Modernizm’in Kıskacında: Mehmet Akif

Yazan: 21 Kasım 2020 5475

Mehmet Akif, yakın tarihimizin az bilinip çok sevilen şahsiyetlerinden biridir. Şiirlerinde milli ve manevi konuları işlediğinden ötürü milletimiz tarafından çok sevilir. Belki de, Kemalist bir rejimde, dini duygulara yer veren İstiklal Marşı’nın milli marş olarak kabul görmesi milletimizi gururlandırdığı içindir, Akif’in bu kadar sevilmesi…

Ama Mehmet Akif sanıldığı, düşünüldüğü gibi Ehli Sünnet hassasiyeti olan birisi midir?

“Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” dizelerinin sahibi, İttihat Terakki’de rol alıp II.Abdülhamid Han’a sövmemiş, hakaretler etmemiş miydi? Abdülhamid Han’a sözlü zulümlerinden tövbe etti mi? Etseydi bir şiirle dile getirmesi gerekmez miydi?

Akif’in, Ehli Sünnet muarızı Modernist Cemalettin Efgani ve M. Abduh sevgisinin mahiyeti nedir?

Az bilinen doğrular, doğru bilinen yanlışlar…

Ölmüş bir insanın özeline, şahsiyetine değinecek, eleştirecek değiliz. İçtimai ve itikadi konulardaki duruşundan ders çıkarılan bir Müslüman olmasaydı konu edinmezdik fakat kendisinin Modernist ve mason Cemaleddin Efgani ve M. Abduh’u üstad bellemesini ve onun izinden gitmesini, siyasi ve itikadi konulardaki sapmışlıklarını millete göstermek de elzemdi.

Gençliğinde İttihat Terakki ve Masonlarla tanıştığı, onlar tarafından kullanıldığı bilinen Akif, II. Abdülhamid Han aleyhinde, “Safahat” isimli kitabında şu dizeleri yazmıştır:

“Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler,

 Ah o Yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer” (s. 402)

Yıldız sarayında mukim Sultan’ı kastediyor.

“Çoktan beridir vardı benim bir derdim,

Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim.

Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,

Al-i Osman’dan bu korkaklık edilmezdi ümid.” (s. 415)

Sultan Hamid’in devrin icabına göre aldığı güvenlik tedbirlerine, (nitekim bir keresinde bombalı araç suikastına maruz kalmıştı) kafes ardında hanımlar gibi saklanmak şeklinde hakaret ediyorken gördüğümüz Akif’i, böyle aleni ve çeşitli hakaretler edip Sultan’a zalim demesinden tevkif edilmesi gerekirken, kaynaklarda Sultan’ın değil herhangi bir zulmü, Akif’in tutuklandığı veya sorgulandığı bile bulunmaz.

“Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti.” (s. 421)

“Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.” (s. 422)

modernizmin.kiskacinda.mehmet.akif.1

Peygamberimiz (sav) buyurmuştur ki:

“Herhangi bir kimse din kardeşine ‘Ey kâfir!’ derse, bu tekfir sebebiyle ikisinden biri muhakkak küfre döner. Eğer o kimse dediği gibiyse ne ala. Aksi takdirde sözü kendi aleyhine döner” (Müslim 1/319)

İslam’da herhangi bir Müslüman’ı kâfirlikle itham etmenin hükmü böylece sabittir. Ya tekfir edilen herhangi bir Müslüman değil de devrin halifesi ise… Durum vahimdir, geçelim.

Yine İstibdat isimli şiirinde Halife-i Müslimin’e diyor ki:

“Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se,

Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e.”

Bu örneklerden sonra şu soruyu sormak mümkün değil midir?

Bir kalpte, hem Abdülhamid Han’a hem Mehmet Akif’e yer ayırmak mümkün müdür? Çünkü açıkça görülüyor ki, birinin diğerine kini, diğerinin berikinde hakkı vardır. Ve bu hak Akif tarafından başka bir şiirle helallik maksatlı alınmamış durmaktadır. İkisi de Mısır’dayken Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Mehmet Akif’e, Sultan’ın arkasından tövbe kastıyla bir şiir yazması gerektiğini hatırlatmış ve Akif sükût etmiştir. Fakat Mustafa Sabri Efendi hayal kırıklığıyla aktarmıştır ki, böyle bir şiir hiç yazılmamıştır.

Akif’in cürmünün daha da arttığı başka bir yanlışa geçelim; Abdülhamid Han’ı hal ederek yönetime geçen İttihatçılar’ın hükümetinde, Necid bölgesinde istihbarat faaliyetinde bulunduğunu bilinen Mehmet Akif, Vahhabilik’ten burada mı etkilenmiştir bilinmez ama şunları söylemektedir:

“Bu Kuran inmemiştir, ne fal bakmak için,

Ne de kabirde okumak için.”

Efendimizin (s.a.v), "Yasin, Kur'ân'ın kalbidir. Onu bir kimse okur ve Allah'tan âhiret saadeti dilerse, Allah onu mağfiret buyurur. Yâsin'i ölülerinizin üzerine okuyunuz." (Müsned, V/26) dediği malumdur ve tüm Ehli Sünnet âlimleri kabirde Kuran okumanın ölüye fayda verdiğinde müşterektir. Akif’in bu cümlesinden hüsnü zan ile Kuran’ın sadece kabirde okunmaması, ahkam ayetlerinin de hayatta tatbik edilmesi gerekliliğini çıkarıyor ve geçiyoruz.

Yine kendisinin bir şiirinden:

“Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”

Kuran-ı azimüşşan, hadisler olmadan anlaşılamaz ve haliyle hadisler olmadan doğrudan doğruya ondan ilham alınamaz. Fakat aynı şiirinde içtihada yeterliliği sayarken Kuran, sünnet ve icmadan da bahseder. Bu cümlesini de Kuran’dan, sünnet ile birlikte ilham almayı kastettiğini söylesek de “asrın idrakine İslam’ı söyletme”sine tevil getiremeyiz. Çünkü en az, son üç idrakini Batılı materyalist mantık şekillendirmektedir. Ve asrın idrakine İslam’ı söyletmek Batı’nın memnun olacağı şekilde İslam’ı yorumlamak demektir. Bu görüş de az sonra değineceğimiz üzere üstadı olarak gördüğü Modernist Cemalettin Efgani’nin mantığıdır ve bizce merduddur. Bilinmesi gerekir ki bu dizelerin doğrusu, hakikisi “İslam’ın idrakine söyletmeliyiz asrı” olmalıdır!

Mehmet Akif meselesine girince tabii ki meşhur Cemaleddin Efgani ve M. Abduh gibi Modernistlere olan muhabbetinden bahsetmeden geçemeyiz.

Efgani, aslen Şii’dir ve İran’ın Hemedan şehrinde doğmuştur. Şiiliğini gizlemek ve İslam dünyasına dikenli fikirlerinin tohumlarını ekebilmek için Sünni bir millet olan Afganlar’a kendini nispet etmiştir. Mısır’da Mason locasını, talebesi Abduh’la beraber kurmuş ve İngiliz ajanlığı yapmıştır. Kavmiyetçi görüşlerini yaymaya çalışarak sözde İslam birliğini savunmuştur. İslam birliğini sağlamak istemesi, şimdi doğru gibi görünse de o devirde zaten İslam’ı temsil eden bir hilafet makamı ve başında âlim ve abid bir halife varken bu davayı sürdürmek de ne demektir? Tabii ki de İngilizler ’in piyonu olarak İslam alemini bölmeyi amaç etmek demektir. Bir keresinde İstanbul’a konferans vermeye gelmiş ve peygamberlik makamının, zanaatkârlık, ustalık gibi zamanla öğrenilebilecek bir şey olduğunu iddia etmiş ve salonda kargaşa çıkmıştır. Tez zamanda da memleketine topuklamıştır. İstanbul’da kaldığı bir İranlı’nın evinde çantasını unutmasıyla içinde önemli bir şey olup olmadığını kontrol eden ev sahibi, yazışmaları arasında şunu da bulmuştur: “Bu dinin başını, dinin kılıcıyla keseceğiz.” Ev sahibi İranlı bir Şii olmasına rağmen bu ihanete dayanamamış ve ilerde kitaplaştırılarak bizim haberdar olmamızı sağlayacak bu belgeleri devlet yetkililerine teslim etmiştir. Efgani’nin hayatı, mektubunda da dediği gibi, dinin başını yine dinin kılıcıyla kesmeye çalışmakla geçmiştir. Şiiliğini gizleyip Sünni bir âlim gibi görünmüş ve faaliyetlerinde de önce nübüvvet, ardından hilafet makamını gözlerden düşürerek, Müslümanları itikatsız ve başsız bırakmaya çalışmıştır.modernizmin.kiskacinda.mehmet.akif.2

Verilen konferans ve bulunan evrak olaylarını öğrenen Sultan Abdülhamid, Efgani’ye mektup yazarak yanına davet etmiş, Efgani de Sultan’ın konferansı beğendiği ve kendisini desteklediğini zannederek İstanbul’a tekrar gelmiş ve bu gelişi son gelişi olmuştur. Her ne kadar Akif, zalim diye itham etse de, Sultan onu derhal tevkif ettirip, aslında zindanlarda çürümeye müstahak olan İslam düşmanı bir masona, kapısında zabit olan boğazda bir yalıda hapis cezası vermiş ve Efgani orada masrafları devlet tarafından karşılanmak üzere ölene kadar tutulmuştur.

M. Abduh’dan da kısaca bahsedelim. Abduh da hocası Efgani’den sonra Kahire mason locasının ikinci başkanı olmuştur ve onun gibi İslam’a payanda atarak onarma fikri (aslında İslam’ı eksik veya bozulmuş görme fikri) olan Modernizm’e hizmet etmiştir. (Hâlbuki asıl bozukluk onların kafalarındadır.)

Dinlerarası diyaloğun, devrindeki öncülerindendir. Dinimizce merdud olan şu sözü aktarılmıştır: “Salih amel işleyen kafir de olsa cennettedir.” ‘İslamiyet ve Nasraniyet’ adlı kitap yazarak İslam ve Hıristiyanlığı tek paydada birleştirmeye gayret etmiştir. Kuran’ı mahlûk kabul ederek devrin şartlarına göre hükümlerinin değiştirilmesini savunmuş, bu iddia ile de faizi helal kabul etmişti.modernizmin.kiskacinda.mehmet.akif.3

Büyük İslam âlimi ve Allah dostu Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretleri onun hakkında şöyle demiştir: “Abduh, İslam alimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyet’i içerden yıkan azılı mülhitlerden olmuştur.”

Müşarunileyh, ayrıca şeytan ve cin gibi varlıkları da kabul etmez, Kuran’daki mucizelerden utanırdı. Böylece İslam âleminden reddiyeler almış hatta çevresinden de tepkiler toplamıştır. Ona göre Ebrehe ordusuna ebabiller kızgın taş atmamış, sinekler mikrop atmıştır, Kızıldeniz Hz. Musa’nın (a.s) asa darbesiyle yarılmamış, med-cezir sebebiyle su çekilmiştir. Abduh bunun gibi daha birçok mucizeyi akla indirgeme uğraşları sergilemiştir. O ve onun gibi sözde akılcılar eğer Allah’a iman ediyorlarsa onun kudret sıfatına mı inanmamaktadırlar ki, Allah’ın insanlara gösterdiği ve Kuran’da da açıkça beyan ettiği mucizeleri kendi akıllarının dar kalıplarına sıkıştırmaya çalışmaktadırlar?

Bu reformist görüşlere Üstad Necip Fazıl Hazretleri bir konferansında şöyle cevap vermiştir: “Reform, üstüne çimento püskürtülmüş ahşap bir bina gibi, binayı kurtarmak için bir payanda demektir. Sen İslam’da olmayanı, İslam’a mı hediye ederek onu kurtaracaksın?

Şu kalp dikme ameliyatı var ya hani?.. Nasıl vücudun dehası onu reddetmişse, kusmuşsa, İslam da kendine eklenecek her şeyi gaseyan eder, atar!

Dava, İslam’ı icat etmek değil, keşfetmek… Bu sözüme dikkat: İcat etmek değil, keşfetmek… İşte beklenen inkılabın esası ve işte Büyük Doğu… İslam’ı yenileştirmek değil…  Çünkü o ebedi yeni…”

Günümüzde de çokça görüldüğü üzere Efgani ve Abduh gibilerinin açtığı bu yolda, gerek ilahiyatçı profesör gerek hoca vasıflarıyla dinin içinden görünenler, yine dinin kılıcıyla, ayetleri ve hadisleri hevalarına göre yorumlayarak, işlerine gelmeyenlerini de reddederek dinin başını kesmek derdindedir ve fikirlerinin mağdurları elimizi attığımız her yerde, televizyonumuzda, iş yerimizde, apartmanımızda, her mahaldedir.

Gelin şimdi iç yüzüne kısaca değindiğimiz Efgani ve Abduh’a, Mehmet Akif’in ilgisini görelim:

“Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer,

Oradan âlem-i İslam’a Cemaleddinler.”

Asım isimli şiirinde de övgülerle birlikte Abduh gibi inkılap istediğini dile getirmekte;

“Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh,

Konuşurken neye dairse Cemaleddinle,

Der ki Tilmizine Afganlı,

Muhammed dinle,

İnkılap istiyorum hem çabucak,

Öne bizler düşüp İslam’ı da kaldırmazsak,

Nazariye ile bir şeyler olur zannetme,

O berahini de artık yetişir dinletme.

İnkılap istiyorum ben de, fakat Abduh gibi.”

Mazrufuna değindiğimiz zatlara Mehmet Akif’in methiyelerini de gösterdikten sonra kararı okuyucuya bırakıyor ve Akif’in cürmü azimine geçiyor, bu kez de Ashab-ı Kiram’ın makamını alçaltıcı ve adeta Allah’a isyan ettiği şiirlerini görüyoruz:

Çanakkale Şehitleri’ne şiirinde:

“Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi

Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi”

Türkçeyi bilen herkesin anlayacağı bir şeydir ki buradaki “ancak” kelimesi “Bedr’in Aslanları”nın şanını Çanakkale şehitlerine yaklaştırıcı mahiyet belirtmektedir. Bilindiği üzere Bedir İslam’ın ilk savaşıdır ve orada savaşan 313 sahabi, kendisinden üç kat büyük müşrik ordusuna yenilmiş veya kaçmış olsaydı İslam’ın bu günlere ve bu topraklara gelmesi mümkün değildir. Nitekim Bedir’de Peygamberimiz şu minvalde dua etmiştir: “Ya Rabbi! Bu ordu yeryüzünde senin dinin için savaşan ordudur, onlar yenilirse yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak.”

Ehl-i Bedir, ashabın içinde faziletçe en yükseği olmakla beraber tamamı cennetle müjdelenmiştir. Ashab-ı Kiram, insanların en iyileriyken, Bedir ashabı da onların en üstünüyken nasıl olur da onların şanı Çanakkale şehitlerimizden aşağı gösterilebilir. Bunu, aruzu çok iyi kullandığını bildiğimiz Akif’in kalıbı tutturmak için kullandığını söylemekse ona hakaret olur, kaldı ki itikadi sorun doğuracak böyle bir dize kullanılamasa ne çıkar!

“Ey bunca zamandır bizi tedib eden Allah,

Ey âlemi İslam’ı ezen, inleten Allah!”

Haşa, ona göre Allah, alemi İslam’ı ezmiş, inletmiş. Veciz bir söz vardır:

“Hâşâ zulmetmez kuluna Huda’sı,

Herkesin çektiği kendi cezası.”

***

“Böyle bir şehidin mükâfatı ancak zaferdir,

Vermezsen ilahi dökülen hunu(kanı) hederdir”.

Yine bir şiirinde diyor ki:

“Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun,

Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun,

Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın,

Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın,

Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi?

Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi?”

İnsanın ağzın kurusaydı da bu lafları etmeseydin diyesi geliyor… Böyle, haşa Allah’a adaletsizlik itham etmek, savaşlardaki mağlubiyetin hesabını Allah’a kesmek, âlemi İslam’ı ezmek, inletmekle itham etmek ve Yüce Allah’a bu denli isyanda bulunmak karşısında söyleyecek pek bir sözümüz kalmamaktadır. Mehmet Akif meselesini, ipuçlarını vererek fakat kesin bir sonuca bağlamadan herkesin kendi vicdanına bırakalım ve yine kendinden bir şiirle bitirelim:

“Dış yüzüm ağardıkça ağarmakta fakat,

Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası.

Beni kendimden utandırdı şimdi hakikat,

Bana hiç benzemeyen suretimin manzarası.”

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi