İslâm... Allah indinde tek din... Allah'a ermenin biricik yolu.. İslâm olunmadan hakiki manasıyla insan olmak muhal... Her meselenin hakikati, hak ölçüsü yalnız İslâm'da. Gayrısı azgınlık, taşkınlık, haksızlık kısaca zulüm manzumeleri. Hazreti Fatih'in dediği üzere "İnsan, Allah'ı tanıdığı kadar insandır". Ve put... Ermenin biricik yoluna çakılı ve yıkılmadan yolculuk edilmesine imkan bulunmayan batıl barikatlar...

Put, sözlük anlamıyla "ilkel toplumlarda, doğaüstü gücü ve etkisi olduğuna inanılan, tanrı olarak tapılan, genellikle canlı bir varlığı, özellikle insanı gösteren, tahtadan, taştan, topraktan yapılmış yontu." Ancak bu tanımlama fazlasıyla kısırdır, çünkü sadece zahiri putları tasvir etmektedir. Oysa zahiri putlar batıni putlara nispetle çölde bir kum tanesi... Hakikat gözüyle tasvir şu şekilde "Allah'ın önüne konumlandırılan herşey…" Evet, herşey!

“Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer fitnedir;

Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.”

(Teğâbun, 64/15)

-Buradaki ‘fitne’ kelimesi, Türkçe’de ‘Azdırma, baştan çıkarma, karışıklık, fesat, arabozan, karıştırıcı… (Şemsettin Sami, Kamusi Türkî) gibi anlamlara gelmektedir. Ancak Arapça’da kelimenin esas anlamı ‘sınamak’ (Asım Efendi, Kamûs Tecümesi), deneme, imtihan (hayır veya şerle) sınamadır (Lisânü’l’Arab).-

Ayette de görüleceği üzere kişinin evladı dahi Allah rızasının önüne geçtiği takdirde bir puttur. Kalp arsamızda yükselen nice puttan biri sadece... Hal böyleyken Rabbimizin tecelligahı olan yerde, putların gölgesinde alınlarımız secdeye gidiyor diye iman muhasebesi yapmaya dahi biganeyiz.

“Put gölgesinde varılan bir secdeyi, siz namazdan sayıyor musunuz?’’

Halimiz haykırıyor ki, iman davasından fersah fersah uzağız.

Hadis Meali:

“Sizden biriniz beni annesinden-babasından, çoluk-çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe, iman etmiş olama.’’

Şimdi soruyorum; işimizde, aşımızda, kılığımızda, halimizde, tavrımızda, düşüncemizde hangimizin ehemmiyet sırasında Allah Resulü ilk sırada?.. Utanalım! Evvela bunca zaman utanamadığımızdan utanalım!

Mukaddesatımıza adeta bir bombardıman şeklinde taarruz eden televizyon, radyo, billboard, gazete, dergi, kitap ve muhtelif propaganda vasıtaları zihin kodlarımızla öylesine oynandı, ehemmiyet sıramızı öylesine tarumar etti ki, eğilerek bacaklarının arasından bakan adamın tersten gördüklerini düz zannetmesinden daha abes olarak biz, İslâm'sız ne var ise İslâm'dan olarak görmeye başladık.

Her meseleye tersinden bakmaya kodlanan zihin ile hala fıtrattan gelen hakikate tabi olma isteklisi kalbin, yaşadığı bu sancılı çelişki bir put doğurdu. Adı "ne gelir elden?". Her elini taşın altına koyması gerektiğinde, ellerini cebine sokup, havayı seyrederek ıslık çalan adamların(!) hallerinden rahatsızlık duymamak için vicdan losyonu şeklinde kalplerine çaldıkları ucuz bir teselli...

muhasebe2

Zulmün, kundaktaki bebeğe kurşun, kadınlara tecavüz, erkeklere işkence şeklinde yağdığı coğrafyalar için yumruğunu sıkarak iman öfkesi gösterme haysiyeti şurada dursun, uyuşuk ellerini mazlumlara dua için açmaktan bile bihaberler.  Allah için mücadele edecek ruhi kuvvet safhasına gelene kadar, İslam'ı ve ona dair her şeyi burunlarındaki bir kara leke gibi gizlemek için çabalayanların sayısı hiç de azımsanacak gibi değil. Ezik ruhlu, kılkuyruk tavırlı, salla baş olmakla ünlü alimlerin eğittiği(!) toplumdan da başka türlü bir zuhur beklenemezdi zaten. Dinin emrettiği vakar tavrını, kibir olmakla yaftalayacak kadar muvazenesiz Belam’ların cirit attığı bir din pazarından farksız, mevcut durumu ile Türkiye.

Sormak lazım kırk kişi olunca açığa vurulması emri inen Müslümanların sergilediği iman tavrından hiç mi bir şey anlamıyorsunuz? Bu ahvaliniz milyarlık İslâm âleminin bir ceset yığınından ibaret olduğunun ve aslında kırk inanmış, adanmış, teşkilatlı Müslüman bulunamadığının beyanı değil midir? "Ben Müslümanım! Karısını dul, evladını yetim koymak isteyen ardımdan gelsin!" diye kükreyen Hazreti Ömer'in şahsiyet ve şecaatinden hiç mi nasiplenemiyorsunuz?

Kendilerini rahat ve sıcak koltuklarından kalkmaya ve geviş getiren ağızlarını kapatmaya davet edecek her hakikati olduğu gibi cihadı da İslâm'dan soyutlayıp "radikal" sınıfa -haşa- bir angarya gibi kaktırmaya çalışarak kendi üzerine düşen farziyetten güya soyunmuş olmayı umanlara; korkaklıklarını, kılkuyrukluklarını, yumuşaklıklarını yayvan söylemlerinden dökülen ucuz kelimelerin arkasına saklamaya kalkan teyze adamlara ne demeli peki? Ellerinden gelse nefslerinin ve vicdanlarının(!) rahatı için 1400 sene öncesine uzanıp, Hazreti Peygamberin belindeki kılıcın kemerini çözmeye kalkmayacaklar mı?

Nefslerin bu kadar zoruna giden cihad, tersinden bir bakışla hakikatinin büyüklüğünü ortaya koymuyor mu? Cihad 'Allah'a giden yoldaki engelleri ortadan kaldırmak' olduğuna göre cihadı -haşa- dipteki karanlık odaya kaldırmak Allahsızlıkta, İslamsızlıkta, Kitapsızlıkta, Putperestlikte boğulmaya bir davet değil midir? Madem bunlarla haşrolmaya niyetlisiniz de, ne diye İslam kimliği ile ortada dolanıyorsunuz? Bu hal üzere can verseniz, kendinizi, işinize gelmeyen tarafını adi bir kumaş gibi kırptığınız dinin, hudutları içinde mi sayılacak zannediyorsunuz?! Cihad; O’nun verdikleri ile Rıza-ı Bari yolunda mücadele etmektir, yeri geldiğinde ilimle, yerine göre malla, icap ettiğinde pusatla.... Allah kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.

Hazreti Peygamber buyuruyor ki:

“Cihada katılamayan öyleleri var ki, gittiğimiz hiçbir yer ve geçtiğimiz hiçbir vadi yoktur ki, onlar da bizimle birlikte bulunmuş olmasın! Çünkü onları özürleri geri bırakmıştır.’’

Amenna ve saddakna! Lakin mal, can, evlat yahut herhangi bir şeyi, Allah ve Resul’ünün önüne koyanların vay haline! Gücü yettiği halde rahatı, malı ve canı için mücadeleden geri duranların akıbetini aşikar kılmak için aktaracağım Tebük Gazvesi’ne hazırlık aşamasında cereyan eden hadiselerin fazlasıyla yeterli olacağı kanaatindeyim. Hz. Peygamber, Tebük Gazvesi için hazırlık yapılmasını emrettiği zaman mevsimin olumsuzlukları, hasat zamanı oluşu ve yaz sıcağı nedenleriyle Ashab-ı Kiram’dan bazılarında sefere isteksizlik vardı. Allah, müminleri ikaz etti;

muhasebe3

"Ey iman edenler! Size ne oluyor da: Allah yolunda cihada çıkın, denildiğinde, bazılarınız ağırdan alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak istemiyorsunuz? Yoksa siz ahireti bırakıp, sadeœ dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçici zevki ahiret saadeti yanında pek az ve değersizdir." (Tevbe, 9/38).

Yine akabinde, "Ey müminler! Güçlünüz, zayıfınız hep birlikte savaşa koşun. Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır."(Tevbe, 9/41) ayeti nazil oldu.

Tebük Gazvesi hazırlıkları devam ederken münafıklar fitne yaymaktan geri durmadılar. Münafıkların başı olan Abdullah b. Ubey bin Selül; "Muhammed, Roma devletini oyuncak mı sanıyor? Onun ashabıyla birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle görmüş gibi biliyorum!" diyerek müminleri korku ve ümitsizliğe sevk etmeye çalışıyordu. Münafıklardan bir topluluk hiçbir özürleri olmadığı halde, Tebük seferine katılmamak için Hz. Peygamber’den izin istediler. Allah'ın Resulü, seksenden fazla münafığa izin verdi. Orduya özürsüz katılmayan münafıklarla ilgili çeşitli ayetler indi. Bazıları şunlardır:

“Onlardan bazısı peygambere: ‘Bana izin ver, beni fitneye düşürme’ diyordu. Bilin ki onlar zaten fitne içine düşmüşlerdir. Şüphesiz cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır”

“Cihaddan geri kalanlar, Allah'ın Resulü’ne muhalefet ederek, gazveye katılmamalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat etmeyi hoş görmediler. ‘Bu sıcakta savaşa çıkmayın’ dediler. De ki: Cehennem ateşi daha sıcaktır".

“Yaptıklarının cezası olarak, artık az gülsünler çok ağlasınlar”

Hala içiniz ürpermedi mi?..

Cihadın hakikatini, içimizdeki İbni Selul’ün torunları örtü altına itmek isterken, bir taraftan da dünyayı yönetenlerde zihinlere vurduğu prangalarla adeta “Benim müsaade ettiğim ve bana hizmet ettiğin kadar inancını yaşayabilirsin!’’ dercesine neler empoze ediyor, işin ucunu nerelere vardırıyor bir bakın;

Bir reklam... İngiliz Ordusuna ait... Müslüman(!) bir İngiliz askeri tam teçhizat, timinin korumasında, arazide namaza duruyor... Namazı bitiyor, toplanıp timiyle birlikte güneşe doğru yürümeye başlıyorlar, ekran kararıyor ve bir söz... "İnancını Koru". Reklamın altındaki verilmek istenen mesajı aldınız mı? Müslüman(!), inancını korumak için dahi İngiliz ordusuna bekçi köpekliği yapmak durumda... Peki, inancını kimden koruyor? Batı'nın eşi görülmedik milyonluk katliamlarına, zulümlerine, tecavüzlerine boyun eğmeyen, mahremini teslim etmeyen, mukaddesatını satmayan Müslümandan!

Diyecek pek bir şey kalmıyor bu noktada. Eğer biz Müslüman kimliğimizden, dinimizin emir ve yasaklarından, nefsimizin katırlığı neticesinde uzaklaşmaya devam edersek, sırtımıza semer vuran daha çok olur... Dün Yahudi, bugün İngiliz, yarın kim bilir kim?..

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi