İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Sözlük anlamıyla devlet; “toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal örgütlü bir ulusun ya da uluslar topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık”tır. Lakin bu kuru ve basit tanımlama, tarihi boyunca devletin ne demek olduğunu, el değirmeniyle buğday öğütmekten, kuyudan su çekerek taşımaktan elleri nasırlaşan, halsiz düşen sevgili kızı Hazreti Fatıma, devlet hazinesinden istekte bulununca “Kızım! Yoksulların ve yetimlerin durumu daha kötü, onların senden daha fazla hakkı var” buyuran, Hazreti Resulullah Efendimiz’le (s.a.v), Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer'den sorulur!" diyen Hazreti Ömer’le, devlet başkanı olunca eşini karşısına alıp “şimdi devlet başkanı oldum. Ümmetin yetimlerini, çocuklarını, dul kalan kadınlarını Allah bana soracak. Öyle bir yük var ki omuzlarımda, artık ne mala ne kadına ne dünyaya dair içimde nokta kadar bir meyil yok. Korkuyorum ki eşin olarak sana zulmedecek, sana karşı olan vazifelerimi edada kusurum olacak.’’ diyerek devletin önceliklerinde ne kadar hassas davranması gerektiğini izah eden Ömer bin Abdülaziz’le, devlet erkânının toplandığı mühim bir mecliste üzerine şerbet tasını deviren kölesine öfkeyle ağzını açmışken kölesinin Ali İmran suresinden “Müminler o kimselerdir ki, öfkelerini yutanlar, insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah da iyilik edenleri sever.” mealindeki ayetini okuması üzerine öfkesini yutan, onu bağışlayan ve hatta azad eden Harun Reşid’le, Arap tarihçisi İbnül-Adim’in ‘’O, halk üzerine adalet kanadını gerip, şefkat ve ihsan gölgesini uzattı’’ diyerek anlattığı Sultan Alparslan’la; Rum bir mimarın şikayeti üzerine kadı karşısına çıkan, elinin kesilmesi hükmü verilince ‘’Eğer padişah olduğum için iltimas geçip başka bir hüküm vermiş olsan kılıcımla şuracıkta boynunu vururdum’’ diyen Fatih Sultan Mehmet’le yaşayarak gören Müslüman için elbette tatmin edici değil…
Peki bir Müslüman için nedir devlet?
Büyük Doğu mütefekkiri Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’in “Ben, arının peteğini hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım.” diyerek tasvir ettiği İdeolocya Örgüsü isimli eserin bahsinden bir iktibas; “İslâm, devlete, ruhunu uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlıdır; asla ayrılmaz ve onsuz uzviyet düşünülemez. Akıl erer mi ki, bütün kâinatı kucaklayan İslâm, insan kalabalıklarının maddî ve manevî yekün kıymeti ve toplum iradesi olan devleti, sınırları dışında bıraksın? İslâm’da halk, hakkın zâhiri ve hak, halkın bâtını olduğuna göre, İslâmî devletin tek ölçüsü Haktır ve biricik hâkimiyet onundur.” Evet… Anlaşıldığı üzere bir Müslüman için devlet; halkın, Hak için konuşan dili, Hak için yürüyen ayağı, Hak için çatılan kaşı, Hak için yeri geldiğinde uzanan şefkat eli ve yeri geldiğinde de Hak için zalime inen yumruğudur...
İslam’ın ‘toplum idaresi olan devlet’i kapsamadığını savunmak ne kadar abesse, halka dair bir meselenin de devletin kapsama alanına girmediğini savunmak bir o kadar abestir. Devlet, halkına dair her meselede fert ve toplum hürriyetlerinin dengesini gözeterek, hakikat ölçüsünü ortaya koymak ve de ortaya koyduğu bu ölçünün gereğini yerine getirmek mecburiyetindedir.
Sadece “televizyon” bahsine bakarak ortada hakiki manada bir devletin olup olmadığını görebiliyoruz. “Yediden yetmişe” sınıflamasının dahi içine alamadığı, daha konuşma becerisine erişemeyen kundaktaki bebeklerin dahi fuhşiyat bombardımana maruz kalabildiği; her türlü ahlaksızlığın söylenebilmesi, gösterilebilmesi şöyle dursun adeta propagandasının yapıldığı; iyi-doğru-güzel’e dair ne varsa temeline rahatlıkla dinamit döşenebildiği bu topraklarda, gerçek bir devlet görebiliyor musunuz? Ne zaman mukavvadan değil de sahiden devlet olma yolunda bir adım atılsa, aklını kaybetmişçesine askeri darbelerle, ekonomik yaptırımlarla saldıran ‘Batı Medeniyeti’nin’, en büyük korkusunun yeniden ayağa kalkan bir İslam Devleti olduğunu anlamak çok mu zor? Asırlarca akıl almaz zulümlerin, tahayyül edilemez iğrençliklerin ana vatanı olan Batı’nın, ışığı gören yarasa misali saldırganlaşması, tersinden bir bakışla bu coğrafyada İslam’a nispet edilmiş bir devletin ne kadar elzem olduğunu gözler önüne sermez mi?
Evvela bu memleketin, bu coğrafyanın Müslümanları ve sonrasında da din, dil, ırk farketmeksizin mazlumluğu ile tanınan nice millet; adaletin, hakkaniyetin, insaniyetin simgesi olan İslam sancağının, düştüğü yer olan bu topraklardan yeniden kalkacağı ve zulmün kalbine bir hançer gibi saplanacağı günü gözlemekte ve kanun kanun devletin her uzvuna İslam’ın nakşedileceği, bir elinde adaletin topuzu diğer elinde ise merhametin sıcaklığını taşıdığı halde, adalet kaftanıyla İslam Devleti’nin, yeniden yarasa devletlerin karşında tüm ihtişamıyla salıncağı günü beklemekte...
İslam’ın yalnızca ibadet ritüellerinden ibaret olmadığının ve ‘iyi-doğru-güzel’in yegane kaynağı olan İslam’ın, Allah’ın “Ben insanı, eşya ve hadiselere tesir etmesi için halifem olarak yarattım” emrinden mülhem kainatın her zerresine ilmek ilmek işlenmesi gerektiğinin şuurunda olan Müslümanlar olarak, tavanından tabanına devlet idaresinde söz sahibi olan herkese diyoruz ki “Dik durun, dikiz! Cesur olun, cesuruz! Size lazım olan şey iman ve hamleyse eğer, işte milletiz ve Anadolu'yu tüm İslam Dünyası'na hamilik yaptıracak o gereklerden baraj baraj doluyuz!”
Son söz yine Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’ten; ‘‘Size öyle bir tohum bırakmak nasip etti ki, Allah, mutlaka ağacını yetiştirmek borcu altındasınız!... Bir ağaç ki, ciğerinizin kanıyla üzerine şöyle yazacaksınız: «Allah ve M......» Ve bütün insanlığa örnek fert, cemiyet ve devlet… Bunu heykelleştireceksiniz!’’
‘’Ya olun ya ölün!’’