İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Modern dünya nizamında batılın inhisarındaki manevi girdap; bu girdabın erbapları, erkanı, ahbapları… Bir de bu girdabın inkisarındaki ümmet ve alimleri… Binlerce yılın karmaşık şurubunu içirip, bu kaotik girdapta tesis ettikleri fikri savrulmalarda ümmet alimlerini hakikat kaidelerinden koparılmış minvallerde; fişleyen, teşhir ve tahkir eden, tekrim edilecek yerde tecrim eden ve bunu da bize sosyal medyadan takdir belgesi almış ilkokul çocuğu tahassüsü halinde alkışlatır mahiyette takdim eden şeytani teessüs Batı; ümmet ile alimlerin arasını yine bizim elimiz ile açıyor.
Alim mefhumunun anlamı, “bilen” demektir. Bugün zahiri konularda pek çok hususta; matematikten kimyaya, sağlıktan bakkal alışverişine kadar birilerine sual etme ihtiyacı duyuyoruz. Haberlerde satın alınma hadiseleriyle çokça işittiğimiz “bilirkişi” denen kurumun tesis edilmesi, hasıl olan ihtiyaçtan mülhemdir. Demek ki insan her hususta bilgi sahibi olamaz ve bu hususlarda kesbetmek istediği bilgi için başvuracak bir dayanak arar, hele ki bilginin müellifinin meçhul olduğu kaotik bir çağda. Batılılar tarafından tesis edilmiş böyle bir senaryoda dünyası zaten zindan olan Müslümanın ahireti de zindan olur. Manevi planda alınan yenilgiler çoğu zaman maddi plana da yansır. İki tarafta da kaybeden Müslümana muhatap tanımlama; Fransız antropolog ve tarihçi Alfred Sauvy gibi tipler tarafından “3. Dünya Ülkesi” olarak tesis edilir, tıpkı tesettürlü olduğu için okullara sokmadıkları insanları cahil ve yobaz diye yaftalamaları örneğindeki gibi.
Alim ile bağ koparma eylemlerinin bir başka raundunda Allah dostları yani arifler ile bağı koparma fikri, kanlı bir biçimde hayata geçmekte… Arif yani “tanıyan” … Allah dostlarına ve tarikatlara bunca saldırıların sebebi manevi damarlarımızı ilmek ilmek kesmek ve kalbimizi kurutmak… Peki ne şekilde? Aba altından sopa gösterenler muadili yanmaz kefen altından kaleşnikof gösterme isnad ve cakasında içeriden barutumuzu ıslatanlar gibi. Ticaret ile uğraşmış olan Peygamber Efendimiz’i (sav) radara alıp doğrudan atış yaparsam beni dinlemezler, umduğuma ulaşamam retoriğiyle ticaret yapması üzerinden tarikatlara yapılan saldırılar. Ya da tarikatların bu topraklarda bin yıldır var olduğunu unutup sanki sonradan dağdan inmiş muamelesine ek, ülkeye çoğunlukçu demokrasiyi getirip bu tarikatlara mensup ve müntesip kişilerin, sistemin bir getirisi olarak bir yerlere geldiğinde, çoğunluk oluşturduğunda darbe yapacaklarmış gibi bir hissiyata bürünmeleri hem de 28 Şubat sürecinde sol STK ve teşkilatların yırtına yırtına orduyu göreve çağırdıklarını, o kadar belgeye rağmen görmüyormuşuz ve unutmuşuz gibi.
Sistemi yıkayıp, parlatıp, sisteme mecburi olarak tabi olanlara çamur atarak tahkir etmeyi tabii görüyorlar. Sistemin karikatürize etmiş olduğu Müslüman tipleme üzerinden de İslam’ı karikatürize etmek istiyorlar fakat hakikate mutabık her meseleye başkaldıran insanlık tüm bu sorunların membaı olan hakikate tam anlamıyla mugayir sisteme toz kondurmuyor ve böylece kendine itaat ettirme emelindeki Batı her şeye isyan ettirip üzerine kitaplar yazdığı emelinin hasretini vuslata erdiriyor. Bu rauntlarda galip gelen Batı bir sonraki rauntta güçlenerek bölüm sonu canavarı halinde Peygamber Efendimiz’e (sav) saldırma cüretinde bulunuyor. 15 Temmuz hain darbe girişimi fiili planda gerçekleşmemiş olsa da fikri planda ümmet coğrafyasında, Müslümanların idraklerine yönelik gerçekleşmiştir. Bugün tarikat ve cemaatlere sürülen kara leke toplum nazarında geniş bir kitlede makes bulmuş bir bakış oluşturuyor. Böylece öz Muhammedi hak İslam’ı hayatının merkezine koymak gayretindeki yapılar, muhtelif yalanların üzerine isnad edilmiş olmasıyla birlikte, ne olmadığını anlatmaktan ne olduğunu anlatma aşamasına geçememektedir.
Fetö’nün elebaşı Gülen’in bugüne kadar yazmış olduğu kitapları okuyanların deist olmamaları bir lütuftur. Müşrikler tarafından türlü eziyetler gördükten sonra namazını kılıp gelip yeniden üzerlerine yürüyüp “Ben kesilmek için gönderildim” diyen, gaye yiğitlik ve delikanlılık ise bunun da en yüksek noktası olan savaşmış, mücadele etmiş Peygamberimiz’in (sav) bugün halk nazarında oluşturulmuş tasavvuru; kendi halinde, bir tokat yese öbür yanağını dönen bir karakter olarak kitapçıların vitrinlerini uzun bir dönem gasp etmiş ve zehirli şırıngalar ile empoze etmiş olduğu fikri ile de hala etmekte olan bu şahsın kitapları ile dolmuştur. Dinimiz “Emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker” ve “efradını cami, ağyarını mani” emirleri ile helal-haram zıtlarının içinde tarafsız değil, hakkın tarafgiri olmayı emreder. Yani kitabın ortasından açıkça söylemek gerekirse İslam; hırsızlığı, arsızlığı, haksızlığı, yalancı siyasetçiyi hoş gören bir din değildir ve düzeltmeyi emreder.
Batı iç planda atıl, sessiz ve pasif bir peygamber tasavvuru tesis ederken dış planı boş bırakmaz ve riayet edilmeyen, köşeye atılan peygamber tasavvurunun yerine sahte kahramanlar ikame eder. Bugün çevremizde çokça müşahede ettiğimiz kendini; Süpermen, Örümcek Adam, Yarasa Adam, bilmem ne adam zanneden çocuklar, tipler var. ABD’nin New York eyaletinde 1939 yılında Martin Goodman ismindeki bir adam tarafından kurulan “Marvel” isimli şirket; doğaüstü güçleri olan, zeki, dünyayı kurtarmak, kötülerle mücadele etmek ve iyiliği yapmak gibi şiar ve vasıflara sahip kahramanlar üretiyor ve böylece zihnini yıkadıkları insanlığın eksikliğini duyduğu sembol şahsiyet ihtiyacını bu şekilde ikame ediyorlar.
Son zamanlarda yaşanan olaylardan mülhem hasıl olan ya da artan bir ihtiyacın ehemmiyetine havi olarak; kalp ve zihin dünyalarımızı Peygamber, Allah dostu ve alimlerden koparmaya çalıştıkları modern zaman telakkisinde nasıl istikamet üzere olacağımızı ve gönlümüzü İslami haslet ve hasretler ile dolduracağımızı bütün ağırlığınca omuzlarımızda hissettiğimiz bir soru olarak kara kara düşünmekteyiz. Her gece başımızı yastığa koyduğumuzda Z raporu kabilinden yaşadığımız olayları muhasebe etmek durumundayız. Tüm bu konuları alıp bahsetmiş olduğumuz meselelerin hal muhasebesini yaptıktan sonra ideal olan ile çifte kanat muvazenesi kurup mukayese etmeli, mukayese ettikten sonra referans kaynak olarak Edille-i Şer’iyye duvarları arasında ideale nispet ile muhakeme etmeliyiz. Bu istikamet izahı üzerine de fikir ve hamle etmeliyiz. Fakat tam da bu hususta bir sorun ortaya çıkıyor ve “Murad fiilden evladır” sözü ile kendimize gelip muradımız da samimiyetimizin turnusol ölçüsü olup bir fikir çilesi ve buhranı halinde hançer gibi idraklerimize saplanan şu soruyu soruyoruz ve sorarken de aslında yine kendi mahcubiyet cümlelerimizi kuruyoruz;
-Meselenin çilesine talip miyiz?
Yönümüzü alabildiğine teksif etmemiz gereken mesele; çile… Anadolu’da bir atasözü olan “Talip olan usulünce yol yürür” sözünü idraklerimizin merkezine alarak baktığımızda bugün pek çok insanın Yavuz Sultan Selim olmak istediğini fakat kimsenin usullere tabi ve çilesine talip olmadığını görürüz. Yavuz Sultan Selim Han’ın yaşadıklarının kısa bir hal muhasebesini yaptığımızda; Ehli Sünnet itikadının nasıl saldırılara uğradığını, seferlere çıktığını, babası ile nasıl karşı karşıya getirildiğini, arkasını döndüğünde kayınpederinin nasıl ihanet ettiğini, 8 yıllık saltanatında neler yaşadığını manevi olarak fert planında derinliğine evliyalığa, genişliğine Devlet-i Aliyye’yi 2,5 katına eriştirdiğini anlayabilmek lazımdır.
Düstur; 1.Selim, Yavuz Sultan Selim Han Hazretleridir ve onu Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri yapan talip olduğu ve çektiği çiledir!
Kervanımızı yürütmeye niyet ve gayret ettiğimiz istikamet; Anadolu’nun bu çileli ve netameli, bağrı yanık, yanına mücerred fikir istidadı halinde şehadet ve velayeti nakşeden hazırlık ve takdim ehline, hasım olduğumuz Romalılar rejimi soylularının kan bağı derekesindeki hısımlığı ile değil, bu topraklarda mayamızı atan idrak ve iman soylularına aile mesabesinde bütün teslimiyetimiz ile kendimizi ipotekleyip bağlılığımızı mahyalaştırmak gayreti ile fikredip, hamle etmek çabasıdır. İstikametin tarif ve tayini; Allah Resulü’nün (as) emirlerine hesapsızca taat, cemiyet planında da bir tersinden zuhur halinde dışın dışında fikri bir tecrit şuuru ile muayyen olarak yaşanmaya değer hayatı, bu hayatın yaşanmaya değmeyeceğinden başlayarak fert planında derinliğine idrak, cemiyet planında genişliğine ihata etmektir.
Başka çare yok ya Şehadet ya Velayet…