İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Türk tarihi bugüne kadar birçok evreden geçti. Birçok kez devlet kurdu, devlet yıkıldı; yeniden kurdu, yeniden yıkıldı. Yeri geldi Çin ile savaştı, yeri geldi Bizans ile… Her savaştığı güruhun çeşitli zulmüne uğradı fakat hiçbiri Osmanlı’nın son, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk ve hala şiddetini arttırarak devam eden bugünkü dönemi kadar büyük ve gaddarcasına uğramadı.
Yeni devletin ismi bile bu zulmün mahsulüdür. Bizzat M. Kemal’in yabancı bir gazeteciye verdiği röportajda “Hakimiyet bila-kayd’ü şart milletindir” şiarıyla ortaya konmuş bir devlet rejiminin (cumhuriyet), bize her ne kadar salahiyet hakkı verdiği düşünülse de; milleti, altından kalkılması muhal bir vizyonun altına sokarak, şaşılmaması gereken şu anki halimizin müsebbibi olmuştur.
Bir şirket düşünün. Ehram şeklinde departman, yönetici, müdür, patron ve CEO olarak şemalanır ve çalışma planları bu şemaya göre düzenlenir. Kritik kararları CEO alır; emreder patrona, patron müdüre, müdür diğer yöneticilere ve yöneticiler tüm çalışanlara. Çalışan işini yapar ve bu düzene mutabıklık seviyesiyle doğru orantılı olarak başarı ivmesi yukarıyı gösterir. Çünkü şirkette herkes bulunduğu mevkinin hakkını verir ve en önemlisi kimse kimsenin işine müdahil olmaz. Nitekim hakkını vermek, verilen görevden sapmadan istenileni yapmakla kaimdir. Şimdi şöyle olsun. Çalışan kritik kararları alsın, o söylesin patrona, patron müdüre ve müdür CEO’ya… Bu; kulakla görmek, ağızla işitmek, beyinle boşaltım yapıp, ifrazat muhitiyle düşünmek gibi bir şeydir. Veyahut patronu seçecek olan CEO değil de şirketin fotokopicisi ise gelen patron daha çok kağıt ve mürekkep harcamaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Şunu da eklemeliyim. Böyle bir sistemin devlet çapında götürüsü kağıt ve mürekkep kadar basit olmaz! Nitekim olmadı da…
Milletimiz; I. Dünya Harbi ve Milli Mücadele gibi büyük imtihanlardan fedakarlıkla çıktı ve bitap düştü, bu bitaplığa aspirin kabilinden uyuz ilacı enjekte edildi ve “aspirin verdim sana, çok yakında iyileşeceksin!” yalanına inandırıldı. Oysa kaşıntı vardı, ama yurdun dörtbir yanında, ulaşılabilecek her kitapta, gazetede vs tüm tesir noktalarında; bu kaşıntının nihai sonucunun kaşına kaşına deriyi yırtmak olduğu anlatıldı. Devlet işinden anlamayan halk, siyaseten verilen ne zoka varsa yuttu ve bilinçsizce celladına aşık oldu. Her hamle, onun düşünmemesi, hissetmemesi, anlamaması ve algılayamaması üzerine kurulmuştu. Misal, inkılaplar… Öyle yutturulmuş ki insanımıza, inkılapların bugün hala ders kitaplarında; imanımız ve müktesebatımıza vurulmuş bir darbe olduğu, çeşitli kisvelerin altında olumlulaştırılmakta!.. Neymiş; Harf Devrimi, diğer devletlerle anlaşabilmek için; miladi takvime geçiş, ticari ve siyasi anlamda Avrupa ile aramızdaki farkı kaldırmak için; kadına seçme ve seçilme hakkının verilmesi, sosyal eşitsizliği ortadan kaldırmak için; şapka kanunu, muasır medeniyetler(!) seviyesine ulaşmak için ortaya çıkmıştır. Ve daha birçok devrim, bu gibi bahanelerle topluma dayatılmış durumda. Asıl maksadıysa; yalan perdesinin ardına gizlenmekte… Amaç tam olarak şu; Batı ülkeleriyle sosyal ve medeni anlamda kaynaşmak, bizi biz yapan, asli değerlerimizden, hülasa İslamdan Türk milletini koparmaktır. Kur’an-ı Kerimlerin gizli muhitlerde saklanmasının sebebi; Harf Devrimi’nin masumlaştırılan misyonu mudur? Dini bayramlarımızın yerini, “milli” denilen fakat “mil’li” olan bayramların alması ve Dini bayramlarımızın yıl içinde değişmesindeki saik mi bize ticari ve siyasi üstünlük verecekti? Ya da kadınımızı, bozulan toplumun temsilcisi haline getiren hangi kadın hakkı bizi ahlakımızla kaim bir millet haline getirdi ki? Şapka Kanunu fiyaskosunu biliyoruz zaten!..
Bu yalnızca halka edilen zulmün ilk ayağı. İlk ayakla ilintili ikinci ayak daha da vahim. Hiç mi olmadı halkın arasında gözünü açan ve “ey Müslümanlar” diye bağıran, zehirli tesiri bu düzenin suratına kusmuş mümtaz insanlar? Elbette vardı!.. Hatta çok vardı. Ancak, bu insanlar, rahatını bozuyordu sırtlanların. O dönem zulmünün en büyük muhattaplarından biri olan Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in; küfrün içimize sinmiş ve fırsatını bulduğu anda meccani kurtarıcımız pozisyonuna geçmiş sözde devlet adamları ve münevverlerin; maddi ve manevi tüm kurtuluş yollarının İslam’da olduğunu göstermeyi ilahi bir borç bilmiş bu insanlara karşı bakış açısını özetleyen muhteşem bir örneği var:
“Senin burnun sivri ve bana doğru… Bu vaziyet, bir sivriliğin şahsıma yöneltilmesi demektir. Sivrilik, en uygun ifadesini hançerde bulduğuna göre sen burnunu bana çevirmekle, canıma kast etmeniyet ve hareketindesin!”
Böyle gerekçelerle, her türlü zulme tabi tutuldular, susturuldular fakat sesleri duyanlar olmuştu bir kere… Hep biri bağırdı, biri susturdu. Halkta bilinç yoktu fakat irfan vardı, kendinin dahi farkında olmadığı bir cevher, bir şuur vardı. Bu irfanı sahaya döken mezkur sembol şahsiyetlerin müspet yönlendirmeleriyle gördüler (sözde) Halk Partisi’nin zulmünü. İsteğinin farkında olmadan istediklerini DP’de, AP’de aramaya çalıştılar. Ama “hep”çi olmayı beceremeyen bu partiler “hiç” olmaya mahkum kaldılar. Bu vesileyle de darbeyle hükümet kaptı defalarca bize zulmeden bu zihniyet. Parti demiyorum, zihniyet diyorum. Çünkü 90 senedir “küfür” cephesinin karşısına geçebilen tek bir hükümetleri olmadı. Olmayacak da…
Dün, evinde Kur’an taşıdığı gerekçesiyle hapis yatan yahut öldürülen büyük dedenin torunu şensıpa gencimiz, bugün dedesini öldürmüş zihniyetin yegane savunuculuğunu yapmakta, zulmedenleri babası, dedesi saymakta… Bugün, o öldürülen dedenin katillerine “görün katilleri, işte onlar!” diyen insanlar, bizden olduğu iddiasındaki hükümet tarafından bile tutuklanabiliyor ve buna karşı çıkana dahi milletimizin hatrı sayılır kesimi tarafından “vatan haini” yaftası yapıştırılıyorsa buyurun, işte zulüm! Bize etmediği kalmayan ve vizyonu zerre değişmeyen CHP sırtlanına, terör kucağında gezmesi hasebiyle refleks kabilinden atılan yumruk, hainlik sayılıp, bunu yapan vatanın asli sahipleri Anadolu insanları hainlikle itham ediliyorsa buyurun, işte zulüm! “İnandığınız Allahınız sizin de belanızı versin!” diyen CHP İstanbul İl Başkanı, “bunun parti politikalarıyla ayrışan hiçbir yanı yoktur” diye de ekleme yaparken, bu küfür güruhuna ses çıkaran, “gerici provokatör” diye anılabiliyorsa buyurun, işte zulüm! 1923, 2019’a bile büyük zulümler yapabilmiş ve yapmaya devam ediyor demektir!..
Bera b. Azib rivayet etmiştir ki:
“Biz Hz. Peygamber (asm)'in yanında oturuyorduk. Peygamberimiz dedi ki:
“-İslama en iyi bağlayan şey nedir?” Sahabeler,
'Namazdır.' dediler. Peygamberimiz,
“Cevabınız güzel fakat o değildir.” Sahabeler dediler:
'Zekat vermek.' Peygamberimiz dedi ki:
‘-Cevabınız güzel fakat o da değildir.’ Sahabeler,
'Ramazan orucudur.' dediler. Peygamberimiz,
‘-Cevabınız güzel, fakat o da değildir.’ dedi. Sahabeler,
'Hacca gitmektir.' dediler. Peygamberimiz,
‘-Cevabınız güzel fakat o da değildir.’ dedi. Sahabeler,
'Cihaddır.' dediler. Peygamberimiz,
‘-Cevabınız güzel, fakat o da değildir. Muhakkak ki İslam'a en iyi bağlayan şey, Allah için sevmek Allah için buğz etmektir.’” (Ahmed ibn. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 286)
Ölene kadar Müslümanları seveceğiz, Müslümanlara zarar veren Kemalizme düşman olacağız!
Allah bizleri; kendisi için seven, kendisi için buğz eden, eşya ve hadiselere bu gözle bakan ve yaşadığımız toprakların salahiyetini bu şiarda bulabilen, başka yolla saadete eremeyeceğimizin farkında kullarından eylesin…