İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Uluslararası ilişkilere fikri bir perspektiften bakacak olursak, özellikle Türkiye gibi Ehli Sünnet’in kalesi olarak görülen bir devletin yapmış ve yapacağı olan dış politikalarının dolaylı yoldan dahi olsa amacının İslam alemine hizmet olarak belirlemesi gerekmektedir. Dünya sisteminin önümüzde ki 40 yıl içerisinde yeniden dizayn edileceğini göz önünde bulunduracak olursak, Türkiye’nin bu gücü elde ettiğinde kaç yıl elinde tutacağını da belirlemiş oluruz. Orta Doğu coğrafyasında çatışmanın ana nedenlerini kavrayıcı ve bu çatışmaların çözüme kavuşturulması için tutulacak ana eksenin Ehli Sünnet İslam’ı olduğunun şuuruna vararak, yeni ve kapsayıcı bir sistemin teklifine hazır olunması şarttır. Nitekim gücü elde ettiğimiz vakit “Eskimez Pörsümez Yeni”ile içtimai alanı kontrol etmek ve bu kurulan sistem ile dış politikada hamletme kapasitesini arttırmak gerekmektedir. Lakin burada önemli bir husus ise bu sistemi ‘araç’laştırıp asıl olan ‘amaç’ı ıskalamamak gerektiğidir. Asıl amacın sistemleştirilmiş bir hüviyeti olduğunu bilerek nizamın tesisi için şart olduğunun da bilincinde olmak gerekir.
Bilindiği üzere Müslüman devletler üzerinde modern literatürün tanımlamasıyla çatışmanın kaynakları olarak gösterilen; mezhepçilik, sınır ihlalleri, çıkar çatışması, enerji kaynakları gibi sebeplerin aslında sadece işin görünen kısmı olduğunu bilmeliyiz.Gerçek nedenin yalnızca İslamî olarak kurulacak yeni nizamın geciktirilme uğraşı olduğunu söyleyebiliriz. İşte burada Türkiye Devleti’nin dış politika konusunda çatışmaların ipini çekecek ve yeniden huzuru sağlayacak,birleştirici planları ve sapık fırkaların yayılmacılığını önleyecek politikaları şimdiden hazırlamasıdır. Burada değinilmesi gereken en önemli husus ise dış politika da teklif edeceğimiz sistemin öncelikle kendi içimizde tesis etmemiz gerektiğidir. Bu sistemin İslam coğrafyasında uygulanabilmesi için tecrübe elde etmek şarttır. Bu tecrübe dış politikada devletimize muharrik kuvvet oluşturacaktır. Ayrıca örneklik teşkil edilebilmesi için de bu önemlidir. İran’ın sözde İslam Devriminden sonra devrim ihracı adı altında Şia fikrinin ihracını gerçekleştirmek istemesi gibi bir yöntem izlenmesi çok büyük hatalar doğurabilir. Burada yapılması gereken mutlak fikrin her toplumun ruh dinamiklerinde hakikatiyle var olduğunu göstermek ve telkin yolu ile uyandırma diyalektiğini uygulamak olacaktır.
Türkiye bu süreçte vakur bir tavırla mahallenin abisi olarak sistemin paylaşılması konusunda cömert olmalı ve parçaların birleştirilip nizamın kurulması için yardımcı olmalıdır. Bu sistemin devlet eli ile bina edilmesi uygulama sahasında kolaylaştırıcı bir özellik olacaktır. Gücün pekişerek elde tutulma sürecini uzatmak, devletin İslami bir tavra bürünmesi ile mümkün olacaktır. Ayrıca buna ek olarak adaletin sağlayıcısı olduğunu uygulamaları ile gösterici bir kimliğe dönüşmesi şarttır.Bir başka unsur ise Müslümanların mazlumluk payesinden sıyırmak olacaktır. Bu durumu ise uygulanacak politikalarda İslam’ın izzet ve şerefi üzerinden özgüven zerkine alan açmak yolu ile aksiyoner bir toplum oluşturmaktır. Bilindiği üzere özgüvenin yayılması kimseye muhtaç olmamaktan geçer. Kısacası Müslümanların kanaat şuuru ile ekonomik refahını ve özgürlüğünü sağlayıcı uygulamalar, sistemin en önemli politikalarından biri haline getirilmelidir. Bu sayede örneklik teşkil edecek bu sistemin ana unsurlarından biri bağımlı olmamaktır. Bu bağımlılık,üretimin yalnızca tek kalem üzerine kurulmasını önlemekten geçer. Sadece enerji kaynaklarından elde edilen gelirin bir süre sonra yeniden çatışmaya neden olacağını göz önünde bulunduracak olursak, bu çarka birçok dişli ekleyecek sistemin ekonomik altyapısını oluşturmak lazımdır.
Değinmemiz gereken bir başka husus ise hâkim kültür oluşturmak istendiğinde, iç dinamiklerin yerine oturmasından sonra teklif edeceğimiz hakim kültürün İslami yaşam biçimi olarak şekillenmiş olması gerektiğidir. Toplumun diri tutulması ve hayatın her anını kontrol edici işleviyle İslam’ın hâkim kültür olarak toplumların istediği ve yaşamayı arzu ettiği bir durum haline getirmek ve bunun algısını oluşturacak uygulamaları ve politikaları oluşturmak elzemdir. Türk dış politikası artık yurtta sulh cihanda sulh anlayışını kaldıracak yapıda değildir. Bu anlayış “polyannacılık” oynamaktır. Ev yanarken, ev yanmıyor veya evin yanmadığında ısrar etmek ahmaklıktan başka bir şey değildir. Burada yapılması gereken evi ne şekilde söndüreceğimizdir. Evi söndürdükten sonra yeniden tamir mi edeceğiz ya da yanmış olan evi yıkıp yeni baştan mı yapacağız bunun kararını vermek gerekir.
Sonuç olarak, kendi içimizde gerçekleştirdiğimiz inkılapların yalnızca kendimiz için değil, Müslüman toplumların da ufkunu açacak ve onlara yeniden bir kimlik inşa edecek yeterliliği göstermeliyiz. Türkiye bunun için merkezi bir çekim gücü oluşturacak potansiyelini ortaya çıkarırsa ve bunu dış politikada çatışmaların çözümünde kullanmak suretiyle İslam dünyası üzerinde olumlu bir etki bırakırsa, devlet nezdinde değil de halk nezdinde itibarı artacaktır. Lakin tekrar etmek gerekirse mutlak fikir ile örülmüş sistemin merkezden çevreye doğru dalga dalga yayılışı, dünyaya da bir sistem teklifimizin olduğunu gösterecektir. Alternatifsiz bir dünya sisteminin olmadığını açıklığa kavuşturacaktır. Artık insanlığın kurtuluşu ne demokrasi ne liberalizm ne de sosyalizm ile olmayacağını tüm çıplaklığı ile ortaya koyacaktır. Takke düşecek kel görünecektir. Bu sahte ve suni sistemlerin yalnızca madde ve nefs planında işlerliği ruhun yeniden mutlak nizamla belirmesi bunların foyasını ortaya çıkaracaktır.