İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Zaman ilerledikçe insanlık için muhteviyatı, şekli değişen devlet olgusu ve devletin yapı taşları günümüzde bambaşka bir konuma gelmiştir. Müslümanların devlet ideali, isteği, nizamı bir kenara, devrimizde devlet tüm kanallarıyla insan nefsini; yüceltici hakikatleri intişar ettirecek şekilde beslemektedir. Nefsin tanımını yaptıktan sonra kaldığımız yerden devam edelim. Nefs lûgatta beden ve ruh; ve bir şeyin varlığı, aynı, manalarına gelir. Tasavvuf ıstılahında ise, nefsten, kulun çirkin vasıfları ve kötü ahlakı kastedilir.
Özgürlüğü yalnızca hakikate esir olmakla bulabilecek insanı; günümüz materyalist anlayışı bireysel olarak, devlet çapında ve iktisat teorilerinde ihtiyaçlarının sınırsız olduğunu yani nefsinin hiçbir zaman doymayacak olduğunu belirttikten sonra rasyonel davranmasının şartını kendine en fazla çıkarı veren mal ve hizmeti, iş olanaklarını vs. seçmesi gerektiğini yani insanın nefsine itaatkar olarak mütekamil olabileceğini söyleyerek insanı hakikate değil nefse esir etmiş oluyor. Günümüz iktisat bilimi ve bu bilimin temel taşlarını oluşturduğu devlet; “İnsan hep acıkır hep ister hiç doymaz “ gibi bir söylemle hareket eder. İslam dininin Hak din olduğunun delillerinden olan şeriatının Şari ismindeki Allah Resulü (Başımız ona feda olsun) “Ümmetim adına en fazla korktuğum şey, nefslerinin hevalarına uymalarıdır.” hadisi ve diğer nasslar bu konuda bize uyarıcı oluyor. Haktan uzaklaşmanın göstergesi olan Nefsin heva ve isteklerine kapılmaktan Rabbimizin El-Gaffar ismi şerifine sığınıyoruz.
İnsan nefsinin hakim olduğu dünyaya bir göz atarsak şunları gözlemleriz. Sanayi inkılabı öncesi zengin ile fakir, zengin devlet ile fakir devlet, zengin sayısı ile yoksul sayısı arasındaki fark bugüne nispeten çok azdır. Binaenaleyh Batı müspet ilimdeki harikasını yuları şeytanda zinciri nefste olacak şekilde elde etmiştir. Neticede geçmişe oranla günümüzdeki iktisadi, içtimai devasa adaletsizlik yukarıda belirttiğimiz gibi insanı nefsini tatmin eden bir suje olmaktan başka tanımlayamayan iktisadi tavrın tabii bir sonucudur. Çünkü iktisat biliminde homo economicus (rasyonel birey) kazandıkça kazanmayı isteyecek, maddi isteklerinin bir sınırı, haddi olmayacak böylelikle nefsinin kölesi olmuş olacaktır.
Arz yönlü ve yalnızca kâra dayanan iktisat yapısının ekonomik adaletsizliğini K. Marx ve Hegel bölüşüm ve talep kıstasında inceleyip bir hakikate (Buradaki adaletsizliği tespit hakikat) batıl yönden yön verip kitleleri etkilemişlerdir. Bâtılın ve batının yaptığı hep budur.
Güzel görünen, yalnızca tek tarafı doğru olan ve doğruya değmeyip teğet geçen içi zehir dolu olmasına rağmen dışındaki nispeten bal ile hakikate musallat mezhep, fikir ve düşünceleri insanlığa satan Batı karşısında Doğu; elinde, daha doğrusu ceketinin astarında hakikat (!) olmasına rağmen fikirsizliği sebebiyle 4 asırdır projektör yemiş tavşan teşbihinden öteye kendine yol bulamamıştır.
Evet şeriat, tarikat ve hakikat şeklinde üçlü bir tasnifle üstadın anlattığı benimki benim, benimki senin, hepsi onun ifadelendirmeleri cemiyet hayatının sınırlarını belirtmede temel dayanaklarımızdan. Şeriat “Benim ki benim” ölçüsüyle ferdi mülkiyete imkan dahilinde müsaade eder; zekatı emredip faizi men ederek de hududunu çizer. Şeriat dış zemini tayin ve şekil ölçülerini tebellürde baş amilken tarikat ve hakikat ise bu ölçülerin ruhudur. Nefs insanı melekiyetten ayırır. Nefs insanı insan da yapar hayvandan aşağıda. Yazımızın başlangıcında belirttiğimiz gibi 21. Yüzyılda dünya düzeni eleştirilecekse öncelikle nefs saltanatından başlanılmalı ve hakikate esir olunca kuşlar gibi özgür olduğumuz İslami hakikatlere tekrar geçmişteki yanlışlara düşmeden yapışmalı ve nefse, günaha en büyük engeli koyacak ve bizi hayvani yaşamdan çekip alacak yani günahların önüne set koyarak günah için ortam yaratmak yerine günah işlemeyi zorlaştıran bir devletin umuduyla yaşayalım...
Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek de devlet bahsinde şöyle der:
-İslam, Devlet’e, ruhun uzviyete yapışık olması gibi sımsıkı bağlıdır; asla ayrılmaz ve onsuz uzviyet düşünülemez.
-Öyleyse İslam, en saf ve mükemmel kavranış zaviyesinden, en ileri devletçiliğin en ileri hürriyetle zaman ve mekânda birleştiricisidir.
Evet İslam nizamı insanların dünya hayatının tek yaşanılabilir sistemidir. Bu nizamda bir devlete dayanarak elde edilebilir. İslam’da yönetim biçimi gibi şekil unsurlarından ziyade yönetimin ruhu, dayanacağı nassları vardır. Ancak bu ruhla İslam devletine varılır. Bu ruhun inşası ile ona varabiliriz. Yıktığının altında kalmak gibi bir durumla karşılaşılmak istenmiyorsa inşanın yıkımla bütünleşik olarak devamına çalışılması gerekir ki bu da mutlak fikre değmeyenlere nasip olacak bir iş değildir. Allah bizi İslam davasının omuzlarında şekillendiği gençler olmayı nasip ve müyesser eylesin.
Üzerine kitaplık çapta eserler yazılması gereken bu mesleler meselesini, Servet TURGUT’un fikir pınarlarından süzülerek tek dozluk kapsül haline getirdiği bir cümlecik ile sonlandıralım.
“Gizli kalmasın! Nefsimize sansür koyup, ruhumuzu özgür bırakacak o devleti istiyoruz...”