İsti'mâr Mı, İstismar Mı?

Yazan: 15 Ocak 2020 7602

Medeniyet şu günlerde toplumun; muhtelif dernek, vakıf, kulüp vs. STK’lerin unutulmuş bir akşam tanışıklığının derbederliği ile uyanıp gözlerini açmaya başlaması ile hatırladıkları ve yanına eklemlenen çeşitli kavramlar ile son yıllarda yapılan çalışmalarla gündeme oturan bir mefhum. Medeniyet kelimesi, Arapça “müdûn” köküne dayanan medine (şehir), medeni (şehirli) kelimesi ile Osmanlı Türkçesiyle türetilen yönetmekten (es-siyase) gelen , malik olmak anlamları da bulunan deyn (din) mastarıyla ilişkili kavramdır. Yozlaşma ve yüzeyselleşmenin içten içe çürüttüğü medeniyetin en büyük düşmanı şüphesiz emperyalizm ve modernizmdir. ”Sû uyur düşman uyumaz” sözünün düşman karakteri aksiyon planında müşahhas olarak şahıs bazında bizzat karşımızda duran batının oryantalizm ile bizi bizden daha iyi tanımak teorisini pratiğe geçirdiği ve yer yer Truva atı marifetiyle içimize sızdırdığı bugün bütün İslam ülkelerinde maya tutabilecek bir kimyaya ulaşan küfrü ve tüm karakteriyle karaktersizliği bir yaşam pratiği haline getirmiş kendi toplumuna ve hakikate bigane neo-kolonizasyon yapan “expat” tiplemeleri kullanarak emeline biraz daha yaklaştığı aşikar. Bizatihi bir batılı İngiliz Toynbee’ nin sözü batının vahşetini gözler önüne seriyor:

”Son 3 asırda 26 medeniyetten 16’ sını yok etti ve 9 tanesini de fosilleştirdi”.

Batı emperyalizmi Müslümanları ”civilisation” medeniyet Arapça ”isti’mâr” adı altında sömürüsünü sistemleştirdi. İsti’mâr’ın iki anlamı var biri imar etmek, mamurluğunu istemek buraya kadarında bir sıkıntı yok fakat diğer anlamı batının niyetini izhar ediyor; müstemleke etmek, sömürgeleştirmek, istimlak etmek. İstismarında iki anlamı var ilki malum diğeri manidar; sömürme, batının isti’mâr (medeniyet götürme) adıyla istismarı ve bu iki kelimenin bir noktada aynı anlamın paydasında birleşimi ne büyük mihnet!..

Eski Yunan medeniyet telakkisi Platon ”Politeia”sı kaynak gösterilerek başlar, diyalog şeklinde ilerleyen kitapta başkarakter olarak kahir ekseri Sokrates’i görürüz ama ara sıra Parmanides’in de ortaya çıktığı görülür konuşmaların Platon’a mı yoksa Sokrat’a mı ait olduğu tam olarak anlaşılamaz. Kitap; devlet yönetimi, toplum, hukuk, hakikat gibi konuları ihtiva eder. Aristo’nun siyasal canlı (zoonpolitikon) görüşü insanın yaratılıştan sosyal bir varlık olduğunu devlet ve toplum felsefesi bağlamında inceler. Eski Yunan’ın medeniyet telakkisinin temel referans kaynakları tüm bu filozofların hilkat garibesi olmalarının dışında; Sokrates’ın bir eşcinsellik sembol şahsiyeti olması, Platon’un “mahallenin delisi” kabilinden insanların yolunu kesip garip garip sorular sorması, Aristo’nun insanı politik bir hayvan olarak görmesi bu insanların çok muteber ve müspet olmadığını zamana ve zemine hitap edici bir fikir ortaya koyamadığını yalnızca batının sapık fikriyatını külliyatlaştırdıklarını görüp şuan da İslam’ı referans alanlar için bir örneklik teşkil etmeyeceğini ferdi olarak idrak, içtimai olarak da ihata etmeliyiz.

Avrupa’nın civilisation (medeniyet) kelimesi Latince şehirli anlamına gelen Civilis’ten gelir. Avrupa’nın içerisinde bulunduğu değişme ve yenileşme hareketi ile birlikte Kıta Avrupa’sı; iktisadi, siyasi, dini ve bilimsel birçok süreç içerisinden geçti ve günümüz modern yapılanmasına büründü ve ancak 19. asırda medeniyet kavramını aydınlanma çağı, rönesans ve reform hareketleri ile aşama halinde yaşayarak ortaya çıkardı. 16.yy.’ a dek Avrupa’da kilise baskısı ve feodalist bir yapı vardı ve sosyal ve siyasal hayata dair kayda değer bir şey yoktu. Luther ve Calvin gibi insanların öne çıkması, Protestanlığın ortaya çıkışı ve reformasyon Avrupa’yı şekillendirdi. İlk medeniyet kavramı 1766’da gündeme gelse de materyalist modern Avrupa medeniyet algısı 19-20 yy. da oluştu ve civilisation rasyonal, ilerlemeci, dinden arındırılmış bir mantık ile materyalist medeniyet yapısı oluştu. Bu yapı Avrupa’nın sömürgeci karakterinin belkemiğini oluşturdu. Irkçı emperyalizmin faizci kapitalizm ile birleşmesiyle İslam düşmanlığının güçlenmesi Müslüman ülkeler üzerine yapılan istismar hareketlerine yol açtı. Modern felsefenin kurucusu Fransız filozof René Descartes şunu söylemişti:

“Tabiatın hakimleri, efendileri olacağız.”

Descartes’in niye bu sözü söylediğinin cevabını Alman düşünür Nietzsche’nin şu tespitinden çıkarabiliriz:

“2500 Yıllık batı uygarlığı bir köle psikolojisine aittir”

Mazlum ve mağdur Yahudilerin elde ettiği küresel güç gibi aynı senaryoyu daha önce farklı şekilde yaşayan ve efendi olmak istemesi de ancak içerisinde bulunduğu köle psikolojisinden kaynaklanan batıdır ve tabiata bağlı insan olmak yerine efendi olabilmek için de ahlaksız karakteriyle insanlığın başına bela olmuştur. Haçlı ruhunun ortaya çıkışı “Reconqista”’nın (yeniden fetih) sonrasında yaklaşık 9 asır önce haçlı seferleri sırasında Selçuklular ile savaşmak üzere Almanlar 10-15 bin mevcudunda iki ve 20 bin mevcudunda bir toplamda üç birlikten müteşekkil bir ordu göndermişlerdi ve bu ordu bırakın Bizans’a varmayı, Macar topraklarında aynı sefere birlikte katılmaları ve aynı dine mensup olmalarına rağmen yaptıkları kıyım, yağmalama ve tecavüzden dolayı Macar kralı tarafından yok edildiler gerçi büyük Yahudi katliamları ve başka bir seferde Konstantiniyye’ye varıp aynı kıyım, yağmalama ve tecavüzü bizzat orada da yapıp kilisenin çanını çalıp geri kiliseye sattıklarını göz önüne alacak olursak Avrupa’nın sonradan değişmiş bir istikamet belirtmediğini tabiatıyla kötü olduğunu anlarız. Bu sapık zihniyetin sömürü faaliyetini Kenya’nın eski devlet başkanı Jomo Kenyatta’nın sözü gayet güzel açıklıyor:

“Batılılar geldiklerinde ellerinde incil bizim elimizde topraklarımız vardı, bize gözü kapalı dua etmeyi öğrettiler ve gözlerimizi açtığımızda bizim elimizde incil onların ellerinde topraklarımız vardı.”

Modern Arap terminolojisinde medeniyet yerine “hadâre” (hadârilik) kelimesi kullanılır. Farabi’nin medine, medeni, medeniyye ve es-siyasetü’l medeniyye kavramlarının arasındaki kavramsal ilişkiyi temel bir felsefi disiplin halinde toplumsal hayat (içtima) eksenli olarak kurması, Es-siyasetü’l-Medeniyye teorisi ile İslam medeniyet algısında önemli yer tuttu. Tüm bunların yanı sıra Uygur’dan türetilen “uygar” ve İbn-i Haldun’un ma’murluk, bayındırlık anlamındaki “umrân” kavramıda İslam terminolojisinde geniş yer edinmiştir. İbn-i Haldun’un umrân, umrânu’l-alem ya da el-umrânu’l-beşeri kavramları diğer düşüncelerden farklı olarak hem bedevi hem barbar hem de uygar toplulukları en toplu bir ifade biçimi halinde ismi geçen kavramların çatısı altında toplar. İbn Miskeveyh (Tehzibü’l-Ahlak) içtima ve erdemli hayat, Fahreddin er-Razi Nizamü’l-alem, İbn-i Sina toplum hayatı, adalet sosyal ilişkiler ve nübüvvet gerekliliği, Nasirüddin-i Tusi (Ahlak-ı Naşıri) insanın medeni hayat ihtiyacını vurgular.

Osmanlı dönemi klasik düşüncesinde de “Medeniyyün bi’t-tab” ve “Temeddün” kavramları Molla Lütfi ve Tursun Bey tarafından sıkça kullanılmıştır. Kınalızade, Farabi’den beslenmiş ve Ahlak-ı Alai’sinde atıflarda bulunmuş, Taşköprüzade “Miftahu’s-saade”sinde uygarlık oluşturabilmenin medeni hayatla (temeddün) dini hayat (tedeyyün) arasında sağlam bir bağ kurabilmenin gerekliliğini dile getirir. Katip Çelebi’nin “Keşfü’z-zünun”’unun yanı sıra Naima “Tarih”inde devletlerin ömrü ve merhaleleri ile ilgili “etvar” teorisini yeniden gündeme getirir.

Batının bütün dünyayı medenileştirme misyonunun altında İngilizce ‘’civilisation’’ ya da Almanca ‘’bildung’’ kavramlarının altında dünya üzerinde kurmuş oldukları sömürü sistemini korumak, güçlendirmek ve yaymak emeli batılı, Rousseau, Gustave, Flaubert, Artur Rimbaud, Toynbee ve daha birçok batılı şair ve yazarın bile bu istismarı itiraf ettiği, yakındığı ve yine aralarından bir düşünürün:

“(Batı olarak) Dünyaya söyleyebileceğimiz son yeni şey artık yeni bir şey söyleyemeyeceğimizdir.”

Sözü batının tükenmişliğini ifade eder, bu istismar elbet bir gün bitecek umut; ”solmaz, pörsümez yenidedir”. Medeniyette yozlaşmışlığımız 300 yıllık kendimize olan yabancılığımızdan kaynaklanıyor dinimize olan uzaklaşmışlığımızın bir tezahürü,  din sadece sorulduğunda Elhamdülillah mukabilinden bir cevap kabinden bir şey değildir; Müslümanı içerisindeki ruh burkuntularından, tenakuz ve tezatlardan arındırıp bir iç itminanına, gönül ahengine kavuşması, aksiyon dinamizmi ve vazife şuuru sağlar terbiye ve tasfiye eder, ruh kuşunu fikir kafesine koymuş, fikir yobazlarının ellerindeki mihferlerden korunma mukabilinde İslam’a mutabık bir mihver ve minvalde fikir miğferini takmış bir toplumu ihya ve inşa ederken aynı toplumu müşterek bir ideale kanalize eder bu ölçü ve ahenkten mahrum Müslümanın tebliğ ve telkin rolüne bürünmesi bir itikadi faciaya yol açmasının yanı sıra medeniyet algısını da tahrip eder. Müslüman cemiyet ağacının her bir dalı gibidir ki, muhtelif küfür odakları; kişi, kurum ve birtakım kesimlerce estirilen rüzgarlara karşı hedeflenen yönlere eğilmemeye, dik durmaya memur ve mecburdur. Yıllardır en hassas noktası canevi olan dinine karşı yapılan saldırılarla sarsılan masum, mahzun ve mazlum İslam dünyası Kanuni devrinden bu yana kaybettiği aşk ve vecd iklimi ile kendini bilmez adımlarla düşmüş, yegane söz sahibi olduğu agora meydanını kurtlar sofrasının müdavimlerine terk etmek durumunda kalmıştır. Çöle İnen Nur; Peygamberimiz (as) ile başlayan mesut çağdan itibaren sahabe-i kiram, tabiin, tebe-i tabiin ve bu silsile ile devam eden Allah dostları, mezhep imamları ve alimlerce aşk ve vecd ile yoğrulan bu kadim medeniyet şimdilerde eski halinin esamesi kalmayan bir çıkmaz sokağa girmiş, büyük bir irtifa kaybı yaşamış, sırtını döndüğü hakikat güneşi arkasında tebellür ederken halen daha sokağın sonuna ilerleyip gölgesinin karanlığına esir düşmüş durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak diyenlere de bigane kalmıştır. Uyuşturulmuş madde mevcuduyla birbirini suçlama ve eleştiriye koyulmuş, adeta hepsi kuyuya düşmüş Müslümanlar nihayetinde aralarında bir tane bile Yusuf olmadığının farkına varınca ümitsiz bir baş kaymasıyla rastgele yukarı bakıp üzerinde tebellür eden İslam güneşinin ışıklarını görmüş olacaklar ki biraz doğrulur gibi oldular bu seferde kendi uyuşukluklarını göz ardı edip daha üst bir perdeden devletleri eleştiri ve analize koyuldular; biz Amerika ile nasıl baş ederiz , üzerinde güneş batmayan İngiltere’yi nasıl yeneriz demeye başladılar. İçimize is gibi sinmiş eziklik kekemeliğini özgüven fesahatine, atının cidago kemiğinden sıyrılıp yer yer aksamalarla da olsa atlattığımız transatlantikten 3 kıtada dünyaya nizam vermiş kadim bir medeniyetin torunlarıyız. Onlar başka bir iklimin insanlarıydı biz bambaşka bir ahvali perişan yaşasak da tekrar aynı aşk ve vecd ile iman nurunu başta fert fert gönüllerimize akabinde masum, mazlum ve mahzun gönül coğrafyamıza nakşederek ümitvar olup inşAllah öz Muhammedi İslam ile medeniyetimizi yeniden yeşerteceğiz. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun o sözü :

“Güneş oradan mı doğar, buradan mı batar, güneş ne zaman doğar , onu Cenab-ı Allah (cc) ‘a bırakalım biz karanlığa bir mum yakalım”

İslam hasretine kendini hasredenlere selam olsun.

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi