Alevilik ve Bektaşilik

Yazan: 07 Ocak 2019 4895

Allah Resulü sahabeleri ile oturuyor, Elinde bir çubuk; toprağa dosdoğru bir çizgi çiziyor ve sonra ondan ayrılan birçok çizgi ekliyor ve buyuruyor; ‘Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. Şu dosdoğru çizgi kurtuluş yoludur, ondan kopma küçük hatlar ise felaket yönleri…’

Hz. Osman döneminde, İbni Sebe eliyle bir daha kökü kurumayacak şekilde atılan Hz. Ali dönemin de zehrini kusmaya başlayan felaket yollarının ilk tohumu açılan sapık kolların ana kaynağını oluşturmuş Mutlak fikirden kopmuş her Müslüman zümrenin üzerine karanlık bir örtü şeklinde çökmüştür. Bir çok büyük Alimi tarafından tek tek işaret buyrulan ve ehli sünnetin gelecek nesillerine uzak durmaları için ısmarlanan bu küfür kokan yolları bilmek ona göre Müslüman bir duruş sergilemek İslam dininin en önemli unsurudur. Büyük bir Alimin sözü ile “Menşei küfrü tanımak mecburiyetindeyiz.”

İbni Sebe eliyle başlatılan Hariciler ile mezhepleşen Hz. Ali tarafından büyük bir yıkıma uğratılmasına rağmen Allah Resulünün hadis hikmetinin, çağlar boyunca görülmesi gibi bir nasiple kökü kurumayan dal dal ayrılarak ümmetin başına bela olmuş bu zümrelerden kimi küçük gruplar halinde asalak türevi canlılar edasıyla ümmetin canına kast etmiş, kimi devletleşecek kadar büyüyerek Ehli sünnete büyük zararlar vermiştir. Bu gün Suriye’de Yemen’de ve daha nice Müslüman zümrelerin yaşadığı topraklarda en büyük yıkımı veren Rejimin kendisi, İran ve Suud’lar bu sapık zümrelerden başkaları değildir.

Üstad; ümmet gençliğinin her an el altında tutmak zorunda bulunduğu Doğru Yolun Sapık Kolları eserinde bu sapık kolları başlı başına incelemiş ve üzerlerindeki küfür menşeilerini bizlere sunmuştur. Bu eserde ifade edilen sapık kolların Anadolu coğrafyasında en büyük belalısı diğer bütün sapık kolların içlerinden birer numune alarak enerjimizi tüketen atılan her hayırlı adımın önünü kesen, diğer birçok küfür grubunun dahi sapıklıkla suçladıkları Alevi zümreler ve onlarla at başı giden Bektaşilerdir.

Anadolu’da ümmetin yeteri kadar sahip çıkmadığı ve yollarının hakkıyla savunucularının kalmadığı bir ortamda iki büyük veliye yapılan istismar sonucu birinin tümü ile elden çıkmasına diğerinin de mana halinin yavaş yavaş ortadan kaldırılmasına fırsat doğurmuştur. İslam Tasavvufu içerisinde büyük velilerin farklı aşk pınarlarından içmeleri neticesinde birçok farklı yol oluşmuş ancak Allah Resulünün Şeriatı noktasında en ufak bir farklılık oluşmamıştır. Allah Resulüne kendi nur pencerelerinden bakan sahabeler ve onlardan bunu alan tabiin ve tebai tabiin zümreleri İslama bin bir çeşit mis kokulu esans dükkanı açmış ve sonraki zümrelerin hizmetine sunmuştur. Artık bu dükkana İslama dair yeni bir kokunun eklenmesi mümkün değildir. Başka bir tabirle bu kapı kapanmıştır.

Aynı dönem içerisinde yaşadıkları kesin olan bu iki velinin şu menkıbesi aşka dair bakış açılarını ne güzel özetler.

Hacı Bektaşı Veli bir müridini Mevlana’ya gönderiyor ve şunu söylüyor.
- Git o Mevlana’ya sor ki; Eğer aradığını bulduysa, Rabbine kavuştuysa, erdiyse erenlerden olduysa, bu velveleyi bu gürültüyü kessin.
Yola düşen mürid varacağı yere ulaşınca Mevlana’nın sokakta bir başka mutasavvıf olup kendi rızkı için çalışan Selahattin-i Zerkub’un dükkanından gelen çekiç sesleri ve o mübareğin yüzünden gördüğü nurun etkisi ile başlıyor semah dönmeye bir yandan da gazel okuyarak cevap bekleyen müridin müşkülünü çözmeye;
- Eğer senin yarin, dostun, sevgilin yoksa neden talep etmiyorsun?
- Eğer yarini, sevdiğini, dostunu bulup ona kavuştuysan niçin tarab (sevinmek) etmiyorsun?’

Devirlerin de Allah ve Resul aşkına insanları çağıran bu uğurda çeşitli zorluklara göğüs geren bu iki Allah dostu nasıl oluyor da günümüz Allah ve Resul düşmanlarının kapılarını eşeledikleri hatta üzerlerin den küfür dünyalarına çıkarım da bulundukları bir konuma düşürülmüşlerdir. Üstadımızın ifadesi ile “…Mevlana hazretlerini nihayet bir turist terliği veya Hacı Bektaş lokumu halinde yabancılara dil şapırdatacak yerli bir mamül haline getirdiler… Aslından koparılmış bu iki ocağın asli haline döndürülmesi, Allah ve Resul düşmanlarının bu ikisinden nemalanmasının önüne geçilmesi, abdestsiz vücutlarının bu iki ocağın kapı eşiğinden bir daha ayak atamayacak şekle getirilmesi çok büyük bir mesele halini almıştır…”

Üstad tarafından hayatı boyunca manasız sualin lüzumsuz cevabını vermemiş olarak nitelediği Şeyhi Manzuru Nazarı Pirani Kiram Esseyid Abdulhakim Arvasi Hazretlerine, yaşadığı dönemde bu iki ocak ile ilgili sual yöneltildiğinde verdiği cevap ise şu olmuştur. “Mevlevinin gururu, Bektaşinin de Küfrü olmasaydı!”
Başlangıç dönemlerinde Allah ve Resul aşkından kıl kadar kopmamış, yeniçeri ocağının bağlandığı ve bazı Osmanlı sultanlarının dahi intisaplı olduğu Bektaşi ocağı, aşk devrimiz boyunca kaynağı kendisi olan bir güzellik arz ederken, çöküş devrimiz boyunca da kokuşmuşluğun ana kaynağı olan yeniçeriye kendi kokusunu sindirmiş devletin baş düşmanı olan bir ordunun mümessili olarak ortaya çıkmıştır. Kısacası koca bir imparatorluğun doğuşu ve batışında en etkin rolü bu ocak üslenmiştir.
Hayber fethi dönüşü Allah Resulünün Medineye dönüş yolunda Habeşistan’dan dönen Amcaoğlu Hz. Ali’nin abisi Hz. Cafer ile yolda karşılaşırlar ve birbirlerine koşarak sarılırlar. Allah Resulü onu gördüğüne o kadar mutlu olur ki şunları söyler; “Hayberi fethettiğimize mi seni gördüğüme mi sevineyim.” Bu cümlelerin muhatabı olan Hz. Cafer başlar Aşkla dönmeye…

Bir sefer için Sahabe yarış halindedir. Herkes elinden geldiği kadar bir şeyler getirir. Fakat bu ve birçok konuda yetişemedikleri Hz. Ebubekir bütün malını Allah ve Resulü için getirmiştir. Evdekilere ne bıraktın sualine “Allah ve Resulü” demiştir. Gözleri dolan Allah Resulüne Cebrail; Allahın kulu Ebubekir’den razı olduğunu, kulu Ebubekir’in ise Rabbinden razı olup olmadığını sormasını ister. Suale muhatap olan Hz. Ebubekir gözyaşları ile dönmeye başlar. Bir çok alimce ilk semahın kaynağı olarak bu iki olay verilmiştir. Mana itibari ile aşkı bulunca aşka muhatap olunca yapılan bu semah ise günümüzde döne döne aşkı bulma durumuna düşmüştür. Günümüz Müslüman düğünlerine paket halinde sunulan içeriğin içerisinde Mevlevi Semahın olması ne kadar can sıkıcı bir durumdur. Acaba hangi düğün sahibi görmek istediği semah yerine bir kadiri zikrini ve ya bir Nakşi hatmesini düğün salonuna isteme densizliğine düşer, o ortama girebilecek böyle bir kadiri ve ya Nakşi gurubu bulunabilir mi? Her sene Mevlana’yı anma haftası programları vesilesi ile yapılan ortama nasıl oluyor da Allah ve Resul düşmanları katılır ve konuşma yapar, acaba bu zatların bu halleri ile girebilecekleri bir Kadiri zikir halkası ve ya bir Nakşi hatmesi mümkün müdür?

Ne kadar üzücü bir durum olsa da hala bize ait olan ve içerisinde bunun sıkıntısını yaşayan Mevlevilerin olduğunu düşünerek onları bir kenara koyup bizden hırsız edasıyla alınmış, bütün İslam kokan esansları yok edilmiş, küfür kokan mahlukların kendi ruh çöplükleri ile inşa ettikleri Bektaşiliğe ve onları da kendilerinden bir parça sayan Alevilere bakalım. Sadece son yüzyıl içerisinde İmparatorluğun yıkımında rol oynayan İttihat ve Terakki kadrolarının bir ayaklarının mason localarında bir ayaklarının Bektaşi tekkelerinde olması, kurulan yeni devlette de Müslüman kesim tarih de eşi olmayan bir duruma sokulurken Cumhuriyet kadrolarının Bektaşi Dedebabalarına ve Alevi dedelerine verilmesi ne kadar sıkıntılı bir durumdur. Bektaşi Tekkesinde en üst rütbe olan Dedebaba pozisyonuna en hızlı çıkan Bedri Noyan, kendisinden bir basamak aşağı konum olan Halifebaba pozisyonunda bulunan Teoman İlhami Göre’nin aynı zamanda 32. derece mason olduğunu ancak bunun hiçbir sıkıntı doğurmadığını dile getirmiştir. F.Van Hasluck adlı araştırmacını 18. yy. sonlarından itibaren Balkanlarda Bektaşiliğin çok ilerlemiş olduğunu ve Padişahlık rejimini yıkmaya çalıştığını söylemiştir. Yine I.Melikoff adlı Türkolog araştırmacıya göre Jön Türkler’in çoğu, aynı zamanda Far mason ve Bektaşi idiler. 1908-1918 İttihat ve Terakki döneminde de Türk Ocakları ve Türk Yurdu dergilerinde dönemin büyük paşalarından Talat paşa Cumhuriyet döneminin fikir babası Ziya Gökalp tarafından Alevi ve Bektaşilere büyük önem verilmiştir. Bunların en bilindik ismi Hacı Bektaşı Veli ocağı dedebabası olan Cemalettin Çelebidir. Öyle zamanlar yaşandı ki bu gün TÜSİAD ın yıllar önce yayınladığı bir raporda şu şekilde özetlenmiştir. 1928-1948 yılları arasında 20 yıl boyunca bu ülkede din adamı yetiştirilmedi, Kuran okuma ve öğrenme gereksinimi karşılanmadı.

Hacı Bektaşı Velinin doğum ve ölüm tarihleri net olarak bilinmese de birçok kaynakta ortak olunabilecek şekilde 1209-1270 tarihleri verilebilir. Horosan erenlerinden olduğu Ahmet Yesevi’den etkilendiği bir hakikat. Ancak Ahmet Yesevi ile aralarında olan zaman farkından dolayı Lokman Perende’nin ders halkasına oturduğu söylenir. Ahmet Yesevi ise Yusuf Hemedani’nin 4 halifesinden birisi. Diğer Halifelerinden biride bu gün Hacegan kulunun esas kaidelerini ortaya çıkaran Şeyh Abdulhalikıl Gücdevanidir. Bazı kaynaklarda ise Ahmet Yesevi’yi Şeyh Abdulhalikıl Gücdevaninin halifelerinden biri olarak göstermektedir. Dolayısıyla Ahmet Yesevi İslam aşk ve şeriatinin ana kaynağına kadar uzanan bir zincirin halkalarından biridir. Ahmet Yesevi hazretleri binlerce talebe yetiştirmiş ve bu talebelerinden bazılarını Anadolu coğrafyasına göndermiştir. Hacı Bayramı Veli hazretlerinin çağdaşı olduğu Mevlana Hazretlerine göre hakkında daha az bilginin bulunması şüphesiz İslam aşk ve izzetinden uzak şahısların kendi ve eserleri üzerine yaptıkları tahribattır. Hatta bu konuda büyük tarihçilerin bile konuyu sadece tarihi vesikalar üzerinden incelemeleri sonucu yanlış bilgiler ortaya çıkmıştır. En meşhurlarından Abdulbaki Gölpınarlı, Fuat Köprülü ve 15. yüzyılda yaşamış olan Osmanlı tarihçisi Aşık Paşazade verilebilir. Fuat Köprülü tarihçi kimliği ile Hacı Bektaşı Velinin şu an Alevilerin kabul ettiği bazı gerçekleri kabul ettiğini hatta Ahmet Yesevi hazretlerinin de kadınlı erkekli eğlencelerde bulunduğunu iddia etmiştir. Abdulbaki Gölpınarlı’da tarihçi bir eda ile Hacı Bektaşı Veliyi var olan konumundan uzak isyankar bir pozisyona sokmuştur. Aşıkpaşazade’nin Hacı Bektaşı Veli hakkında ki görüşü ise şu şekildedir. “O şeyhlikten uzak, müritlikten uzak kendi halinde bir büdela (evliyadan biri gidince yerini dolduran sayısı belli üçler yediler kırklar gibi zümre) aziz idi.” Bu cümleleri yazan Aşık Paşazadenin Anadolu Selçuklu Devletine isyan bayrağını açmış ve yakalanarak idam edilmiş olan 3. kuşak dedesi Baba İlyasın bulunduğu ve Hacı Bektaşı Velinin buna destek vermediği göz ardı edilmemelidir. Bu gün için Hacı Bektaşı Velinin gerçek kimliğini bu topluma kazandıran İslam aşk ve lezzetini en temel kaynağından tadarak buna bir de edebiyat bilgisini ekleyip ortaya çıkaran, nasıl öldüğü meçhul, yurtdışında bir trafik kazasında yitirdiğimiz büyük alim Prof. Dr. M. Esad Coşan hazretleridir. Rabbim kendisinden Razı olsun.

M. Esad Coşan hazretleri yaptığı araştırma neticesinde Ahmet Yesevinin Fakirnamesi ile Hacı Bektaşı Velinin Makalatı arasında çok az farklılıklar bulunduğu hatta bir kısmının neredeyse aynı olduğunu dile getirmiştir. Mübareğe ait olduğu iddia edilen eserlerini inceleyen M. Esad Coşan hazretleri şu kanıya varmıştır. Kitabul Fevaid adlı eserine o döneme ait olmayan dil kullanılarak eklemeler yapıldığı, Fatiha Tefsirinin ona ait olduğuna dair bir delil olmadığı, Nasihatler adlı bir eserinin olamayacağını, Şathiyye (gizli esrarlı sözler) adlı bir sayfalık eseri olduğu ancak bulamadığını, Makalatı Gaybiyye Kalimatı Ayniyye (şiirler) eserinin o döneme ait dil ve üsluba uygun olmadığını ispatlamıştır. Günümüze ulaşan tek eseri Makalattır. Onun da İslami hassasiyet ve dil ilmi olmadan yapılmış karışık ve yanlış bir çok tercümesi bulunduğunu söylemiş ve yaptığı yoğun çalışmalar sonucu en güzel halinde eseri günümüz Türkçesine uygun haline getirmiştir. Eserin gerçek halinin de bu gün hala konuya ırkçı bir yaklaşım sergileyerek buradan nemalanan zümrelerin aksine Arapça olduğunu ispat etmiştir. Bu gün Hacı Bektaşı Velinin Türbesini yaptıran Yavuz Sultan Selim olması ayrıca 2. Mahmud’unda türbeye, Camiyi ilave etmesi en dikkat çekici yöndür. Burada Alevi, Bektaşi, Caferi, hatta ehli sünnet olmayan bütün zümrelerin kendilerine baş düşman ilan ettiği, ismini duydukları vakit tüylerinin diken diken olduğu hatta son yapılan köprüye isminin verilmesinde inanılmaz bir yaygara kopardıkları Osmanlı Sultanlarının bizim nazarımız da en üstün olanı “Sevmek Yetmez Biatlisiyiz” nazarıyla kalbimizde yer tutan Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerinin Hacı Bektaşı Veliye olan saygısı en önemlisidir.

Bu gün o camide namaz kılan insan var mıdır bilemeyiz ancak bundan yıllar evvel M. Esad Coşan hazretlerinin yaptığı bir ziyaret esnasında kıldıkları bir vakit namazında bulunanları sayarken imam, müezzin, bölge savcısı, hakimi ve kendisini bölgede gezdiren TMO müdürünün bulunduğunu ifade etmiştir. Günümüzde her yıl anma törenleri adı altında yapılan çirkinliğin ortaya çıkardığı sonuç, içki şişelerinin her köşeyi doldurduğu bir durum arz etmektedir. İslam dinin de Peygamberler hariç her insanın günah işleme gibi bir durumu vardır. Ancak hükmü kesin olarak ortaya konulmuş bir konunun red edilerek haramlıktan helalliğe geçirilmesi küfür bataklığına düşmekten öteye gidemez. Hele bir de buna kendi yorumlamaları ile sonradan gelen ayetleri görmeyerek Allahın kitabını şahit göstermeleri büsbütün akıl tutulmasıdır. Oysa Kuranı Kerim de Maide suresinin 90 ve 91. ayetleri bu konuyu tümü ile noktalandırmıştır. Şimdi bir de iftira ettikleri mübarek şahsın Makalat eserinde bu konu hakkındaki sözlerine bakalım. “Bir kuyunun içerisine bir damla suçi damlasa kuyunun bütün suyunu murdar eder, çünkü haramdır. Kuyunun suyunu dışarı çıkarmak lazım! Kova kova dökeceksin dışarıya, kuyunun suyunu boşaltacaksın. Bu suyun döküldüğü yer yeşerse çimen bitse o çimenden koyun yese, takva ehli insanlar o koyunun bile etini yemezler.”

Hacı Bektaşı Veli’nin yazdığı Makalatta geçen 4 kapının bir çok büyük İslam aliminin eserlerinde de aynen karşılaşmak hiç zor değildir. Abitlerin yeri olarak Şeriat, Zahidlerin yeri olarak Tarikat, Ariflerin yeri olarak Marifet, Aşıkların yeri olarak da Hakikat. Yine makalattan bir bölümde “Şeriate bağlılığı mükemmel olmayan kimseye, Tarikat, Marifet ve hakikat mertebeleri de kapanık kalır. Bu mertebeleri usulüne uygun tamamlayan bir kimse sonradan Şeriate bağlılığını bozarsa, Tarikat, marifet ve hakikatide bozmuş olur. İmamı Gazeli Hazretlerinin yazmış olduğu İHYA sında insanların yaşama şekillerini şu şekilde belirtmiştir. “Kimi dünya için yaşar ahireti unutur; hüsrandadır. Kimi dünyayı bırakmaz ahirete de çalışır; terazide sonu belli olur. Kimi dünyayı terk eder ahirete çalışır; kazananlardandır. Kiminin ise ne dünya ne de ahiret umurundadır, Allah aşkıyla yanan bir gönlün sahibidir. Onlar Allah dostları, veli kullardır.”
Bir hadisi şerifde de “Dünya Ahiret adamlarına, ahirette dünya adamlarına haramdır. Allahı dileyenlere ise hem dünya hem de ahiret haramdır.

alevilik bektasilik2Genel bir ifade ile günümüz Anadolu ve Rumeli coğrafyasında yaşayan Dedelik statüsü ile yönetilen bu gruplar 3 ‘e ayrılır. Hacı Bektaşı Velinin burnundan akan kan ile hamile kalan Kadıncık anadan meydana geldiklerini iddia eden Çelebiler, Soyları 12 imama dayananlar, Hacı Bektaşı Velinin evlenmediğini dolayısı ile manen evlatları olduklarını iddia edenler. Başka türlü bir ayrımı da Dedegan (madden evlat) ve Babagan (manevi evlatlar) kolu olarak ortaya koyarlar. Türkiye topraklarında bulunan aleviler, her alevinin aynı zamanda bir Bektaşi olduğunu ancak Bektaşilerin alevi kabul edilmeleri için bazı şartlara uymaları gerektiğini iddia ederler. Bunun yanı sıra bu ayrımın köy ve kasaba yaşantısı ile ilişkilendirip köylerde Alevilerin yaşadığı, kasaba ve kentlerde Bektaşilerin yaşadığını iddia etmektedirler. İran’ı daha önce de belirttiğimiz gibi yobazlık ve onların 4 kapıdan şeriat basamağını geçemediklerini iddia ediyorlar. İran ise Alevi grupların hepsini birden sapıklık ile itham etmektedir. Onlar birbirlerini nasıl itham ederlerse etsinler Ehli Sünnetin gözünde, İslamın ana kaidelerine, aşk ve muhabbet iklimine bakış açısı bakımından aralarında kıl kadar fark görmeyip kimilerini kuru cahil kimilerini de yeryüzünde küfür kokan bütün oluşumların parçalarından toplayarak ortaya çıkan şekil ve omurgadan yoksun asalak bir oluşum olarak görüleceklerdir. Bektaşi tarikatının ortadan kaybolmasının baş sorumlusu olarak gösterebileceğimiz bu gün hala Suriye ve Yemen coğrafyasında Müslüman kanı dökmekten haya etmeyen Safevi Hükümdarlığının manevi koltuğuna oturan İran devleti istediği kadar bunları sapık zümreler olarak göstere dursun; bizler biliyoruz ki tıpkı geçmiş de olduğu gibi Anadolu topraklarına yapacakları saldırılar öncesi bu gruplara yeterli desteği sağlayarak memleketin karışmasını sağlayacaklardır. Geçmiş de olduğu gibi bu gün de Türkiye ‘de Bektaşi Dergâhlarının halılarının İran’dan gelebileceği, Cem Evlerinin ihtiyaçlarının karşılanmasın da yeterli desteğin sağlandığı ihtimal dışı değildir.

Birçok Küfür noktasında ortaklıkları olan bu grupların en belirgin özelliklerinden birisi Hz. Ali efendimizi kendinden öncekilere düşman etmeleri gelmektedir. Oysa Hz. Ali efendimiz Hz. Fatma annemizden olan kızı Ümmü Gülsümü Hz. Ömer ile evlendirmiştir. Bunun yanı sıra annemiz Hz. Fatma’ın vefatından sonra birden fazla evlilik yapmış ve bu evliklerinden de çocukları olmuştur. Ümmi Benti Hizamdan doğan çocuğuna Osman, Leyla Binti Mesud’dan doğana Ebubekir, Sahba Binti Rabia’dan doğana ise Ömer ismini vermiştir. Allah Resulü bir gün Hz. Ali efendimize ilerleyen bir zamanda ortaya çıkacak, İslamı terk etmiş olan Rafizi adıyla bir küfür grubuna denk gelmesi durumunda onları öldürmesini emreder. Hz. Ali efendimizin bu grubun belirgin özelliğini sorması üzerine Allah Resulü buyurur. “Sen de olmayan şeylerle seni medh ve sena edecekler ve evvelkileri kötüleyecekler.”

Bir başka mevzu da bu gün silsile bakımından Hz. Ali’ye bağlanan bir tarikatın kabul etmediğimiz bir kolunun lideri konumunda bulunan şahsın da televizyon kanalı sayesinde katıldığı bayramın manası itibariyle ortaya attığı   “evet hakkı yenmiştir”  diyerek işaret ettiği Gadiri Hum mevzusu. Zaten biz bu şarlatanın ayarının ne denli kaçtığına son zamanlarda iyice şahit olduk. Kendi eserlerinde Allah ve Resulüne dil uzatan, İslam dinine türlü hakaretlerde bulunan bir şahsı, şu an itibari ile onun partisinin koltuğunda oturan bir başka gerizekalıya karşı İslam dairesi içerisine aldığına şahit oluyoruz. Hatta onu Peygamber sülalesinin bir temsilcisi olduğunu bile iddia etmiştir. Peki, nedir bu Gadiri Hum. Allah Resulü Veda haccı dönüşü Gadiri Hum denilen bir mevkide konaklıyor. Bu sırada daha önce Yemene gönderdiği Hz. Ali efendimizin de oraya geldiğini görüyor. Yemene gönderdiği Hz. Ali efendimiz ile o bölgede bulunan diğer büyük sahabeler arasında bazı mevzularda itilaf yaşanması sebebi ile üzgün olan Hz. Ali efendimizin elini tutarak “Ben kimin Mevlası isem Ali’de onun mevlasıdır” buyuruyor. Şimdi hadis ilmini reddeden bu küfür yuvaları, içlerindeki küfür havuzunu genişletmek için manasını kavramadan bu hadisi alıyor ve işte diyor burada Hz. Ali’nin halifeliği işaret edilmiştir. Oysa Mevla kelimesi Arapça kökenli olup birçok anlam ifade etmektedir. Bazıları sahip, efendi, dost, malik, yardım eden vb. kısaca bu hadisten onların anladığı mana asla çıkmaz. Birde Allah Resulünün başka sahabelere de bu şekilde üstün tuttuğu nice hadisler mevcuttur. Hele Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve çift nurlu lakaplı (peygamberin iki kızı ile nikahlı) Hz. Osman ne büyük hadislerle övülmüşlerdir. Bu küfür yuvaları bu olayın hemen peşinden ise o mevki de Maide suresinin 67. ayetinin indiğini iddia etmektedir. Ayet mealen “Ey şanlı Resul sana Rabbinden her indirileni tebliğ et, etmezsen onun risaletini eda etmiş olmazsın, Allah seni insanlardan koruyacak, emin ol Allah kâfirleri muradlarına erdirmeyecek” Oysa birçok Alimin ifadesi ile son inen ayet, Allah Resulünün veda haccı esnasında yüzbinleri bulan sahabeye verdiği hutbe sonrası inen ve bunun Allah Resulünün vefatına bir işaret olduğunu anlayarak bazı büyük sahabelerin gözyaşlarına hakim olamadıkları Maide 3. ayetidir. Mealen “…. Bu gün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslamı seçtim…”  Ayrıca Gadiri Hum’da indiğini iddia ettikleri ayetin de tefsir alimlerince öncesi ve sonrası incelendiğinde Mekke’nin Fethi veya Hayber’in Fethinden önce indirilmiş olduğunu söylerler. Alevi ve Bektaşi yazarların Cemel vakası, Sıffin Savaşı ile ilgili görüşleri incelendiğinde büyük sahabelerin hepsine inanılmaz iftiralarda bulunarak kalplerindeki çirkinliği, Hz. Ali efendimizi ölçüsüz severek göstermektedirler. Zaten onlarda sahabe kavramı da bir elin parmaklarını geçmeyecek düzeydedir.

Cem törenlerinin temelini oluşturduğu iddiasında bulundukları 40’lar meclisinde 17 kadın 23 erkek bulunduğunu söylerler. Bu isimleri hiçbir Alevi kaynağında tümü ile bulmak mümkün değildir. 40’lar meclisinin nasıl olduğu ise kendi kaynaklarında şu şekilde ifade edilmiştir. Allah Resulü Miraç dönüşü yolda bir arslan ile karşılaşır ve arslana parmağındaki yüzüğü vermesi istenerek kurtulur. Daha sonra bir grup ile karşılaşır. 17 kadın 22 erkek den oluşan bu gruba peygamber olduğunu aralarına girmek istediğini söyler. Ancak grup Peygamberliği ümmetine yapmasını ister. Bu süre zarfında Cebrail’in verdiği fikir ile içeri girer ve içerde kim olduklarını sorar. Onlar ise 40’lar olduklarını büyük küçük ayrımı yapmadıklarını hepsinin aynı statüde olduğunu dile getirir. Allah Resulünün 39 kişi sayması üzerine cevaben Selmanı işaret ederek, dışarıda bize nimet getiriyor demişler. Selman bir üzüm getirir, Allah Resulü bu kadar insana yetmeyeceğini düşündüğünde Cebrail Cennetten bir tabak getirip Allah Resulüne uzatarak ezmesini ister. Üzüm suyunu içerek mesh olan bu kişiler semaha durur. Allah Resulünün sarığı bu sırada yere düşerek 40 parçaya ayrılır ve her biri bir parçayı beline dolayarak kemerbest olurlar. Allah Resulü buradan çıkıp başından geçenleri ümmetine anlatırken Hz. Ali efendimizde ağzından yüzüğü çıkarır. Hemen arkasından Allah Resulü sahabeleri ikişerli kardeş (musahip) ilanına başlar. Açıkta kalan Hz. Ali’yi ise kendi kardeşi ilan eder. Allah Resulüne ve sahabelerine yapmış oldukları bu çirkinlik dünyada bir benzeri olmayan iğrenç resim arz etmektedir. Kuru cahiller bari Miraç olayının Mekke döneminde olduğunu, Allah Resulünün Medine’ye hicret sonrası da Ensar ve Muhacirleri kardeş ilan ettiğini bilselerdi.

Bu gün için çok değişik kollara ayrılsalar da ortak oldukları bir diğer nokta Namazdan uzak durmaları veya bizim anlamadığımız bir ölçüde namaz kıldıklarını sanmalarıdır. Oysa Ehli Sünnetin büyük alimlerinden ve kendilerinin de bağlı bulunduğunu iddia ettikleri Hz. Caferi Sadık  “Namaz, Oruç, Zekat ve Haccın yerine getirilmemesi kişinin dinden çıkmasına sebep olur.” buyurmuştur. Bazı okumuş alevi şahısları ise bu konuyu irdelerken hepsinin İslam’ın temel farzları olan bu ibadetleri takıyye yapmak zorunda oldukları ile iddia etmişlerdir. Zaten kendilerinin şeriat basamağını atladıklarını dolayısıyla bu konunun onları ilgilendirmediğini söyleyecek kadar cahil bir tutum izlemişlerdir. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan yapacağı araştırma için Türkiye’de birçok alevi köyünü ziyaret etmiş bu köylerde ki Alevi dedelerinin en basit İslami ilimler açısından cahil olduklarını söylemiştir. Kendisine Alevi namazından bahsedip bunu Kuranı Kerim’in ayetlerini şahit tutan alevi dedelerin den Fatiha suresini istediğinde bile cevap alamadığına birçok köyde şahit olmuştur. Günümüzde İlahiyat Fakültesini okuyarak Din Kültürü Dersi Öğretmenliği yapan Mustafa Cemil Kılıç ise Kızılbaş Müslümanlık adlı paçavra eserinde Ebu Hanifi hazretlerini şahit göstererek Türkçe ibadeti ispat etmeye çalışmıştır. Bir dönem Üstadımızın da karşılaştığı ve zamanın Diyanet işleri Başkanını Büyük Mezhep İmamına iftira atmakla itham ettiği durum. Bu, Müslüman olan bir şahsın üzerinde farz olan namaz borcunun, içerisinde bulunduğu vaktin kaçmasını engellemek için öğreninceye kadar geçerli olan bir zaman dilimi için geçerlidir.

Alevilik veya Bektaşilik; Orta Asya’dan günümüz Anadolu ve Rumeli coğrafyasına gelene kadar karşılaştıkları dinlerden törenlerden etkilendikleri ve ortaya karma bir inanış veya bir felsefe çıkardıkları kesin. Eski Şaman kültüründe insanların elbiselerinin bohça yapılarak beraber gömülmesi olayı hala günümüz bazı alevi köylerinde yaşanmaktadır. Şaman kültüründe 12 kişilik bir ritüelin olduğu bu ritüelde kimin nerede oturup etin neresini yiyeceği belli olan inanışın benzeri Alevi Bektaşi Cemlerinde olduğu belli olmuştur. Ayrıca günümüzde her ne kadar, bir açılıma uyarlanarak kullanılsa da CEM isminin de eski İran yarı tanrılarından Bereket ve Sarhoşluğu temsil eden Cem ve Cemşid’den gelmiş olabileceği bir gerçektir. Malum Yunan felsefesinde ismi geçen birçok yarı Tanrı isminin Yunan Pers savaşları sonucu kültür alışverişi neticesinde bu coğrafyaya akabileceği bir gerçektir. Yine Cem törenlerinde kadın erkek karışık içkili merasimin eski Şaman Türklerinde kadın erkek karışık kımızlı çok sıkı disiplin kaideleri olan toplantılara benzetilmesi gayet mümkündür. Eski Uygur dinlerinden olan Mani dinin de Ağzın, Könlün, elgin (ağzına, kalbine, eline) hakim olma durumu bu gün için Eline, diline, Beline hakim ol şeklinde Alevilerde yaşatılmaktadır. Bu gün birçok alevinin kabul ettiği büyüklerin şekline girmesinden dolayı kutsal kabul ettiği Turna kuşu hala uzak doğu ülkelerinde de kutsal bir kuş kabul edilmektedir. Turna kuşu Çin’de ölümsüzlük kuşudur, cenazelerde ve eğlencelerde yapılan Turna dansı vardır. Şüphesiz Orta Asya’dan bu coğrafya ya yolculuk öncesi Çinliler ile olan ilişkilerin bunu doğurduğu kesindir. Bu gün hala ülkemizde de Yezidilerin Melik Taus adını verdikleri ve horoz görünümlü bir şekle taptıkları bilinen bir gerçektir. Horoz aynı şekilde Alevilerde kutsaldır, musahiplik (ahiret kardeşliği) törenlerin de kurban edilebilir. Bunun yanında Yezidilerin güneşin doğuşu ve batışı esnasında güneşe dönerek dua ettikleri bilinmektedir. Bu gün birçok yerde Alevilerin de Güneşin doğuşu esnasında “Ali doğuyor” diyerek Hz. Ali’ye dua ettikleri mevcuttur. Cem törenlerinde insanların dede karşısında günahlarını anlatarak düşkün durumundan çıkmaya çalışması Hristiyanlar da papaz karşısında günahlarını anlatanlardan acaba ne farkı vardır? Düşkün ilan edilen Alevinin gördüğü muamele ile Hristiyanlık dininden bir zamanlar Aforoz edilen insanların gördüğü muamele arasında ne kadar ince farklar vardır. Hatta Alevi üçlemesinin ortaya çıkışında Hristiyan Teslis inancının bir etkisi olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. I.Melikof bu gün için Balkanlarda hem Bektaşilerin hem de Hristiyanların beraber ziyaret ettikleri tapınakların bulunduğunu söyler. Uygur Türklerinin dini olan Budhacılık da tenasüh yani ruhun sürekli göçüne (iyi bir şey yaparsa daha iyi bir bedenle, kötü bir şey yaparsa bitki ve ya hayvan olarak gelme)  inanılıyordu. Bunu da sözüm ona İlahiyat Mezunu M. Cemil Kılıç, Kuranı Kerim’in Bakara 28, Mümin 11 ve Vakıa 60, 61 ve 62. ayetlerini delil göstermesi küfrün ne denli büyük olduğunun işaretidir. Bu gün için Alevilerin gözünde bütün büyük şahıslar Hz. Ali’nin suret değiştirmiş hali olarak görülür. Bunu Hz. Ali’nin bin bir donu (giyisisi) olarak ifade ederler. Cumhuriyet Döneminde bu sözü öyle kişiler için kullanırlar ki insanın ağzı açık kalır. Hatta kırklar meclisinin başka yerlerde ki ifadelerin de Allah Resulünün Miraçta araladığı perde de gördüğünün (haşa)  Hz. Ali olduğunu söylerler. Zaten büyük ozanlar olarak kabul ettikleri şahısların birçoğunun manzumelerinde buna benzer birçok söz ile karşılaşılır. Ayrıca Alevilerde şeytana bakış açısı da oldukça farklıdır. Şeytanın Allahı çok sevmesinden dolayı Adem karşısında secde etmediğini dile getirirler ve yerini Allahın her zaman yanı olarak görürler. Buradan da yine ruhun göçüşüne bağlayarak Hz. Ali’yi haşa …… ve onun kölesi olan Kamberin de şeytan olduğunu dile getirirler. Şaman Türklerin de aynı boya mensup olanların birbirlerinden kız alıp vermeme geleneği bazı Alevilerde aynı ocağa bağlı olanların birbirlerinden kız alıp vermeme olarak devam etmektedir. Alevilerde görülen Musahiplik(ahiret kardeşliği) durumunun Divanı Lügatı Türk’de geçen Biste (ortak, kardeş) ile birçok benzerliği bulunmaktadır. Anadolu da olan ahi geleneğinde tacirlerin kendilerine kardeş seçtikleri de bilinen bir gerçektir. Aleviliğin bir mezhep olmadığı birçok dinden etkilenmiş karmakarışık bir sistem olduğu gerçeğini birçok alevi yazarda kabul etmektedir. Rıza Zelyut adlı yazar Ancak bunun olağan bir şey olduğunu hatta İslamiyet dininin bile bu şekilde başka din ve kültürlerden etkilendiğini iddia etmektedir. Bu cümle ile içine girmeye çalıştıkları İslam dininden beri olduklarını bir nevi de kabul etmiş olurlar. Zaten 2006 yılı Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonunda yayınladıkları bildiri ile Aleviliğin ayrı bir din olduğunu iddia etmişlerdir. Hatta daha önce yukarıda zikrettiğim ülkemizde Din kültürü Öğretmenliği yapan bütün kitabı saçmalıklar ile dolu olan şahıs bir başka itirafında; “Katolikler için Vatikan’ın önemi neyse, Sünniler için Kabe’nin işlevi neyse Aleviler için de Hacı Bektaşı Veli Dergahı da odur. Dolayısı ile orada ki minare yıkılmalıdır.” Ayrıca kitabının birçok yerinde görev yaptığı dersin yani Din kültürü dersinin kaldırılmasını isteyecek kadar düşüncesiz bir ahmaktır. Bu şahsı kimse zorla tutmamaktadır, istediği an mesleğini bırakabilir. 

Alevi Bektaşi geleneğinin her ne kadar biz 72 milleti bir tutarız bütün insanları severiz zırvası ile hümanist bir yaklaşım sergilese de ehli sünnet büyüklerine inanılmaz bir kin gütmektedirler. Bunların bir örneği de Ebu Suud Efendiye olan nefretleridir. Kendi kitaplarına dahi koydukları fetvaların bazılarını biz de buraya koyalım.
Soru:  Hz. Hüseyin’in soyundan geldiğini iddia eden bazıları “İbadet ile ilgili kurallar bizi bağlamaz, biz öbür dünyada ahiret kurallarından sorumlu tutulmayız. Biz cennete gireceklerdeniz…” deseler bunlara ne yapılmalıdır?
Cevap: Bu inanç üzerinde direnir de İslama gelmezlerse dinsizlikleri anlaşılmış olur, bu nedenle öldürülmeleri gerekir…
Soru: Kızılbaşların öldürülmeleri İslam sultanına(padişaha) düşmanlık besledikleri için mi yoksa başka sebepleri var mıdır?
Cevap: Bunlar hem dinsizdir hem de Osmanlı sultanına isyan ederler.
Soru: Kızılbaş Önderlerinin peygamber soyundan geldiklerini söylüyorlar. Bu durumda onların öldürülmelerinin helal olduğu ile ilgili bir kuşku oluşmaz mı?
Cevap: Haşa, En küçük kuşku duyulmaz, Kızılbaşların yaptıkları kötü işler, O peygamber soyu ile ilgilerinin olmadığını göstermeye yeter. Ayrıca Şah İsmail ortaya çıktığında, İmam Ali Er-Rıza ibni Musa El-Kazım’ın mezarının bulunduğu ve diğer yerlerdeki büyük seyyidleri zorlayarak kendi soyunu da onlarınkinden göstermek istedi. Direnenleri öldürttü. Bazı seyyidler bu kıyımdan korktukları için bu isteğe boyun eğmişler fakat dikkat edenlerin anlayabilmesi için onun soyunu kısır bir seyide bağlamışlardır. Ayrıca soyunun peygambere dayandığı doğru olsa bile, dinsiz olunca diğer kafirlerden bir ayrımı kalmaz… Ayrıca Kenan, Nuh peygamberin oğluydu ama onun yolundan çıkmıştı. Nuh Peygamber Kenan’ın kurtulması için Allaha yalvardığında, Allah “O senin soyundan sayılmaz.” demiş ve Kenan’da diğer kafirler gibi boğulup cezalandırılmıştır…
Soru: Simavilerden bir bölük insan şarap içip izinle birbirlerinin eşlerine tasarruf etseler bunlara ne yapmak gerekir?
Cevap: Öldürülmeleri gerekir.

Alevi Bektaşi geleneğinin içerisinde sürekli anılan 12 imam ve 7 büyük ozan vardır.12 imam meselesinin onların anladığı ölçüde yaşamadıklarını kendileri de kabul etmişlerdir. Bu gün için Ehli Beytin bu büyük kişilerinin, kendi isimlerinin kullanılarak oluşturulan bu küfür yuvasından beri oldukları bir hakikattir. Bu 7 büyük ozana bakıldığında yazdıkları manzumelerin ne kadar küfür koktuğu anlaşılacaktır. Bunlar Nesimi, Şah Hatayi, Fuzuli, Yemini, Virani, Pir Sultan Abdal ve Kul Himmettir. Bunlardan Nesimi, Virani ve Yemini Hurufi inancına sahiptirler. 14.yy. Horosan ve Orta Asya’yı karıştıran Fazlullah Astarabadi tarafından yayılmış olan insanın yüzü ve bedeninde tecelli eden Arap harflerinin ulûhiyeti üzerine temellenmiş sapık bir sistem. Bakü’de başlatılan bu sistem sonrasında dil olarak daha zengin kabul ettikleri Farsçaya kaymıştır. Fazlullah Timur’un oğlu Miranşah tarafından yakalanıp yargılanmış küfür üzerinde olduğu hükmedilip öldürülmüş. Müritleri tarafından bu gün hala çevresinde 7 kez döndükleri Maktelgah denilen yere gömülmüştür. Tabi bir de atmaları gereken taş vardır onu da Miranşah olarak yapılmış hisara atmaktadırlar. Fazlullah’ın ölümünden sonra talebeleri birçok yere dağılmıştır. Anadolu ve Rumeliye kaçanlar kendilerine güvenli liman olarak tabi ki Bektaşi Tekkelerini bulmuşlardır. Fakat Bektaşilik içerisine sızınca Hurufilik inancı, Pantehizm ve Antropomorfizm’e (Doğa tanrıcılığı ve insan biçimli tanrıcılık) dönüşmüştür. Bu gün hala Alevi ve Bektaşi geleneğinde olan insan yüzünde Allahı okuyabilme safsatasının geliş noktası bunlardır. İnsana secdeden, yüzünde beliren Allaha secde olduğunu iddia etmeleri de bu yüzdendir. Nesimi ise Fazlullah’ın aynı zamanda damadı konumundadır. Yazdığı şiirler, Halep sokaklarında okuyan insanların küfür ile suçlanmaları neticesinde kendisi de yakalanıp diri diri derisi yüzülerek öldürülmüştür. Yazdığı şiirlerin küfür durumları söz konusu olduğu için buraya alma lüzumu görmedik. Sadece ölürken söylediği sözlerden birinin, İslam aleminde söylediği sözün hükmünün şeriatçe hükmü kesin olan, Hallacı Mansur’un sözüdür. Şüphesiz Hallac ile Nesimi’nin bu sözleri söylerken bulundukları hallerin aynı olmadığı bir hakikattir. Mansur, bizim gibi insanların anlayamayacağı, çıktığı basamaklarda sırrı saklayamayan bir Allah Dostu pozisyonundadır. İslam şeriatin de hangi hal üzerinde olursan ol, böyle sözleri söylemeye hakkın yoktur ve hükmü bellidir. Aleviler, Hallac’ın Şeriate ters olan bu sözünü de alıp, Hallac’ı sahiplenmeye çalışarak ve onun adına darı Mansur tertip etmektedirler. Hurufilik Osmanlı sarayına kadar sıçramış Fatih Sultan Mehmet Han’ın gençliğinde kendisini etkilemiştir. Ancak devrin büyük uleması durumu fark edip onları yok ederek sarayı temizlemişlerdir. Sultan Süleyman’da büyük mücadele vermiş fakat artık Bektaşiler ile bir bütün oluşturduğu için bitirmek mümkün olmamıştır. 15.yy.meydana gelen Şeyh Bedrettin ayaklanmasının temelinde de Hurufilik vardır. Ayaklanma sonucu Şeyh Bedrettin ve peşindekilerin sonu da tıpkı o dönem diğer küfür gruplarının ahvali ile aynı olmuştur. Virani’de bir Hurufi idi ve buna bir de Nusayrilik ve Ali’llahiliği ekleyerek küfür konusunda eşi benzeri olmayan bir oluşum meydana getirmiştir. Bu gün için zalim ve katil Suriye idaresinin mezhebi konumundaki Nusayrilik Hz. Ali’de şahıslanan ve Allahın insan suretinde bir şekle girdiği küfrü üzerinde yaşayan hatta günümüzde kendilerine Alavi diyerek bir nevi Arap Alevisi statüsüne koyacağımız bir küfür yuvası. Diğer görüşünde bundan sadece merasimlerde çok daha fazla ileri derecede küfür kokuşması ile ayrıldığı ve Sapık mezheplerin bile sapıklık ile itham ettikleri müessese. Yemini’de yazdığı şiirlerinde insanoğlunun yüzünde beliren Fazlullahın Tanrısallığını anlatılır. Pir Sultan Abdal’ın da yazdığı küfür dolu şiirlerinin bir sonucu olarak idam ettirildiğini ve yazdığı şiirlerin buraya konulamayacağını not edelim. Fuzuli’nin de ehli sünnet ile en ufak bir ilişkisi olmadığı hatta Büyük Alim İmamı Gazali’nin Yunan felsefesinden etkilenmiş İbni Sina’yı reddettiği cümlelerinde ‘’Allah külleri bilir ama cüzleri bilemez” diyerek küfrünü kusmuş ve İbni Sina tarafını tutmuştur. Pir Sultandan oldukça etkilenen Kul Himmet üzerinde de fazla durmaya lüzum görmüyor onu da küfür bataklığının pis kokulu bir oluşumu olarak görüyor diğerleri ile birlikte azabının bol olmasını umuyoruz.

En sona bıraktığımız ve Alevi Bektaşi güruhuna göre en önemli ozan; Şah Hatayi. İsmini şu şekilde telaffuz edilince kimliği daha çok ön plana çıkmaktadır. ŞAH İSMAİL. Alevi Semahının ilk kaynağını oluşturan şahıs. Alevilerce Türk tarihinin en büyük şahı olarak gösterilen ve tenasüh inançları ile ona da Hz. Ali’nin bir giysisi gözüyle bakılan küfrün büyük şahı! 6 göbek öncesi dedesinin rüyasında gördüğü karnındaki köpek yavruları! 6 göbek önceki Dedesi Şeyh Safiyuddine mezhebi sorulunca “Biz sahabenin mezhebindeniz! Dördünü de (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali) severiz! Dördüne de dua ederiz!” buyurmuştur. Bir gün rüyasında karnında köpek yavrularının oynaştığını görmüş, uyanarak ağlamış ve “Benim soyumdan Emevi Hükümdarları gibi hayırsız evlatlar mı gelecek” demiştir. İslam tarihinde eşi benzeri olmayan katliamlara imza atmış ve bu gün onun Ruh hamuru ile yoğrulmuş olan İran devletine bu konuda kapı aralamıştır. Hala bu gün yazdığı eserleri Türkçe yazdı, diye sözüm ona Türk milliyetçilerinin hala sahip çıktıkları şahıs. Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri ile olan savaşlarını kardeş savaşı olarak niteleyip “…keşke o kazansaydı çünkü daha Türkçüydü…” diyerek saf tuttukları Türk ve İslam düşmanı küfür yumağı. İslamın batıya açılarak, Endülüs Müslümanları ile doğu batı arasını birleştirme hedeflerinin bir numaralı engelleyicisi. Bütün Küfür dünyasının, Osmanlıyı oyalaması bakımından varlığından haz duydukları bu şahıs, yaşadığı dönem de küfür dünyasından büyük iltifatlar almıştır. Kendi öz annesini bile öldürecek çapta hasta ruhlu bu insan öldürdüğü Sünni ulemanın kafataslarını altın ile kaplatıp şarap kadehi olarak kullanacak çapta insanlık dışı bir ruhun sahibidir. Bu gün Alevi Bektaşi ve İslam dışı ne kadar oluşum varsa hepsinin ortak düşman olarak gördüğü ismini duymaktan bile haz etmedikleri Osmanlı Sultanlarının bizim nazarımız da en üstünü Yavuz Sultan Selim Han olmasa idi halimizi düşünün! Meseleyi hiçbir zaman kardeş kavgası olarak görmüyor HAK ile BATIL’ın, İslam ile Küfrün savaşı olarak görüyor Yavuz Sultan Selim’e bağlılığımızın ölçüsünü “SEVMEK YETMEZ BİATLİSİYİZ” ile gösteriyoruz. Şah İsmail’in ne kadar korkak biri olduğu, ehli sünnete yapmış olduğu kıyımların neler olduğu, Çaldıran’ın neden İslam ve küfür arasında bir savaş olduğu ile ilgili bilgileri İslami Fikir ile yazılmış tek tarih kitabı olarak gösterebileceğimiz Reisimiz Servet Turgut’un eseri YAVUZNAME’de bulabilirsiniz.

Her fırsat da Alevi düşünce yapısının Hümanist bir yaklaşımla 72 millete bir gözle bakıldığı iddiasını ortaya atan bu yapı, sevgi konusunda sahabeye karşı bırakın cimrileşmeyi bir nefret gözü ile bakmaktadır. Buldukları her fırsat ta cahil kalmalarının sebebi olarak Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerinin, devlete isyan bayrağını açmaları sonucu olarak katlettiği, dönemin küfür gruplarını göstermektedirler. Cumhuriyet dönemi boyunca Müslüman insanlara yapılan zulümleri ya alkışlamış ya da bizzat el uzatarak ortak olmuşlardır. Bir iç halimizi yani batınımızı düzeltiyoruz ayağı ile yola çıkıp buldukları her fırsat ta Aşırı sol grupların en ön saflarında yer alarak içlerinde ki düzen bozma ve yıkım duygularını açığa çıkarmışlardır. Koca bir imparatorluğun yıkılışında rol oynayan Tanzimat’tan itibaren sözüm ona batıcı zihniyetlerin, İttihatçıların, Jön Türklerin bir ayaklarının mason localarında bir ayaklarının Alevi Bektaşi Tekkelerinde olması samimiyetlerini ve İslam ile olan münasebetlerini gözler önüne sermeye yetmektedir.  İslam Tasavvufundan koparmaya çalıştıkları bütün değerlerden beri olan bu topluluk Allah Resulünün işaret ettiği sapık kollardan biri değil, her birinden birer parça zehir alarak ortaya çıkmış bir küfür yumağıdır. Şüphesiz bunların topluma kazandırılması gerekmektedir. Çevremizden de şahit olduğumuz üzere katı ve sert cemaat yapıları, fikirlerindeki sabitlik onların kazanılmasını çok zorlaştırmıştır. Gerçek Allah dostları ve gerçek Peygamber soyu temsilcileri ile karşılaştıklarında, yüzlerin de zerrece sevimli bir hal olmayan iğrenç Bıyıklı, sözüm ona sahte peygamber torunlarından kopmaların olduğuna şahit oluyoruz. Rabbim sayılarını artırsın, bu toplumda bir fren görevi görerek memleketin hayra gidişine engel olan bu zümrelerin bir an önce gerçek yolu bulmaları nasip olsun. Üstadın ifadesi ile ‘“Bugün Türk nüfusunun, bilmem yüzde kaçını temsil eden Alevilik, aynen İmam-ı Rabbani ölçüsüyle din ve dünya cahili ellerde, kutusunun içi boş bir etiketten ibarettir… Ne iştir ki, Aleviler, Dürzîler ve Yezidiler, Sünnilik İmparatorluğu demek olan Osmanlı Devleti’nce din ve millet bahçemizden ısırgan otları gibi yolunup atılamamıştır… Kör ve habersiz bir gelenek yolundan gelen Türk Alevilerinin kültür, telkin ve temsil yoluyla fethedilmeleri lazımdı”.

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi