hallâd, bütün vakar ve tesettür ziyneti üzerinde, ona:

“Çocuğumu kaybettiysem hayâmı da kaybetmedim ya!”

Diye karşılık verdi ve kadında hayânın nasıl da sarsılmaz ve yüce bir mevkide olduğunu işaretledi.

Tesettür, Allah’ın bahşettiği beden nimeti, Allah'ın emreylediği şekilde ve çeşitli kumaşlarla bezemekten ibaret ruhsuz bir fiil toplamı değildir! Tesettür, mağazadan alınan ve dikili bir kumaş toplamından da ibaret değildir. Tesettür her hâl ve durumda imandan bir şube olan haya sıfatına uygun tavır takınmaktır.

Tesettür, Müslüman kadın ve erkeğin şahsiyetini koruyan bir muhafaza duvarıdır. Hakiki Müslümanlık belirten bir hanede işletilmesi gereken “haremlik-selamlık” müessesesi, hanımı, haremliğinde hakiki hür, erkeği ise selamlığında hakiki hür kılar. Haremlikten bir kadının selamlığa çıkması ya da selamlıktan bir erkeğin haremliğe girmesi, hakiki hürriyete selam çakan bir hürriyet ifadesidir. Öyle ki bu hürriyet, haremlik ve selamlık arasındaki duvarları aşmayan ses ifadesinde bile müşahede edilebilir. Müslüman kadın ve erkek, durması gereken yeri bilir, böylece kendi cinsinin hakikatine zulmetmez. Haremlik-selamlık müessesesinde, erkek misafirlere servisi hanımlar yapmaz. Bir hanımın, misafirleri için özenle yaptığı şeylerin takdimi erkeğe aittir. Böylelikle hem iş paylaşılmış olur, hanımların yükü hafifler, hem de Müslüman kadın ve erkeğin şahsiyeti muhafaza olunmuş olur, nihayetinde İslam’ın da emri yerine getirilmiş olunur. Ama bu müessese çoğu zaman nefs oyunlarıyla yıpratılır. Mesela kendilerini farkında olmadan melek cinsine haml eden çoğu kimse, sanki neftsen tecrit olunmuş gibi:

“Ben onun abisiyim, ne olacak?”

“O benim kızım yaşında, ne sakıncası var ki?”

“Ben onun annesi sayılırım yahu!”

“Elimde büyüdü, abartmayın!”

Gibi cümleler kurarlar ve haremlik-selamlık bütününün nurdan surlarını, nefsanî top ve güllelerle yıkarlar. Onlara cevabı biz değil, peşin ve ezelî bir takdirle Rabbimiz vermiştir:

“(Allah Resulü’nün hanımları kastedilerek) Onlardan bir şey isteyeceğiniz vakit, perde arkasından isteyin. Bu, sizin ve onların kalbi için daha temizdir...” (Ahzap-53)

Haremlik-selamlık emrini kendileri için gerekli görmeyen hanımlar, bu ilahî fermana göre Allah Resulü’nün muazzez zevcelerinden daha mı paktırlar? Ya da kendilerini bu emirden hariç gören erkekler, İnsanlık Fahri’nin mukaddes Sahabîlerinden daha mı çok nefslerini terbiye etmişlerdir?

İlahî fermanın devamında ümmete nikahları haram kılınan Peygamber zevcelerine karşı durum böyle iken sorunun cevabı gayet açıktır. Evde tesettür davası böyle yürütülürken, evin dışında ise hanım ve erkekler için Şeriatın tayin ettiği örtüye bürünülür ve o örtüye yakışmayan hareketlerden kaçınılır. Hem günümüzde sadece hanımlara hasredilmek istenen örtünmek emri erkekleri de kapsar ve insan cinsinin her iki şubesine de şumuliyet belirtir. Tesettürün sadece kadına has olduğu algısı, belki de kadının tesettür ölçülerinin, erkeğinkine kıyasla daha fazla olmasındandır.

Kadının tesettür ölçüsünü sekiz maddede özleştirmemiz mümkündür:

Bedenin tamamının örtülmesi: Bu şart, kadının elbisesinde aranan bir farzdır. Ayet meali:

“Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle de, cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerini sımsıkı örtsünler. Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır.” (Ahzâp-59)

İmam Kurtubî’ye göre bu ilahi fermanda geçen “cilbab” kelimesinin anlamı:

-Bedenin tamamını örten elbise…

Haddi zatında zinet olmaması: Allah, Kuran’da hanımlara ziynetlerini açığa çıkarmamalarını emretmiştir (Nur-31). Kadının süs sayılabilecek elbisesi, takıları gibi bilcümle ziynet kapsamına girecek şeyler ile dışarıya çıkması günah sayılmıştır. Bugün kendine tesettür mağazası adını veren firmaların ürettikleriyle sokağa çıkan bir hanım, hayal ötesi bir çıplaklığın pençesine düşmüştür de, farkında değildir. Hatta saçlarını açsa ve sokağa çıksa, saçlarını yanlış örttüğü halinden daha az dikkati üzerine celp edecektir. Tesettürün maksadı, setr olunmaktır, örtülmektir. Oysa bu tarz tesettür kadını örtmek yerine, kadına dikkat çeker ve bütün haram bakışları üzerine toplar.

Dar olmaması: Bu vasıf hem erkeğin, hem kadının elbisesi için geçerlidir. Hanımlara defaatle hatırlatılan bu yanlışlık, modern zamanla birlikte maalesef artık erkeklere racî bir tehlike boyutuna ermiştir. Başımızın belası moda ile erkekler de, erkeklikten firak ettirilip, taytvari, daracık pantolonlara yönlendirilmiştir. Böylece gerçek tesettürden fersah fersah uzaklaşılmış, bunu bir proje halinde Müslüman erkek üzerinde tatbik edenler, onunla misal bütün azametiyle Yavuz Sultan Selim’in arasını ayırmış, dünün hakiki Müslümanı üzerinde temsil edilen şalvar( geniş pantolon), sarık (başın kapalı olması) gibi giyim sünnetleri unutturulmuştur. Kendi tesettürlerine dikkat etmeyen erkeklerin, sıkma tulumba kıyafetleri üzerlerindeyken sanki tesettür emri sadece hanımlar içinmiş edasıyla hanım eleştirisine girişmeleri, doğal olarak kadın üzerinde etkili bir tesir bırakmamaktadır.

Açık renkli olmaması: Erkeklerin sarı ve kırmızı giymeleri, İslam alimlerince pek hoş görülmemiştir. Hanımların ise dikkatleri celb etmemek için cilbablarını koyu renklerden şeçmeleri gerektiği söylenmiştir. Dikkat edilirse, bütün yasaklar ve ölçülendirmeler, daima ruha tabi ve dış şekli ruha tabi kılıcı bir keyfiyette…

Koku sürülmemesi/sıkılmaması: Bu vasıf da kadının dışarıda giyeceği elbise ile alakalıdır. Rivayetlerin tamamı incelendiğinde İslam’ın, kadının giydiği dış elbisede koku bulunmasını şiddetle yasakladığı ortaya çıkacaktır. Yine ve daima, ruhî gayeyi tatbike racî…

Karşı cinsin elbisesine benzememesi Erkeğin giydiği kıyafet tarz, renk vb. açıdan kadının kıyafetine benzememeli, kadının giydiği kıyafet de aynı şekilde erkeğinkine benzememelidir. Hadis meali:

“Kadınlardan erkeklere benzeyen ve erkeklerden de kadınlara benzeyen bizden değildir…”

Bu ölçüde de, kadın ve erkeğin hakikatini korumaya yönelik ruhun kokusu ve kendisi…

Kâfirlerin elbisesine benzememesi: Bu, hem kadına hem de erkeğe şamil bir durumdur. İslamiyet hangi şartta olursa olsun, kâfirlere benzemeyi nehyetmiştir. Kâfirlere itaat şöyle dursun, Kuran’da küçük bir meyille bile olsun kâfirlere benzememeye defaatle, büyük yasaklamalar getirilmiştir (Hud-113).

Hadis meali:

“Ruhban elbiselerini giymekten sakının. Kim onlara benzerse benden değildir!”

Modern zamanların moda isimli kıyafet gulyabanisi, İslam kıyafet anlayışıyla bağdaşmadığı gibi onun aynı zamanda candan düşmanıdır. Mesela, şapkayı müminlerin başına zorla geçirmek isteyenler, Avrupa’dan imal ettikleri moda ile beraber İslam libas keyfiyetinin düşmanlığını yapmışlardır. Ecdadımız için kıyafet mevzuunda esas olan küffara muhalefettir, bu minvalde, kâfirler yakalarını önden açsa onlar yandan açarlardı. Fakat bugün için vaziyet tam da Allah Resulü’nün ihtar ettiği gibidir, küffar karış karış takip edilmekde, kertenkele deliğine girse arkasından gidilmektedir…

Şöhret elbisesi olmaması: Bu şart da hem erkeklerde hem kadınlarda aranır. Müslümanın elbisesi mütevazı olmalıdır.

Hadis meali:

“Kim dünyada şöhret elbisesi giyerse, kıyamet günü Allah ona zelillik elbisesi giydirir ve o elbisenin içerisinde o kişiyi ateşe atar.”

Başkalarından farklı olmak, övünmek için elbise giyinmek Müslümanlık ahlakından değildir. Marka takıntısına sahip olmak ve giydiği markalar ile övünüp diğer insanları küçük görmek de bu cümledendir.

Müslüman tesettürünün iktizasından biri de, Nur Sûresi 30. ayette erkeklere, 31. ayette de kadınlara emredildiği üzere “gözleri haramdan sakınmak”tır. Haremlik-selamlık ve tesettürün doğru uygulanması gibi tedbirlerden sonra iş, Müslümanın Allah korkusu ile gözünü haramdan sakındıracak irade gücüne kalmıştır. Ecdat boşa dememiş elbet:

“Göz bakar, gönül akar.”

Gönül en çok gözden etkilenir. Bu nedenle gözü korumak, gönlü afetten korumaktır.

Hadis meali:

“Bakılması helal olmayan bir kadına bakmak, şeytan’ın zehirli oklarından bir oktur. Kim gözünü haramdan korursa Yüce Allah ona öyle bir ibadet (başka bir rivayette iman) ihsan eder ki, o ibadetin (imanın) tadı, hazzı kalbini, gönlünü kaplar.”

İslam, insanı tepeden tırnağa tanzim eder. İnsanı yaratan Rabbi, ona en güzel korunacağı ve cennete layık olacağı vasıfları beyan etmiştir. Cennet karşılığında canını ve malını Allah’a teslim eden biz Müslümanlar, tesettür konusunda yaşadığımız bu akıl almaz tahrifi, hakikatini bizzat yaşayarak protesto etmeliyiz.

Son söz sadedinde: Ey Rabbimiz! Bizi rezil etmek için kafir kılık kıyafetlerini devrim niteliğinde içimize sokup sürdürenleri de, Allah’ın kabul etmediği tesettürü, sanki sahih tesettürmüş gibi sektörleştiren yozlaşmış Müslümanları da sana havale ediyoruz!

Ve meseleye şamil manasıyla kaydediyoruz:

“Yön kıbleye dönmeden, gönül kıbleye dönmez, dönemez.”

Bizi, alem-i sağir (küçük alem) olan insana ve alem-i sağirin arşı mesabesinde olan insan kalbine, ilahî nizamı hakim kılmaya ve bunun doğal bir neticesi olan alem-i kebire(büyük alem), yani insan dışındaki bütün canlı-cansız mahlukata, ilahî nizamı libas etmeye, önce kendi nefsimiz ve ehlimizden başlayarak memur kılan, Allah’tır! Memur kılan Allah, bizleri muvaffak da etsin, gözümüzü, gönlümüzü ve dünyamızı aydın da etsin... Amin…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi