İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
NOT: İlerlemiş yaşına rağmen gençliğin yaşta değil, ruhta olduğunu daha ilk temasımızda bize hissettiren kıymetli büyüğümüz İsmail Kahraman Ağabey’i, çok yoğun bir koşturmaca içerisindeyken bulduk… Kendileriyle röportaj talebimizi reddetmeyen ve uçağına yetişmeye çalışırken ancak araç içerisinde sorularımızı yanıtlayan İsmail Kahraman Ağabey’e, dünyada hayırlı ömürler, ahirette saadetli ölümsüzlükler dileyerek teşekkür ediyor, sizleri röportajımızla baş başa bırakıyoruz…
Efendim, bizler Seriyye Vakfı olarak sizin İslamî mücadelenizi ve siyasi hayatınızı hep yakından takip ettik. TBMM Başkanlığı yaptığınız dönemde de, şartların el verdiği ölçüde Müslümanların maslahatını gözettiğinize şahit olduk. TBMM Başkanlığı yaptığınız dönemde, olası kamuoyu baskısından ve azgın azınlığın tepkisinden çekinmeyerek Che Guevara ve laiklik konusunda yaptığınız cesur açıklamalar ise takdire şayan. Bu açıklamaların akabinde ruh kökümüze yabancı ve düşman olanların tepkisi ise malum… Lakin, kendisini İslami sınırlar içerisinde tanımlayan ve kamuoyunda da öyle bilinen teşekküller tarafından, açıklamalarınızın provokasyon olarak nitelendirilecek kadar büyütülmesi ve şahsınıza karşı yürütülen yalnızlaştırma politikaları ise bizleri derinden üzmüştür. Bizler de bu vesileyle, sizleri desteklemek ve Anadolu insanının vicdanına tercüman olmak maksadıyla basın açıklaması yaptık. Basın açıklamamız ulusal gazetelerde “İsmail Kahraman’a en sağlam destek Servet Turgut’tan” diye yer aldı. Bugün sizinle 60 yıla yakın mücadele hayatınıza dair bir sohbet yapmak istiyoruz. Bunun yanında Üstadımız, Büyük Doğu mimarı Necip Fazıl Kısakürek ile olan tanışıklığınızı ve onun fikirlerinin mücadele hayatınızdaki tesirini de konuşmak istiyoruz. Buyurun…
İsmail Kahraman: Evet, hayırlı başarılar dilerim. Herkes elinden geldiği kadar davasına hizmet edecek... ‘’Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’’ deniyor ya; ayet-i kerimede. Elbette ki bir değil. Bilen daha çok mesuldür ve daha çok çalışması lazımdır. Ve elinden ne geliyorsa yapar, yaptığını da azık olarak götürür ahirete. Sualleriniz arasında laiklik ve Che Guevara ile ilgili iki konu var. Talebelik ve gençlik yıllarımda dernek ve cemiyet faaliyetlerinde çok bulunmuş olmam dolayısıyla böyle mevzulara vukufiyetim vardır. Siyasi tarihi de, yakın tarihi de olabildiğince takip etmişimdir. Dolayısıyla fikirlerimi beyan ederken, yalan söyleyen tarihe dayanarak ya da saklayarak hareket etmemeğe gayret ederim. Sloganımız şu olmuştur: “Her doğruyu söyleyemeyebiliriz, bazı engeller olabilir. Fakat söylediğimiz her şey doğru olmalıdır.” Laiklik dediniz... Laiklik bugün dünya anayasalarından sadece dört tanesinde var. Fransa’da, Küba’da, Türkiye’de ve İrlanda’da... Laiklik hürriyeti ifade ediyorsa, hürriyetler arasında sayılmalı. Yok eğer yasaksa, yasaklar arasında yer almalıdır. Ve tarifi olmayan hiçbir kavram olmaz. Bir kavram varsa mutlaka tarifi de vardır. Fakat Türkiye’de laikliğin tarifi anayasada, mevzuatta yok. Doğduğu vatan olan Fransa’da laiklik dinsizliktir! Yani, lâ-dinîlik... Fransız senato başkanının misafiri olarak Fransa’ya gitmiştim. Başkana ‘’Akşam namazını kılacağım. Akşam namazı vakti çabuk geçer. Yemeğe de katılacağız. Seccadem yanımda, şu kadarcık yer bana yeter. Namazımı kılayım.” dedim. “Bu çatı altında olmaz ki!” dedi. kibar da bir adam fakat… ‘’Yok, mümkün değil!’’ dedi. “Fransız Parlamentosunun çatısının altında semavî ya da değil fark etmez, hiçbir dinî ritüel icra edilemez!” Dedi. Fransa’daki laiklik bu... Ve dedi ki: “Size bir araba tahsis edeyim. 500 metre ileride milletvekillerinin ve senatörlerin misafirhanesi var. Orada bir oda açayım, namazınızı orada kılınız.” Nitekim öyle yaptık. Biz böyle bir laikliği kabul edemeyiz! ‘’Efendim laiklik öyle değil ki, laiklik din hürriyetidir.” diyorlar. Tamam, tarif edin o zaman. Tarifsiz bir kavram olmaz! Bunu söyledim ve mecliste de tekrar ettim. Üniversitede Hukuk Fakültesindeki bir konferansta da. “Bu eksiklik giderilmelidir.’’ demiştim. Şimdi bu tarifin nasıl olacağını Anayasa Mahkemesi yeni yorumlarında ortaya koydu. “Laiklik hürriyettir, isteyenin istediğini yaşayabilmesidir. İnanç ve düşünceyi ifade etme ve yaşama özgürlüğü doğuştan var olan tabi haklardandır ve kısıtlanamaz.” diye yorumlandı. Allah razı olsun bu kararı verenlerden. Che Guevara ya gelince: Che Marksist Leninist düşüncede, ahireti kabul etmeyen tek dünyalı düşüncede bir doktor ve anarşizm taraftarı bir şahıs. Che Guevara, Küba’da, yani İstanbul’a uçakla 10 bin km uzaklıkta dünyanın öbür tarafında… 180 derece ötede bir yer. Bana ne Che Guevara’dan? Che Guevara’nın bizzat kendisinin 36 tane infazı var. Adam öldürmüş bir anarşist... Küba’da, Bolivya’da, Uruguay’da, Afrika’da Kongo’da terörist harekete karışmış biri. İstanbul’da, Kadıköy Meydanı’nda kendilerini “DEV-LİS” diye isimlendiren lise talebelerinin tişörtlerinde Che’nin resmini, başındaki yıldızı görünce çok üzüldüm. “Gençler sizin ne alakanız var Che ile? Bizim kendi milli kahramanlarınız yok mu?” dedim. Evvela öfkelendiler. Baktılar ki susmuyorum. Ben de mantıklı, milli bir şeyler söylüyorum, tarihten bahsediyorum, Che’yi anlatıyorum… Öğretmenleri de kendileri de çekildiler. Bu gençlerimiz niçin Che’yi göğüslerine yazıyorlar? İnanç boşluğu var insanlarda. O boşluğu siz doldurmazsanız başkaları doldurur. Şimdi bu adamlar kampanyalar da düzenleyerek yanlış algılarla yanlışı doğru kabul ettirmeye çalışıyorlar. Fikirlerimizi elbette söyleyeceğiz, bunda bir beis yok!
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan fikrini söylüyor, müdafaasını yapıyor, ısrarla bunda devam ediyor.
Eskiden cenaze namazlarına siyasiler katılmayarak kenarda dururlardı. Namaz kılmayı bilenler dahi katılmazdı. Çünkü devlet kademesinde hiç namaz kılınır mı gibi bir algı vardı o sakim laiklik anlayışı yüzünden. Şimdi ne oluyor? Cumhurbaşkanı’nın kendisi tabutu yükleniyor. Gidiyor hatime katılıyor, şehit cenazesi veya vefatlardaki ev ziyaretlerinde Euzü Besmeleyi çekiyor, talim ve tecvitle sure okuyor. Şükürler olsun güzel gelişmeler bunlar… Neden toplum Tayyip Erdoğan’ı seviyor? Çünkü inanıyor ve inandığını yaşıyor ve ifade ediyor da ondan! İnandığımızı yaşamamız lazım! İnandığımızı yaşarsak eğer herkes memnun olur, sana katılır, sen de memnun olursun. Araziye uyalım ve tatlı su levreği gibi yaşayalım gibi bir tavır bize göre asla uygun değildir!
Efendim, gençlerimizin Che Guevara gibi sahte kahramanlara olan özentileri, Hazreti Ömer’e atfen söylenen, “İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar.” sözünün de bir tecellisi değil mi?
Önceki sualinize cevap verirken de ifade etmiştim; Che Guevara ahirete ebedi hayatın varlığına inanmayan bir adamdır. Komünisttir, Marksist, Leninisttir... Pozitivizmde ahiret hayatı yoktur. Her şey dünya için, dünya her şeydir der pozitivizm. Eğer sen çocuğuna onu sevdirirsen, o da onun gibi olur, dinsiz olur. Türkiye’yi dinsiz yapmak için uğraşanların tezgâhıdır bu. Ayet-i kerimede “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” buyuruyor Cenab-ı Hak…
Efendim, bizim tarihimiz İslam kahramanlarıyla dolu. Sizin Che Guevara ile ilgili takdire şayan ve cesur çıkışınızdan sonra vakfımızın başkanı Servet Turgut basına verdiği demeçte “Şamil Basayev’in botları bile, Che Guevara’nın tüm hayatından daha fazla aksiyon zuhura getirmiştir!” demişti.
Bravo! Çok güzel, doğru bir tespit.
Allah’tan ve ahlaktan bahsetmenin yasak olduğu devirleri bizzat gördünüz. Batı’nın organize ettiği, millete kasteden bütün darbeleri bizzat yaşadınız. 28 Şubat döneminde de bakanlık yapmış birisi olarak; Anadolu insanının çilelerle dolu tarihine bizzat şahitlik ettiniz. Bütün bu süreç içerisinde, Müslümanlar bu ülkede üçüncü sınıf insan muamelesi gördü. Son 16 yıllık Ak Parti iktidarı döneminde Müslümanlar, üzerlerindeki baskının kalkmasıyla birlikte biraz serbest nefes alabildiler. Lakin bu sefer de, rahatlıktan ve bolluktan kaynaklı bir rehavet ve tembellik hali hâsıl oldu Müslümanlarda. Böyle olmasında şüphesiz birçok etken var. Lakin asıl etkenin; Müslümanların, bir dünya görüşüne ve fikir örgüsüne sahip olamayışı olduğunu düşünüyoruz. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanımızın da değişik vesilelerle bu eksikliğe dikkat çektiğini ve ideolojik, fikri şuura sahip nesilleri yetiştirememekten yakındığını biliyoruz. Üstadımızın Gençliğe Hitabe’sinde, “Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi, cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik…” diyerek vasıflarından bahsettiği bu fikir ve hamle sahibi gençliği inşa etmek için devlet ve millet eliyle neler yapılabilir?
Öncelikle ben şuna inanıyorum. Gevşeme ve çözülme yok. Bu sadece bir algı meydana gelsin diye ileri sürülen propagandadır. Aksine öze dönüş yolunda çok güzel gelişmeler var. Eğitim, nesillere ilgili bir hadisedir. Bir nesli 25 senede ancak yetiştirirsiniz. Yıllardır sürdürülen pozitivist, dini öteleyen uygulamalar akabinde epeyce bir tahribat meydana geldi. O tahribat birdenbire önlenemez. Kimsenin elinde Hazreti Musa’nın asası yok! Zaman en iyi reçetedir ve zaman kötü gidişleri iyiye çevirecektir.
Necip Fazıl, namüsait şartlarda böyle bir gençlik yetişsin diye hapislerden hapislere, konferanstan konferansa koşturdu. Şimdi ise şartlar güzel. Çok güzel imkânlar verilmiş durumda. Bir su kirliyse eğer, o suyu akan taze su temizler. Taze su aktıkça o kir gider ve su pırıl pırıl olur… Şimdi ona doğru bir gidiş var. Ümitsizlik yok! Ümitvar olacağız. Dolayısıyla devam… Güzel gelişmeler var. Su, bulanıklığını kaybediyor. Güzeldir gidiş... Yeise düşmek yok! Yeise düşersek, yani simidin sadece ortasını görürsek yanlış ederiz. Kendini görelim; susamıyla, hamuruyla biiznillah yemeye, dinçleşmeye devam… Necip Fazıl Kısakürek’i de rahmetle analım. Söylediğiniz gibi Necip Fazıl Kısakürek ile dostluğum var. Beni severdi, ben de kendisini çok sayarım. Milli Türk Talebe Birliği genel başkanlığı yaptığım dönemde Ankara’da, İstanbul’da ve çeşitli yerlerde konferansları oldu. Milli Türk Talebe Birliği’nden önce, 1960 darbesinden sonra Türkiye’de inanmış kişilerin ilk talebe teşkilatı olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti’nin bir buçuk yıl başkanlığını yaptım. Fakültedeki CHP’li dürüst gençler, cemiyet seçiminde bize koalisyon teklif ettiler, mevcut idare heyetinin yolsuzlukları var diye. Bu vesile ile ortak liste oluşturduk ve birlikte olduk. Çok çalıştık ve mükemmel faaliyetler yaptık. Necip Fazıl Kısakürek Peyami Safa’yı anmak için yaptığımız toplantıya katılması dileğimizi ricamızı kırmayıp davetimizi kabul etti. 1963’de başlayan dostluğum vefatına kadar giderek perçinleşti. Çok güzel günlerimiz oldu. Çile adamı, Allah ona rahmet eylesin. Çok emeği var… Çok çileler çektik...
Yanlış gidişler birden bire düzelmez. Düzelmeye doğru ilerliyoruz... Bu düzelme olmasın diye, bugün Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan beyin önü kesilmeye çalışılıyor. Dün Abdülhamid düşsün diye, Menderes gitsin diye nasıl aleyhte kampanyalar yapıldıysa, bugün de aynı kampanyalar Recep Tayyip Erdoğan düşsün diye yapılıyor. Buna fırsat vermemek lazım…
Allah’ın rızasını kazanmak; kendisine layık bir kul ve Resulüne layık bir ümmet olup, mukaddes yüke omuz verebilmekle mümkündür. Bir veli, “Dünya hayatı bir gündür, o gün de oruç tutmak lazımdır.” Der. Çöpçülükten belediye başkanlığına, öğretmenlikten milletvekilliğine kadar bütün mesleklere ve makamlara da Müslümanların yaklaşım tarzı böyle olmalıdır. Lakin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu zamana kadar, seküler hayat ve idare tarzı, toplumun iliklerine kadar işletilmiştir. Hâlbuki İslam, kendisine kota konulamaz ve hayatın her alanını kuşatıcı mütekamil bir dindir. Hayatının neredeyse tamamını İslamî mücadeleye adamış ve siyasi hayatını da Meclis Başkanlığıyla taçlandırmış birisi olarak, mukaddesatçı politikacıların ve siyasetçilerin kanun dairesi içerisinde, İslam’ı temsil ve tatbik noktasında takınmaları gereken tavra ve izlemeleri gereken ince siyasete dair neler söylemek istersiniz?
Bir kere Cumhuriyetle başlayan değil, Tanzimat ile başlayan bir yıkıntı var. Yani II. Mahmud’un gelişi ile yıkım başlar ki o da 1820’ye dayanır. Demek ki 200 yıllık bir yıkımın muhatabıyız. Millete kasteden bu kafalar, hep aynı merkezin, aynı odakların imalatıdır, eseridir. İyiye doğru gidiş oluyor inşallah… Sualinizde “Hayat, bir gündür!” diye bir cümle geçti. Doğrudur... Çünkü dün geçti, yarın da meçhuldür. Bugün için neler yapılabilir ona bakmak lazım…
Sayın Cumhurbaşkanımıza, Ak Parti kadrolarının maddede ve manada yetişememesi, ayak uyduramaması gibi bir vaziyet gözlemliyoruz. Bu hususta bir şeyler söylemek ister misiniz?
Şunları ifade etmek isterim. Algılar bizi yanıltmasın. Bu algı yanlış. Eğer cumhurbaşkanımız bir lokomotifse taşıdığı vagonların içini de kalitesini de bilir. Toplumdaki yapıyı, ne kadar mümkünse o kadarını kullanıyor. Bazı kanallardan girip Ak Parti’yi tahrip etmek istiyorlar. Kendisi iyidir de içindekiler kötü, kavanoz iyidir de içindeki bal bozuktur gibi... Kavanozu da içindeki balı da sağlamdır! Daha sağlamı yok mu? Elbette var. Ona çalışacağız işte! Kamil Bey, ben seçimlere giderken bir kanun çıkardım. “Lakin, Ama, Fakat” üçlemesinden oluşan ‘’laf kanunu…’’ Ak Parti başkanı iyidir lakin, valilerin bazıları güzel ama, Milli Eğitim politikası iyidir fakat… Lakin, ama, fakatlar böyle uzayıp gidiyor… Lakin, ama, fakatın söyleneceği zamanlar seçim sonralarıdır. Seçime giderken bunu ortaya atıyorlar ve parti içindeki kişiler de dâhil kendi aramızda konuşuyoruz deyip algıyı yerleştiriyorlar. Bundan kaçınmalıyız. Durum iyidir inşallah, enseyi karartmaya gerek yok… Şimdi mesela siyasi parti kıpırdanmaları var bunlar zararlı ve yanlıştır.
Parti kurmak turşu kurmak değildir! Dışarıdan İslamî gidişi nasıl önleriz diye tertiplere girişildi. 15 Temmuz, 27 Nisan, Yakamoz, Ay Işığı, Balyoz... Yıkıcılara, aldatılmış saflara yardımcı olmayalım. Ve daha da güçlendirelim Recep Tayyip Erdoğan’ı... Dünya önünde çok daha güçlü olsun. %50 değil , %52 değil, %72 hatta %82 olsun. Böyle bir lider yüz yılda bir gelir. Kıymetini bilelim. Menfi değil müspet düşünelim. Tenkitin müspeti vardır. Vaaz veren hoca efendi sürekli cennetten bahsederse, cehenneme kimlerin gideceği de kendiliğinden belli olur. İyi bir vaiz hep cenneti anlatır. Cehennemle korkutmaz.
“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız... Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz…” hadis-i şerifi geldi aklımıza…
Haklısınız, Kılıcınız keskin olsun! İşiniz rast gelsin, Allah hepimizi afiyette daim etsin, iki cihanda aziz etsin... Amin.
Allah razı olsun efendim, çok memnun olduk…