İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Üniversite yıllarında fakülte kantininde herkese merkezi konumda olarak gözüken bir masanın arka duvarında asılı şöyle bir tümce vardı; “Bizi tanımlamayın, tanıyın.” Düşmanca yaftalanmak yerine, sözün ifadelendirdiği manadan mülhem tanınma gayesi güden bu yazının muhtevasını kendi cephemizden yorarak, kendilerini Antikapitalist Müslümanlar diye tanımlayanların 12-13 Ocak tarihlerinde İslam ve Sol Çalıştayı adı altındaki faaliyetlerine baktık. Çalıştayın ilahiyatçı, yazar ve siyasi parti temsilcilerinden oluşan katılımcıları vardı. Çalıştayın hazırlayıcısı, gezicilerin imamı diye bilinen, kendisini Antikapitalist Müslüman diye tanımlayan İhsan Eliaçık. “İslam ve sol’u bir araya getirerek Müslüman sol bir fikriyatın mümkün olduğunu, İslam’ın sol değerlere ters bir tarafının olmadığını söylemiş; sol’un benimsediği eşitlik, adalet, hakça paylaşım vb. (kafada olup hayatta olmayan) değerler Kur’ani meselelerdir, insanlar bu çalıştayın sonunda kültürel olarak birbirine daha da yakınlaşacaklar.” diye açıklama yapmıştı. Antikapitalist Müslümanlar diye kendilerini tanımlayanlar daha işin başında kendi isimlendirmeleriyle İslam’ı sınırlandırmaktaydılar. Sanki de radikalinden ılımlısına dışarıdan yaftalanmak yerine içeridenmiş gibi İslam’a sıfatlandırma getiriyorlar ve bu yolla, güya kapitalizme karşı durma mücadelelerine ilk olarak isimlendirmelerinden başlıyorlar. İslam öncesi ve sonrasına eklenecek bir kelimeyle tariflendirmeye muhtaç olan değil, her şeyin hakikatini kendisinde bulduran tek kelime ile İslam’dır.
Kapitalizme mi karşısın “Müslüman” kimliğin yeter!
Sosyalizme mi karşısın “Müslüman” kimliğin yeter!
Komünizme mi karşısın “Müslüman” kimliğin yeter!
Emperyalizme mi karşısın “Müslüman” kimliğin yeter!
Yeter ki; fert ve cemiyet hayatına nizam gayeni oluşturan fikirlerin İslam’a tabi, İslam’dan mülhem olsun. Müslüman’ım diyenin İslam toprağından yetiştiremediği fikir çiçeklerini, batıl düşünce akımlarından aşırmaya çalışması İslam toprağını keşfedememiş akıl verimsizliğindendir. Her şeyin İslam’a göre nizama kavuşması demek, insanın dünyayı şekillendireceği fikrini de İslam’la nizama kavuşturması demektir ki İslam bize: “-gıdanı benden al da gıdığını batıl ellerle kaşı.” dememiştir.
İslam ve Sol Çalıştayı adı ile organize edilen şey; sol cenahı temsilen çağrılan adamlara her şeyiyle İslam’ı anlatmak değil, kendilerinin bir kısmı ile benimsedikleri İslam’ı anlatmaktır. Kendilerini sol’a sevdirmenin gayesini güden bu adamlar, Fatih Camiinde ölen işçiler için gıyabi cenaze namazı kılıp, Taksim Meydanı’na 1 Mayıs kutlamalarına yürüyen adamlardır. Fatih Camiinden yürüdükleri alana kadar olan civardaki evlerde bulunan işçilerin bayramını kutlasalardı, bir işçi çocuğunun o gününü bayram havasına döndürebilselerdi, belki birazcık samimi olduklarını düşünebilirdik. Sol dünya görüşü iddiacısı olduğu hayat nizamının, insanı ebedi saadete ulaştıracağı gayesini ve bunun hakikatini İslam’da bulacaksa İhsan Eliaçık’ın kendisini de aşacak şekilde söylediği şeyler mümkün olabilir. Zira biz, kendisinin İslam’ın çağları aşan eskimez, pörsümez, solmaz yeniliğinden bihaber olduğu düşüncesindeyiz. Sol’a göz kırparak değil, “-Sen aradığın nizamı ancak İslam’da bulabilir ve sosyal adaletin hakikatini de ancak İslam’la kurabilirsin.” diyerek sol’a İslam’ı anlatmalıydı. Mümkün olabilirliğini izaha çalıştık ama biz katılımcıların katılışlarında hiç de öyle bir şey görmedik. Çalıştay konuşmacısı siyasi parti temsilcilerinden biri, daha konuşma metninin ilk tümcesinde: “Tek, gerçek, bütün bir din-İslam anlayışı olmadığı gibi gerçek bir sol-sosyalizm anlayışı da olmamıştır.” diyor. Solun gerçekliğini bu denli değerlendirmede haksız değil. İngiliz muharrir Griphit, yıllar öncesinden 261 çeşit sosyalizm olduğunu söylemişti. Bugüne kadar daha da artmış, çeşitlenip çiçeklenmiştir herhalde. İslam’ı sol’a anlatmanın değil de İslam’a dil uzattırmanın organizasyonu olan çalıştayda güya İslam’ı temsilen katılanlardan hiç kimse bundan rahatsızlık duymadı. Çünkü orada İslam’ın hakikatinin değil “kafalarına göre İslam” yorumlarının katılımcıları vardı. İslam’ın âlemşümul, her zaman ve mekânın tek hakikati olduğunu ifadelendiremeyeceklerse orada İslam’ın değil reformist tayfanın dümencileri vardır. Tek gerçek olan İslam kıyamete kadar caridir. O’nun gerçek Müslüman’ı olabilenlerdir ki o tek anlayışın sahipleridir. “Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’an’ı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr Suresi-9.Ayet) Allah Resulü‘nün (sav) devrinde yaşanan İslam ne idi ise bugünkü İslam odur.
Bunları, sola cevap olarak değil solun iddiacısı olduğu ve çalıştayda bahis mevzu ettikleri din-devlet ayrılığı (bu ülkede İslam’ı mahzenlere kilitlemenin adı olan laiklik) savunucuları kendileri oldukları için söylüyoruz. Din, devlet işlerine karışmamalı diyor ya sol, baştan kaybetti zaten. İslam’ın kâinatta boşlukta ya da boş bıraktığı bir alan mıdır ki bu devlet telakkisi, insan kafasından mülhem fikirlere göre şekillendirilsin de dinin emirlerine göre şekillendirilmesin? İslam, insanın ibadetinden giyimine, konuşmasından her iş ve ameline kadar insanı memur kılmışken, muhalfarz devlet ehramına tırmanırken her merhalede İslam’dan bir vazifeyi bırakarak mı çık demiştir? Yani bu ülkede laiklik denilen şey din-devlet işleri ayrı olsun iddiasındayken, 1937 Anayasasının şer topu evladı olarak dünyaya gelmiş, devlet ehramının zirvesinden millet hanesine doğru kartopu gibi yuvarlanıp büyüyerek her alanda İslam’ı tahakküm altına almak gayesiyle kullanılmamış mıdır? Biz şimdi, neyse ki on yılda on beş milyon yaratılan genç çokça İslam’a saygılı idiler mi diyeceğiz? Şunu hiçbir zaman anlamayacaklar mı? -Diyeceğiz ama temennimiz İslam’la bir dünya görüşüne kavuşmalarıdır. İslam nefes aldığın her zaman ve mekânda, her iş ve oluşta Allah’ın ahkâmını icra etmektir. Bunu böyle kabul etmeyenin etmediği de zaten İslam değildir.
Servet Turgut, Yakazat isimli eserinde şöyle diyor: “Mahallesine düzen vermek için bir mahalle muhtarının bile bir siyaset rotasına sahip olması elzemken, her şeyin siyasi bir program ve çizgiyle toplum ve dünyayı kendine göre hizalamaya yeltendiği bir dünyada Müslüman olanın bahtına da şadırvan diplerinde damla saymak mı düşecektir!”
Laiklik kavramını, toplumu inanç zaviyelerinden şekillendirmek için kullananların istedikleri tam da budur. İslam, inananını hayatının her mecrası ve şubesinde sorumlu tutar. Yani ben ibadetimi, alışverişimi İslam’a göre yapayım da devletimi laiklik-demokratiklik vb. sistemlere göre şekillendireyim gibi bir şey yoktur. Mevzu, kim kime yer gösteriyor? Düşüncenin haysiyeti İslam’a tabi oluşu nispetinde kıymete bürünür. Bizim zerresini dahi feda etmeyeceğimiz, kabul ve tatbik gayesinde olduğumuz İslam’ı, hayatımızın her alanına hâkim kılma gayemizin her cephede müdafi olup da siyasi arenada geri mi duracağız? Hem müdafi hem taarruzundayız. Siyasette İslam’a dair söylemleri görüp, siyasal İslamcı yaftalarını asanların yaptıkları İslam’ı sınırlandırmak değil de nedir? İslam ne sonuna cı, cu, cü takısı ne de başına antikapitalist, siyasal, radikal, ılımlı gibi sıfatlar alır. Sosyalizmden, komünizmden, marksizmden, maoizmden beslenerek ortaya çıkan sol, bu toprakların ruhundan fikir devşirememiş sol, bin bir çeşit ucuz fikir dükkânını andıran sol, Batı imalatı seri üretim fikirleriyle demet demet örgütlendikleri bu topraklarda hiçbir zaman Anadolulu bir eyleme girişememiştir. Onları ancak, memleketin mukaddesatına ve tarihi kahramanlarına saldırırken görürsünüz.
Sola yatmış sağcılar, sağa yatıramadığı solcularla karşılıklı İslam’ı konuşuyorlar. Kendileri Diyanet İşleri Vakfı Kadın Kolları kurucularından, İP kurucularından, Halk TV ekranlarında “gerçek İslam” tartışmacılarından, Sözcü gazetesi yazarlarından olan hanımefendi diyor ki; “Kur’an’da başörtüsünün karinesi ve müeyyidesi yoktur.” Bunların ipiyle halka uzanan diyanet sözlerinin kıymetini görebiliyor musunuz? Hdp’nin vekili hanımefendi de şöyle diyor: “Kur’an’da geçen kavramlar yüzyıllar içerisinde çok ciddi anlamda tahrifata uğramıştır ve çarpıtılmıştır.” Tahrifata uğrayan zihinlerdir, Kur’an’-ı Kerim’in kavramları değil. Kur’an-ı Kerim’in hakikatini yine Kur’an’ı Kerimden ve Allah Resulü’nün (sav) Hadis-i Şeriflerinden öğrenmek yerine, Hadis-i Şerif inkârcılarından bilgi edinenlerin bu cümleyi kurması gayet normaldir. Konuşmalarının tamamını çalıştay haberlerinde bulabileceğiniz şahısların düşüncelerini birer ikişer cümleyle aldığımız konuşmaları, İslam’ı karşılarındakilere anlatmak yerine İslam’ı reforme etmek yollu düşüncelerin yumağıdır. İslam’ı anlatmaya gelenlerle solu anlatmaya gelenlerin çalıştayı, İslam’da eksik bulma, sol’un kavramlarıyla İslam’ı özdeşleştirme ezikliği sergileme, İslam’dan bahsederek İslam’a karşı ahkâm kesme, İslam’ı adeta sol’a tez olarak sunma faaliyetlerinin yeri olmuştur. İslam hiçbir sistemin tezi yahut antitezi değil, her sistem ve rejimin aradığı hakikati içerisinde bulunduran nizamların nizamıdır. İslam ne kendisine bir şey eklenecek ne de kendisinden bir şey eksiltilecek değildir.
İslam’ın hakikatini İslam’dan öğrenmek yerine sapkın, reformist, modernist güruhtan deliller getirerek konuşanlar, onlardan aldıkları bilgilerle İslam’ı kendi nefslerine rahatça uydurabildikleri için onların kapılarını çalmaktadırlar. Onlara cemiyet nizamı için hırsızın elinin kesileceğini söyleyen İslam’dan bahsederseniz, gözlerinde elleri kesilmiş hırsızlardan kuleler canlanır da bir hırsızın cezasının o kulelerin oluşmasının önünde engel teşkil edeceğini bilmezler, bilirler de bilmezler, yüz ekşitir, dudak bükerler. İslam’dan kendi dünya görüşlerine payanda arayanlar, aradığı hakikati İslam’da bulsunlar. Yarım kabul değil. Tam kabul. Kabul ve tatbik…
Çalıştayla ilgili bir yazıda –kendilerine İslam’dan hüccet getirme amaçlı- Ebu Zer Hazretleri’nin tavrı bahis mevzu edilmiş. Hazret-i Osman Efendimize karşı Hazret-i Ebu Zer Efendimiz’in:“– Niçin zenginlerden alıp fakirlere dağıtmıyorsun?” demesini esas alıp fert mülkiyetine el koyma hakkı bulunduğu iddiasına girişenler, İslam’ı lokomotiflerine takılacak vagon olarak görüyorlar; fakat Hazret-i Osman Efendimizin: “-Ben Allah’ın Resulü’nden (sav) görmediğim bir şeyi yapamam. Vermek isteyen gönül rızasıyla verir!” cevabını görmezden gelerek, kendi nefslerine uyuyor olarak gördüklerini kabul ediyorlar da neticede işi fert hakkını öldürerek cemiyeti diri tutacakları iddiasına getiriyorlar. İslam “malını ver” demekle ferde mülkiyet hakkı verdiğini gösterir ve hem cemiyet muvazenesi hem fedakârlık ahlakı için ondan malını bağışlamasını ister. Mal da ne, can feda diyebilmek İslam’ın idrakindedir. İslam ne ferdiyetçiliğin ne de cemiyetçiliğin öncelenmesini değil, ferdin de cemiyetin de muvazenesini ihtiva eder. Bu hakikati ne tefekkürüne ermeden düşünen ham yobaz kaba softa ne de onu zahirinden gören batıl idrak fukarası anlayabilir. Ferdin neticesi cemiyet iken cemiyeti oluşturan da fert değil midir ki fert hakikatini, “ağacın varlığını kökün yokluğunda bulmak” gibi bir paradoks anlayışla yok saymak, cemiyeti kurtaracağım diye cemiyet tohumuna zulümden başka bir şey değildir. Sol-sosyalist düşüncenin “yarım tasdik” ile hoşlarına giden fakat “tam kabul ve tatbik” sadedinde uzaklaştığı sahabi içtihadının bu ulvi tavrı, nefslerine uyduğu kadarıyla düşüncelerine yakınlık belirtir. İslam “parçasını yitirirsen bütününü kaybedersin” düsturunca “yarım”lığın değil “tam”lığın nizamıdır. Sen İslam’ı kabulünü tam et, İslam seni tamam etsin.
Kendilerince “İslami mahalleden” delil getiriyoruz diyen sol, misal Nurettin Topçu’nun sosyalizmi olumlayan sözlerini kullanıyor, Ali Şeriati’yi konuşturuyor, İhsan Eliaçık’ı alkışlıyor. Hani şu, Mevlevi ayinlerinde boy boy gözüküpte Nakşî hatmelerini öcü gibi görenler var ya; işte onlar hak ve hakikatin olduğu yerlere ne kadar uzaksalar, kendi düşüncelerine “İslami mahalleden” dediklerinden, İslam’ı reforme etmek yollu konuşanlardan mesnet bulmak anlamında da o kadar yakındadırlar. Bunlar, İslam’ın hakikatini temsili görünce İran’a git diyen, nefslerine uyduğu müddetçe de Şii İran’ın bu ülkedeki reformist dümencilerinden misaller alarak kendi dünya görüşlerini tasdike yeltenen düşünce yobazlarıdır. Bu topraklarda kökü olmayan hiçbir düşünce, bu topraklardan yeşeremeyecek, er ya da geç bu ruhun bağırsakları kendisine yabancı her düşünceyi bünyesinden atacaktır. Fikrin avazı şöyle diyor: Topyekûn insanlığa “yaşanmaya değer hayat” teklifi olan varsa beri gelsin!